Tanrının Fırçasından Kadın

Her öykü bir yaşanmışlık öyküsünü saklar özünde, her yaşanmışlık bir öyküdür aslında ve aşkın iğnesi gibi batar bir gün yüreğin bir yerlerine. Hayat kimi karanlık bir yol, kimi aydınlık bir gelecek gibi gülümserken insana düşler ekilir geniş ovalarına, mevsimler dönerken toplarız ektiklerimizi ve bir yağmur altında kimi dudaklarımızdan aşkın türküsü, kimi de hüznün o garip sövgüsü dökülür…
Her an yaşanılacak bir mutluluk karesidir özetle, bizler o karelerde mutluluklarımızı izledikçe insan olduğumuzun farkına varırız…

 

Var ediş öyküsüne sığmayacak bir kadının dünyaya ışınlanışı ve yaşam panosundaki yerini alışıdır bu öykü. Her karesinde emsalsiz bir düşünüş, her rahlesinde bir yaşayış destanı, varoluş güncesi saklı. Bir mutluluğun tanımı gibi olağanüstü…

Günlerden herhangi bir gün ve Tanrı bulutlarla körebe oynuyordu. İçindeki garip sıkıntının sebeplerini soruyordu geceyi bekleyen haylaz yıldızlara. Ay kendi şavkında saçlarını tarıyor, usulca gülümsüyordu bu evrendeki yapayalnızlığına. Gökyüzünün o bomboş sokaklarında uzun süre dolaştı Tanrı. Canı müthiş sıkılıyordu ve birden ay ışığında saçını tarayan bir kadının aksini gördü yemyeşil sularda. Elleriyle dokunmasıyla bu aksin kaybolması bir oldu.

Tanrı yaşadığı bu kısa süreli şoku üzerinden atlatır atlatmaz karar verdi aklına yer eden bu görüntünün resmini yapmaya. Parmağını suya uzattı, suyun içindeki o kutsal ışığı aradı. Bir müddet dolaştı sığ sularda, derinliklere dalarak içindeki o muhteşem yaratıyı aradı, ancak bulamadı.

Saatlerce dolaştı gökyüzünde. Her bulutun altında bir şeyler aradı. Aradığı neydi, neden arıyordu düşünmedi hiç, tek istediği, tek düşündüğü şey o görüntüydü ve birden parmaklarına bir fırça tutuşturdu. Kuruldu bulutlardan döşeğine, sırtını güneşe, yüzünü aya ve yüreğini o görüntüye adayarak fırçayı dolaştırmaya başladı gökyüzünün enginliklerinde.

Uğraşısına durduğu, ne bir mutluluğun resmi, ne de bir güzelliğin çizimiydi. Sevginin sağanaklarından korunmasız bir düş perisinin menekşe tarlalarındaki yürüyüşüne benzemeliydi fırçasındaki yaratmak istediği son. Bir gülün yapraklarından akarak toprağa düşen, bir mevsim rüzgârının gölgeli mutluluklara güneş gibi sokulması olmalıydı. Yangınlı yüreğinin ağrılarıyla kavradı fırçayı, derin bir nefes aldı eşsiz gücünden ve ilk fırça darbeleriyle parmaklarındaki hüneri bulutlara akıtmaya başladı.

Şekiller belirginleşmeden önce suya düşen bir gölgenin aksine yeniden gözlerindeki ışıklarla sular serpti bulutlara. Bulutlar suyu emdi, emdikçe bulutların rengi yeşil bir tabakayla gülümsedi. Sessizlik sunaklarından yükselen çığlıklar ulaşıyordu tuvale. Her çığlık izli bir imge gibi çoğalıyor, iki yuvarlak şeklin derbendinde büyüyordu ve işte o an Tanrı şaşırdı, kendine inanamadı, gördüğü manzara karşısında sendeledi.

Bir bir patlıyordu bulutların kilitleri. Dağılan her düş sandığından o çıkıyordu ve fırçayı kavrayarak tuvali coşkuyla geriyordu. Tanrı çaresizdi, bir manzaranın etrafında öylece susuyordu ve neden sonra bu güzelliği tamamlayacak, tamamladıkça mükemmele ulaşacak bir yaratının çevresinde bağdaş kurarak oturmayı denedi.

Gördüğü güzelliği, tanımsızlığı ortaya çıkaracak ve sonra tanımlayacak tek şey kendiydi ve bu güçle sallamaya başladı fırçasını. Bir yüzün resmiydi ortaya çıkan. İki göze can verecek, iki bakışı tamamlayacak bir güç olmalıydı ve hırsla bulutlara yansıyan resmi belirginleştirmeye başladı.

Ortaya çıkan yüzü ay ile kıyasladı. Ayın parlak ışıklarını çalarak o muhteşem yüzle harmanladı ve güneş ışıltılarından özenle kırptığı uzantılarla saçlarını tamamladı. Yanaklarına mutluluk gamzeleri çaldı değişik gezegenlerden, ismi kendinde saklı bütün özellikleri itinayla bu yüze gizledi ve gözyaşlarını ona vererek bir anlamda ondan akabilecek her yaşın bedeli olacağını, her damlanın hesabı sorulacağını belirterek, gözyaşlarını onun mükemmel bakışlarına aktardı.

Düşündüklerini hayata geçirmek için çok fazla süresi kalmamıştı Tanrı'nın. Ay gökyüzünü terk etmeye hazırlanıyordu. Güneşin yakıcı ışınları henüz doğmadan, güneş saltanatını ilan etmeden eserini donatmalıydı. Hızla bu emsalsiz varlığın diğer vasıflarını tamamlamaya başladı.

Geniş ve alımlı bir omuz seçti ona. Heybetli, dik ve güçlü olmasını isteyerek. Bu omuzun üzerine oturttu şaheserini. Parmaklarıyla aşağılara indikçe tanrı, ellerine değdi kadının elleri. Sıcacık dokunuşlarıyla kavranan ellerinden kurtaramıyordu kendini ve okşanası bedenine tüm kadınlık uzuvlarını da ekleyerek onu bir mutluluk ağacı gibi örmeyi sürdürdü. En sona bıraktığı ruhunu dinlemek istedi resim bitmeden ve kulağını yaklaştırarak kadının dilinden dökülecek isteklerini sabırla dinlemek istedi.

Tanrının uçsuz bucaksız gözlerine baktı kadın. En çok muhtaç olduğu şeyi, sevgiyi istiyordu, sevilmek istiyordu ve anlaşılmak istiyordu. Bütün güzelliğinin albenisini taşıyabilecek bir erkek, kıyaslama yapabilmek için olmazsa iki erkek istiyordu. Yaratı olmadan, henüz dünyaya inmeden bunları fısıldadı Tanrı'ya. Söz aldı ondan ve mutlulukla gülümsedi.

Bir beden çizdi sonra Tanrı. Her kadında olan özellikleri, her kadında bulunması gereken vasıfları ona verdi. Ana olabilecek, yar gibi sarabilecek ve bir sevgili gibi bekleyebilecekti artık. Gücüne güç, yüreğine kişilik, varlığına katkı yaparak tamamladı kadını. Ona ruhunu üflemeden bu bedeni öylece seyretmeye başladı.

Uzun süre izledi Tanrı resmini. Ne eksikti resimde? Neyi unutmuştu düşündü bir süre. Bulamadı, çok da kafa yormadı ve ruhunu ona vererek, ay nefesini almadan bu mutluluk resmini evrene bir ışık kristaliyle gönderdi.

Suları geçerek, dağları inerek düze inince kadın bir mutluluk cenini olarak düştü rahme. Minik bir bedenin güzelliklerini yaşamadan büyüdü, serpildi ve kapısını çalan bir el tarafından mutluluğun evine nakledildi.

Kendi öyküsünü yazmak için, kendi sözünü söylemek için yıllarca bu mutluluk dairesinin içinde dolaştı kadın. Güzelliğinin farkına vardığında artık mutluluk avuçlarında yoktu. O mutluluk iksirini yudumlamaya başladığında tanıdı aşkı, kapıldı sevdaya ve tutuldu bir başka adama. Sarıldıkça büyüdü, büyüdükçe güçlendi ve serpildikçe mutluluk taşan yanakları sevilmeyi, kadın bedeni okşanmayı düşledi.

Şimdi, düşlerini gerçekleştirmek için zamana direniyor kadın. Bedenindeki alevin tırnaklarını ruhuna batırarak ömrünü uzatıyor ve sevdiği adamın kollarında olacağı anı bekliyor…
Bir tadım mutluluğa ellerini bastırmak, yüreğini onun sıcaklığına taşımak ve insan bedenini yine bir insanın, sevdiği adamın yüreğinde tanımak için…

Yayın Tarihi
21.08.2010
Bu makale 4453 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Tek kelimeyle olağanüstü bir deneme. Bu tarz mektupların hayatımızdaki yeri ve Türk şiirindeki duruşu çok önemli. Ama beni asıl etkileyen yazının taslağındaki ana şema. Döne döne okudum inanın. İçtenlikle kutlarım.

Feride Tunçkol 25.08.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!