Utangaç Bir Rakstı Gülüşlerin

Bir menekşenin esintisi sevdalı gönlümün harap kıraçlarında
Bir kadının gözleri dolaşıyor yârin uğramadığı mezralarımda
Gök rengini unutmuş, denizler kendi tuzunu yutmuş nicedir
Ve aşk müptela bir yalnızlık gibi yorgun ruhumu talan etmiş
 


Bildik bir gülüşün o hiç okşanmamış sözlerine aşina bir duruşmadan çıkarak yolcu etmiştim seni gerçeğine, gözlerindeki yalın yaşları elinin tersi, gönlünün demi ile silerken. Ruhunun duvarlarından dökülen o asırlık sıvaları anlatılarının arasına yeniden katarak sevginin harcını karmıştım ben, sen o bildik finalin kapı aralığından yüreğime bakarken. Utangaç bir rakstı gülüşlerin ve yağmalanmış bir güzellikti düşünüşlerin. Kelimeler sızacak bir aralık ararken, ben yılların eskitemediği ellerine uzanmanın planlarını yapıyordum, dudaklarımı o derin çizgilere hapsetmeyi dilerken.

Çığlık bu yüzden kendi uzantısına yabancı, sen bu nedenle uzakta tutuyordun sevilmelere muht/aç bedenini. Kırık sözlerine kahkahayı boşuna yükleyip, geminden kurtulmuş o yılkı atlarını yok yere gönlümün kırlarına salmıştın. Örülmekten bitap geçmiş zamanların kınalı mevsimlerine dönüş zordu ve işte bu yüzden zam/an/aşırı dökülüşlerin rahlesinde sözlere biçim yüklemek bu yüzden nafile geliyordu, bu yüzden gövdemizdeki huzursuzluk telaşlı sarılışlara bileniyordu.

Aynı durakların kekre yansımalarıydı bizi bir yolun iki ucunda bekleten. Gözlerindeki o sevinç ışıltılarını uzak bir dağ yamacında bir posta atmayı düşlediğimde, gülünç, ama garip bir haz aldığını görür gibiydim. Ocakta yanan ateş gövdeni dolaştıkça ve sen ellerini uzatıp gönlümü kendine çektikçe hazzım artıyordu nedense. Bir kurt ısırığıydı belki bileklerindeki, belki de gövdenden beline uzanan o siyah saçlarındı gelmeyen gece. Bakışlarının yorgun fenerlerini gönlümdeki kavla yakıp varlığını izliyordum toy bir âşık gibi. Seni senden habersiz düşlediğim anlarda prangalarla örselenen coşkum demleniyordu dikişsiz yorganların altında.

Damarlarımızın sınır kasabalarına çocuklar akın ediyordu birbirimizi düşledikçe. Zincirlerine kar düşürüyordu bakışlarım başka iklimlere taşındıkça.  Sen dumurlarla parsellenen gökyüzümün altında, yanı başımdaydın ve içtiğin her yudumda beni kendine, o mahrem derinliğine çekiyordun. Uzak bir ihtimalin kayıklarını bırakmıştım sevdanın yosunlu denizlerine anlayacağın, küreklerimde yalnızlık, bileklerimde hazin bir ayrılık vardı bu yüzden, sen ellerime tutunup, gözlerime sokulup, gönlümün çardaklarından usul usul giderken.

Yıkık duvar sancısı göğsümüzün derin ırmaklarına bir menekşenin yaprağı düşer ve nazlı bir edayla yâre gider. Sevişmesiz günlüklerin kanlı sayfalarından çıkaran ruhumuzu kanatır aşk, repliksiz oyunların nasırlı alkışlarıyla bizi temsil eder. Hangi düşün kemendi öldürmez bizi söyle! Hangi ruh halimizin tortuları gözlerimizi yakar. Umut koyarız yine de aldanışların adını, biliriz ki her umut günü gelince aşkın da sahnesini terk eder.

Masalsı bakışlarının terk edilmiş bozkırından hüzün topladım sen yokken, muradının renkleriyle ben yüzümü aşktan gizlerken. Yokluklardan var etti beni aşk, ben gül kokulu dudağının yeliyle kendimden geçerken. Sensizlik ekmiş yaradan evrene, biçare kelimeler serpmiş günlerce, kendi mutluluğunu yüreklerimize ekerken. O avuç içlerimize çizgiler çekmiş, kader dualarını ve sevgi ilahilerini biz kul gönlümüzün derinlerine gömerken.

O şarkılarla tırmandığımız mavi gökyüzümüzde her aşk bir filmin karesinde yer bulur kendine, üşür ellerimiz, mevsim polenleri yüreğimizde gezdikçe. Mavi düşe sarılır, düş kendine, umut yakarılı bir temsil olur seven gönlümüzde ve yağmur üşüşür özlemli bedenimize. Yakarılar susar, gözlerimizdeki yaşlar kurak ovalara yağar ve gün gelir kangren ömrümüzün terkisinde mutluluğa yol alır umutlar.

Tadımlık mutlulukların süzgecinden damlayan hayattır yine de aşk bakışlı yar. Yağmalanmış sevilerimizin ve yamalı dünlerimizin firari buluşmalarıyla örseleriz sevilmeye muhtaç bedenimizi, ardımızda dağlar, usumuzda bakir yurtlar. Hangi yağmur alır götürür bizden uzağa düşlerimizi ve hangi rüzgâr gövdemizin yangınını söndürür! Yorgun gönlünün düğmelerini aşka açmazsan, argın gövdenin inleyişlerini seviden esirgersen mana derinliğinde yiter, an serseri bir çığlık gibi umarsızca kendi boşluğunu döver.

 

Yayın Tarihi
05.05.2012
Bu makale 10658 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!