Sakla Beni Yüreğinin Doğurgan Topraklarında

Hüzzam bir ömrün hüzün ihtilal'indeyim yar, yürüyorum uçurum boylarında
Unutulmuş rüyaların karelerine çağır bedenimi, musalladan önce al kollarına
Günüm ol, doğ şafak gibi sabahlarıma, ölümsüz şiirlerle ibadete durayım sana
İlkbahar olsun her mevsim, gizle beni aşkınla ruhundaki cennet kokulu odanda…

 

Kendi içinden çatlamış bir çıplaklığın suskun kıyılarına vurunca aşk, zamansız kavuşmaların hüzün pansiyonlarında çengel düşlerimize doğardı ay. Yapraklarından arınmış ağaçların matemli salınışlarıyla rüzgâr geçerdi yüreğimizin eksik hanelerinden. Kurumuş gözlerimize sular çarpınca uyanırdı gönlümüz anılardan ve çıkrıksız kovalar gibi düze çıkardık kendi derinliklerimizden.

Ruhumuzun yağmurlarla ıslanmış kavuşma fısıltılarında her dönüşümüz kendimize, her anlamsız hecemiz bir sel gibi yürürken üzerimize, kırgın şiirler birikir gönlümüzün saklılarında. Kanatları birbirine geçmiş göçmen kuşlar zamansızlığın kıyılarında dinlenirken acıdır göğsümüzün sol tarafına hükmeden. Sürgünlerden uslanmamış korkaklığımızın, hüzünlerden ders almamış hoyratlığımızın kendi kışkırtıcı gülüşlerini izleriz hiç bıkmadan.

Biliriz ki, yüreğimizi atıl tutan, kendi karelerinden çıkarak gecelerde bizi bulan sevda resimlerinde hep bir kavuşmanın çepeçevre yalnızlığına kollarımızı dolamak isteriz. Kendi öyküsünün renkleriyle denizleri düşleyen, kendi sağanaklarındaki ıslanışların ezginliğiyle aşkın derinliklerinde kendini gizleyen, güneşe yürüyenlerin ardında bıraktıkları gölgeler gibi, kendi isimsiz öykülerine bahanesiz ağlayanların soylu hayalleridir aşk.

Unutulmuş rüyaların yastıklarında biçare cümleler kurgularken, parmaklarımızı sıkan minik umutların gözlerindeki ıhlamur dallarına masum öpüşlerimizi asarız her sabah. Eskiyen yüzümüzün solgun damarlarında bir ıstırap gücenir. Yanıtsız bırakılan çağrılara veda susuşları yükledikçe, yürürüz kendi patikamızda. Uçurum boylarında göğsümüze dolan karanlıklardan, yüzümüze vuran şafaklardan nasırlı bir dönüşün sevisi dökülür birden, hüzzam bekleyişlere vurgun dudaklarımıza kış çöreklenir.

Bazen, sessizliğin memesindedir hüzün. Sağdıkça dinginlikle sarar insanı. Her acı, kendi girdabını kuşatan bir düşün yansımasıdır, gölgeli mutluluklarla yıpratmaz göğsünün duvarını. Yaşamın kırık gündönümlerinde umudun ceplerini karıştırırken, örselenmiş dudaklarımızda bir türkü büyür ve biz o nakaratı kendimizden çıkan türkülerde içimizdeki sancıları bölüşürüz. Dumanı sadece kendini saran dağlarla, tuzunu derinliklerinde saklayan denizlerle ve ruhtaki acılarını düşünüşlerinde sorgulayan insanlarla bir bütündür bu küre. Unutuldukça güçlenir, unuttukça içlenirsin.

Göğsümüzü örseleyen yorgun yakamozların kırık uzantılarında hep bir başınalığın derin iç çekişlerine vurur imgeler. Sorgulardan arınmış gemilerin yaslı güvertelerinde ay'ı izler bir kadın, bir sevdanın geliş türküsünü diline dolayarak. Kıyım sızılar küresine bir gül atar, deniz dalgalanır ve alır gemiyi götürür aşkın o çok uzaklardaki adalarına.

Gözlerin geçtikçe gözlerimin ovalarından, bir haller takınıyorum özlemli dudaklarımın harelerine. İnancımın kıyımlarla parsellenen kıyılarından gelip geçiyorsun, duvarlarımı yerle bir ederek. İlkbahar oluyor mevsim, sen ruhundaki izlence odalarında bir ışık seli gibi içime yürüyorsun. Sonra, ölümsüz sandığım düşlerin kıyılarına yürüyorum, her hali kendimize has düşünüşlerin içinde seninle birlikte kayboluyorum. Yabancı güneş doğuyor çevremde ve yalancı baharları anlatıyor şarkılar. Seninle zaman aşırı bir yolculuktur yaptığım, dünlerin köprülerinden geçerek yüreğinin geleceğine yürüyorum.

Bir gün, çözülünce birlikteliği ellerinin, aksak bir tökezlenişin umut kanaviçelerini as yaslı dallarıma. Her gidişin pusatlarına sakla bilge duruşlarımı ve dağ rüzgârlarına fısılda meselsiz aşklarımı. Ufuk çizgilerine varınca gözlerin yorgun kanatlarıma değecek, tavlı bir sevda uzanacak, bereket gibi yamaçlarına. Esirgenmemiş cümlelerle kelepçe gibi sıkacağız birbirimizin bileklerini. Çünkü, değişse de mevsimler, değişse de ismin, senin dağlarında, senin yüreğinde yetişen güllerin kokusu hiç değişmeyecektir gülüm.

Sen ki, bir çiy gibi uzarken yurdumun yemyeşil dağlarına, harlı ve namlı bir koşuyla toynaklarımla ezerim kıraçlarını. Hüzünlerimi gecelere saklar, gündüz gibi parıldayan gülüşlerini yüreğime odaklarım. İsterse o an, geceler en coşkulu anlarımı çalsınlar benden. Çözülsün düğmeleri özlemlerin, diren dudaklarımın titrek alevlerine. Aksak dilimdeki türkülerimle, yorgun gönlümdeki utkularımla dolarım demli bir çay gibi aşk bardağına.

Al götür beni desem, gülüşlerinin terli iklimlerine. Notlar düştüğün bir yaşanmışlığın defterlerini yırt at desem. Göçebe bir dünyanın kirli mintanlarını çıkar desem üzerimden. Bil ki gül bakışlım; ‘ölmek üç günlük ağıt, sakla beni yüreğinin doğurgan ve ölümsüz topraklarında'. Bırak, ihtilaller çıksın teninde, sesini içinde sakla suskunluklarının. Bir dağ yamacına ek sevdanın en ulu tohumlarını. Çıplak ayaklarınla ez, kokun sinsin içime, bir yaşamak türküsü gibi dol aşklarla ezgili yüreğime ve dilersen, kaldır başını, kavuşma yıldızlarını indir, sensizlik yağmurları yağmadan üzerime.

Yayın Tarihi
07.02.2011
Bu makale 8090 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!