Hangi takım kazanırsa kazansın Deukisch'ler final oynayacak.
Tarih: 20 Eylül 1970, komşumuz Mersinli Nedim Tonguç'un Volkwagen arabası ile Wiesbaden'den Köln şehrine, Türkiye Almanya milli maçına hareket ediyoruz. Köln stadyumuna vardığımızda Türklerin bulunduğu bölgeye yaklaşıyoruz. Vatan hasreti ile adete yanıp tutuşan on bine yakın Türk Almanya'nın her tarafından Köln'e akın etmişler. Stadyumun önünde daha halen buram buram Anadolu kokan bir 'Gastarbeiter' ordusu birikiyor. Çoğu her türlü sosyal yaşamdan uzak, ya inşaatlarda, ya da savaş sonrası kurulan devasa fabrikalarda para biriktirmek için gece gündüz birkaç vardiya birden çalışıyorlar. Gurbetteki yaşamları çalıştıkları fabrika ile işci yurdu (Arbeiter-Wohnheim) arası mekik dokuyarak geçiyor. Ne Türkçe gazete var, nede radyo. Televizyon zaten hiç yok. Telefon ise ancak postaneye yazdırıp telefonun başında saatlerce beklerseniz, o da belki. Var olan tek şey insanların kazandıkları ve biriktirdikleri paralar ile Türkiye de gelecekte yaşayacakları güzel yaşamın gönüllerindeki kurguları ve senaryoları.
Stadyuma giriyoruz . Herkes biribirine nereli olduğunu soruyor.
Tribünlerde ayağa kalkarak 'Malatyalı var mı, Afyonlu var mı aranızda?' diye tezahürat gibi bağıran sesler duyuyorum. Türk takımı ısınmak için sahaya çıkıyor. Gurbetçiler de onlara bakarak gönüllerini ısıtıp, Türkiye ile hasret gideriyorlar. Gurbette ailelerinden, çoluk çocuğundan yıllardır uzak, zor şartlarda çalışan işçiler blok- blok kale arakası tribünlere yerleşiyorlar. Milli marşlar çalmaya başlıyor. İstiklal marşımızdan sonra Almanların alışık olmadığı bir tezahürat başlıyor. Türkler'in çoğunun gözleri yaşlanıyor, dakikada bir sigara yakarak bir maça, birde tribünlerde belki tanıdık biri çıkar diye etraflarına bakıp duruyorlar. Tanıdık-tanımadık herkes biribirine çömertçe Stuyvesant, HB ve Ernte sigaraları ikram ediyor. Bazıları hayatında ilk defa maça geliyor. Onlar için maç bahane, tek arzuları Türk insanı görmek, Türkçe konuşmak, yalnızlığını unutmak.
Maç başlıyor. Türkler büyük heyecan içinde takımımızın her hareketini çılgınca alkışlıyorlar.
Maç bitiyor 2-1 mağlubuz. Yavaş yavaş stadyum boşalıyor.
Çıkış kapısının önünde aniden 'karşı yolda bir TIR'da Türk sebzeleri satılıyor' diye bir laf yayılıyor. Herkes hızlıca TIR'a doğru koşuyor. O yıllarda Almanya'da bazı sebzeleri bulmak çok zor. Türk damak tadına uygun yok denilecek kadar az şey var. Türkiye den gelen TIR'ın şöförü boş kalan yerlere Edirne'de ne kadar sebze varsa yüklemiş. Tır'da patlıcan, dolmalık biber ve zeytin satıyor. Herkes torba torba alıyor. Alamanyanlar üzülüyor. Bazı gruplar aldıklarını yolda aralarında paylaşıyorlar.
Aradan yıllar geçiyor. Dünya'da ilk petrol krizi, Türkiye'de askeri darbeler derken, yalnız yaşayan Türklerin çoğu ailelerini Almanya'ya yanlarına alıyorlar. Alman hastanelerin hepsinde hergün sayısız Türk bebekleri dünyaya geliyor. Ahmet, Mehmet, Ali veya Aylin, Ebru, Yasemin, gibi isimler Almanya'da her yerde duyulur hale geliyor. Siyasi krizler, ekonomik sallantılar, Almanya Türkiye arası ciddi gerginlikler, yoğun iltica'nın getirdiği sorunlar, uyum politikalarında yaşanan gerilmeler zamanı durduramıyor. Hızla akan zaman içersinde bugün 2.6 milyon Türk Almanya'nın bir gerçeği, bir parçası oluyor. 1970 Köln'deki maçta aranızda Malatyalı var mı, Afyonlu var mı?' diye bağıran, parmaklarında sanki bir yüzük gibi takılı bir şekilde devamlı Stuyvesant sigarası tüten misafir işçilerin çocukları şimdi Alman takımlarında top koşturuyor.'Tip Top Altintop' marka oluyor Almanların gönüllerinde.
Zaman herşeyi hızla değiştiriyor: Almanya Türk insanı ve Türk ürünleri ile haşır-neşir oluyor.
Türkiye'de bile bulamayacağınız Türk sebzeleri, meyveleri, içkileri, sucuk, salam ve peynirleri Almanya'da on binlerce Türk dükkanlarında satılıyor. Türk gazeteleri, Türk radyoları ve Türk televizyonları Türkiye'yi her gün Almanya'ya taşıyor. Türkiye ile saatlerce telefon ile görüşmesi yapmak neredeyse sudan ucuz, hatta bazı saatlerde bedava. Bu son on yılda Türklerin önemli bir kısmı Alman vatandaşı oluyor. 200 bin Türk kendi tapulu evinde oturuyor.
Almanlar ile entegrasyon ve uyum politikalarında zaman zaman, yer yer sorunlar ve siyasi kurnazlıklar ve suistimaller olsada hayat iki taraf içinde hızla devam ediyor. Dengeler kayıyor.
Hayattaki alışkanlıklarımız bazen bizleri, bazen onları haksız duruma düşüyor.. Bazen biz , bazen onlar durumu abartıyor. İki tarafta da suistimaller oluyor. Bazı güç odakları bu gelişmeleri yönetiyor.Kimileri kendilerine bu gelişmelerden pay çıkarıyor, iki tarafta da alakasız kişiler veya gruplar kendilerini tarafların doğal temsilci ilan ediyorlar. Zaman hepsini eliyor, uçuruyor, unutturuyor. Hızla geçen uzun yıllar Türk ve Almanları birbirleri ile günlük yaşam içersinde daha sık karşı karşıya getiriyor, yakınlaştırıyor. Bazı talihsiz, belkide organize olaylara rağmen, biribirilerine ihtiyaçları artıyor ve daha yakınlaşıyorlar, birleşiyorlar, ortaklaşıyorlar, paylaşıyorlar.
Ülkemiz Almanların iyi tanıdığı, bildiği, sevdiği ülke haline geliyor.
Türkiye Almanların tatillerinde tercih ettiği 2. ülke kademesine yerleşiyor. Almanlar için 'Türkiye'de Tatil' 'Urlaub in der Türkei' bir tutkuya, bir yaz aşkına, bir yaşam sevincine dönüşüyor. Hele o sapsarı küçük Alman çocukları var ya, onların çoğu son yıllarda 'Anadolu Güneşi' ile boy atıyorlar. O en küçük Almanlar için çikolata gibi bir kavram taşıyor Türkiye: Küçücük, tertemiz dünyalarında Türkiye onlar için denizlerde yıkandıkları, su kayaklarından binlerce defa kaydıkları, doya doya lezzetli yemek yedikleri bir masal, bir tatil ve mutluluk ülkesi.
Almanya değişmeye devam ediyor: Milyonlarca Alman hızlıca emeklilik yaşına direk dayıyarak, sokaklardan çekilirken,Türkler tam aksine bir gelişme göstererek yüzbinlerce 3. nesil gençleri yaşamın tam ortasına doğru hayata salıyorlar.
Zaman kültürleri ve insanları birbiri ile harmanlıyor:
Almanlar ile ilişkilerimiz ilginç bir senteze gönüşüyor: bizim Alman olamadığımız konularda onlar Türkleşiyor.
Yeni Türk pop Müzik'i Alman-Türk gençlerini biraraya getirmeye başlıyor. Yeterli sayıda genç kalmadığı için kapanan birkaç bin kişilik Mega discoları Türkler Almanlar'dan kiralayarak hafta sonları büyük bir 'orient disco night'a dönüştürüyorlar. Alman ve Türk gençler kıvrak parçalara dans ederken yüksek sesle Türkçe şarkılar söylüyorlar. Almanya'nın her şeyi en iyi bildiğini zanneden, en çok satan gazetesi Bild Almanya'daki Türkler arası yaşanan töre cinayetlerini manşet yaptıkça, kara gözlü, uzun saçlı, dünyalar güzeli esmer kızlarımıza aşık olan,- beyaz tenli, uzun boylu, çaylak Alman gençlerin korkularından ödleri patlıyor. Hoşlandıkları, gizlice aşık oldukları Türk kızlarla epey mesafeli, taa uzaktan dans etmek mecburiyetinde kalıyorlar.Törelerimiz Almanya'nın ortasında dahi insanlara zulm ediyor.
Herşeye rağmen Almanlar ve Türkler en iyi iki şeyi boş vakitlerinde beraberce yapabiliyorlar.
Aralarında maç yapmak sonrada Türk rakısı ile efkarlanmak:
Birkaç istisna hariç yıllardır yumurta kırmasını bile bilmeyenler Türk restorantı adı altında Türk mutfağını Almanya'da gözler önünde katlederlerken, yeni nesil gerçek Türk gastronomlar yavaş yavaş mutfakları devralmaya başlıyorlar. Türk rakısı, beyaz peynir, biraz kavun ve Türk mezeleri ile gerçek Türk restorantlarında efkarlanan Almanlar'ın gece yarısına doğru gözleri ansızın öyle bir Türk bakışı alıyor ki, bakmaya doyamazsınız. Aman ne yazık kı: Almanlar efkar dağıtmak konusunda da benciliklerini hemen gösteriyorlar: 'Ne olacak bu ülkenin hali?' sorusu yerine 'ne olacak benim halim?' diye etrafa mırıldanıyorlar. Az da olsa aramızda çakır keyf hallerde bile kültür farkı hissediliyor. O kadar da kusur da olacak artık.
Ama bizde Almanları hep şaşırtıyoruz:
1999 Münih'te oynanan Almanya Türkiye maçını o zamanki bakanlarımız Erkan Mumcu, Tunca Toskay ile Vural Öger ve Jolly Tur'un sahibi Sinan Vardar ve ben yanyana izliyoruz. Hem Türklere jest olsun, hem de Almanlar da çok seviyor diye maç öncesi Tarkan konseri verdiren Alman yetkililer şok oluyor. Çoğu Almanya'da doğmuş onbinlerce Türk gençi Tarkan'ı o yıllarda halen Türkiye'de askere gitmediği için dakikalarca ıslık çalarak protesto ediyor, konseri engelliyorlar.
Birkaç kafayı yemiş serseri fanatik'in dışında maçın bitiminde birçok Alman ve Türk gencinin karşılıklı tezahürat ve itiş kakışlara rağmen aynı arabalara binerek evlerine gittiklerine şahit oluyoruz.
En çok futbol Türk ve Almanları biraraya getiriyor, dostlukları perçinliyor.
1984 yılında Derwall'in gelişiyle modern futbolun ucundan tutan Türkiye, Piontek ve Feldkamp ile sadece futbolda değil turizmde de hızla ilerliyor. Son 30 yılda Türkiye'de çalışan 18 Alman hoca, disiplinleri ve Türk insanına gösterdikleri sıcaklıkla sadece Türklerin gönüllerde hoş bir iz bırakmak ile kalmayıp, Almanların yoğun bir şekilde Türkiye'ye gelmeleri için ellerinde gelen herşeyi yaptılar, yapıyorlar. Türkiye'nin fahri tanıtım elçiliğini yapan Christoph Daum, Reiner Hollman, Holger Osieck, Reinhard Saftig, Joachim Löw, Horst Hrubesch, Hans-Peter Briegel, Rüdiger Abramczik, Jörg Berger, Werner Lorant her zaman sadece kameralara değil, kapalı kapılar arkasında da Türkiye hakkında iyi ve olumlu konuştuklarını hatırlıyorum.
Büyük etkinlikler, bayramlar ve afetler Türkler ile Almanları daha çok bir kaynaştırıyor. Yaşanan büyük turnuvalar, yarışmalar, etkinlikler ve yaşamın bir parçası haline gelen felaketler bize Alman ve Türk toplumlarının ne denli iç içe geçmiş olduğunu da gösteriyor.
On yedi Ağustos 1999 sabahına kadar Almanların Türkler'i sevmediğine inanlar bu onuda fikirlerini revize ediyor, değiştiriyorlar,. 2 milyondan fazla Türkün yaşadığı Almanya Türkiye'den önce yas ilan ediyor.
Hiç bir şey durmuyor. Zaman akıyor, dünya top gibi dönüyor.Aynı zamanda Almanyada ki Türkler kabuk değiştiriyor, nesil atlıyor. Türk futbolu dünyada tanınıyor.
Deukisch' ler maçları çifter, çifter, duble kazanıyor...
2006 yılında Almanyada gerçekleşen Dünya Kupası'nda, Türk-Alman dostluğunu yansıtan, çok güzel görüntüler ilk defa dünyada bambaşka, bilinenin dışında bir Almanya fotoğrafı sergiliyor. 2. Dünya savaşı sonrası Almanya'ya karşı bazı dünya toplumlarında halen devam eden gizli, saklı korkular eritiliyor. Almanya aniden huzur, coşku ve barış içinde müreffeh bir şekilde birbirleri ile dostça yaşayan, renkli bir mülti-kültür toplumunu yansıtıyor. Türk ve Alman bayrağını tek bayrak haline getiren yüzbinlerce Almanya doğumlu Türk genci 'Deukisch' adı altında toplumlar tarih ansiklopedisine girecek yeni bir nesil tanımlaması yaratıyor. Türk gençleri Alman'nın deu'sunu, Türkisch 'kisch'ini alıyor ve Deukisch'liği ilan ediyor. Deukisch'ler , biz iki toplumuda gönlümüzde, ruhumuzda barındırıyoruz, bizim için biri olmazsa diğeride olmaz, biz buyuz' diyorlar. Deukisch'ler 2006 dünya kupasında Almanya'nın bütün sokaklarında maç öncesi ve sonrası heyecanı iyice artırıyor, dünyanın her köşesinden gelen medya mensublarının önünde adeta yaşlanan Almanya için şaşırtıcı bir renk, tad ve enerji kazandırıyorlar.
Artık "Türk-Alman Kuşağı" (Deukisch) adlı dernek leri bile var. Alman basını Türk kökenli gençlerin iyi bir imaj için nasıl mücadele ettiklerini anlatıyor, bu potansiyelden yararlanmalıyız' diye manşet atıyorlar.
Çarşamba günü Deukisch'lerin yine onbinlercesi sokaklara dökülecek:
Ama şu kesin ve gerçek: Hangi takım kazanırsa kazansın Deukisch'ler final oynayacak.
Türklerin 'lastminute' başarılarına hayranlık duyuyorlar.
Turizmde de olduğu gibi en son dakikada, hatta en, en son saniyede bile tatil için Türk güneşinin bir ucunda kendine Anadolu sahillerinde bir yer bulabilen Almanlar milli takımımızın last minute gollerini bizler kadar ayakta coşku ile alkışlıyorlar.
Herkes Türkiye'yi tutuyor. Avrupa'da yaşayan 5 milyon kaçak mülteci ve kaçak işçiler, Hintliler, Moğollar, Japonlar, Çinliler, Latin Amerikalılar, Arablar, Afganlar, Iraklılar, Afrikalılar, Avrupa'da yaşayan müslümanlar, Arnavutlar, Boşnaklar hatta birçok Yunan bile bizi destekliyor.
Ezilmiş, itilmiş-kakılmış, sömürülmüşler Avrupa sokaklarında “Türkiye” diye bağırıyor.
Hayatı kalenin direğinden dönmüşler, yaşamda ofsayta düşmüşler, hayelleri saha dışı kalmışlar, her yerde ve herkesten kırmızı kart görmüşler, aşk'ta gol yemişler, kumarda penaltılık olmuşlar, gönüllerine sıkı tekme yemişler, rüyalarını taç'a atmışlar ve yaşam hakemi'ne küsgünler, hepsi Türkiye'yi tutuyor. Ve çoğu 'bende Türkiye gibi bu acımasız hayata son saniye golü atarak başarabilirim' diyerek tozlanmış, bitmiş, tükenmiş hayallerini yeniden cilalıyorlar.
Herşey bir yana, Türkler ve Almanların dost olmalarını istemeyen güçlerde var. Bir-iki sarhoşu organize edip, para karşılığı başkalarının üzerine saldırtan, komuoyuna kötü mesaj vermek isteyen, kamuoyunu korkutmak isteyen gruplar Almanya'da şu an köşe başlarında fırsat bekliyorlar.. Gizli örgütlerden tutun da, maçları fırsat bilip milli takımların formalarını giyerek aralarında hesaplaşan mafyalar, hem Türk hem Alman tarafında bulunun birkaç bin kişilik en uç grupların kendi aralarındaki gizli savaşlarının çarşamba günü devamına şahit olacağız.