Üşüyor Gölgemiz Aşkın Sahilinde

Sevginin has bahçelerinden geçerek bir ışık seliyle ulaştı merhaban ömrüme

En aşılmaz yolları aşarak el salladık sevda bahçelerinden yıllarca sevgimize

Lekesiz bir mutluluk serenadıydı aşk, mağrur bir edayla gülümsedik birbirimize

Açıldı kapıları yorgun gönlümüzün,  üşüyor gölgemiz şimdi yokluğunun sahilinde

 

Uzun menzilli ömrün kısacık nefeslenişlerinde bir sevinin gönül arkadaşı olurum seni düşündükçe gövdemin mor boyalı hücrelerinde. Bin yıllık bir düşünüşün sarı sayfalarında kendimi arar, aşkın ve yaşamın muradını boyarım sevginin duvarlarına. Hüzün kırık bir yorgunluğun iç ağrısıdır, kendi imparatorluğumuzun isyanlı aynalarında gönlümüzün yara berelerini görmek ister, vesikasız aldanışların karelerinde yalnızlığıma gülümseriz. Ve biz, en çok da kendimize sarılışların o sıkılı yumruklarını bunun için kimselere göstermez, bunun için göğsümüzdeki serçelerle ömür süreriz.

Puslu bir Akdeniz vaktine bir gülün kokusu düşer ya hani, o içimizdeki çocukları güneşli parklara salar gibi. Göz ucuyla bakarız kapıdan giren mutluluğa, sevinç gövdemizdeki hırçın dal olur ve ağar yıldızlara. Gövdemiz arsız bir yangın zemherisi olur, şifasız dertler gibi bedeni içten içe kavurur ve işte o an söyleyemediklerimizin, biçare yutkunuşlarımızın mağrur alyansı gibi bizi kendi sözlerimizle vurur. 

Gözlerimizin arsız sarmaşıkları baharı bekler ya hani, biriken gönül şıralarımız tırmanacak gökyüzü arar ve o içimizdeki sızılar içli bir kemana sürtünerek gövdemizi perişan eder. Ancak en güzel mutluluktur o anlar, en güzel düşünüştür bir anın kanatlarında yaşananlar, hiçbir güç onu bizden alamaz, o güzellikleri anlamsızlığın ruletlerinde bozduramaz. 

Yanağımızın o kıyı kasabalarına güneş inince ritmik bir nida ile sarılırız biz sözcüklere, gönlümüzün ırmaklarına güçsüz yapraklar düşer böylesi anlarda ve her ırmak kendi suyunu taşır yine de çok uzaklara. Kayıp bir döngünün meridyenlerini dolaşıp tekrar bize dönene kadardır bu süreç. Gün yükselir sonra, anılarımızın yırtık ceplerinde biz argın bir aşkın suretlerini arar iken.

Mülteci yakarışlarla avuç açtığımız bir söz sağanağıdır dudağımızdan arza yükselen çağrı, nefesimizdeki yankı düşlerimizi izleyerek karanlıkları deler. Sırlarla kaplı bu ömür hapishanesinin duvarlarında yaşanmışlık arar simyacılar, avuç içlerindeki kader çizgilerine gözyaşları düşer. Yaşamak deriz yine de adına, içimizdeki dirençleri sona erdiremedikçe takvimlerden düşer sarı yapraklar.

Bir dönüş rotasına kırılı yüreğimizin alaz kırlarında göğümüz hangi renk bakmayız. O içimizdeki yalın kelimelerin kanatlarından tutunarak evreni dolaşmak isteriz. Hep o yargılarla tufan olan iklimleri çeviririz kader kirmenimizde ve hep o atıl sözlerimizin bize geri dönüşünü merakla bekleriz. İçimizde bir vakitsiz çiçek açar, adını menekşe koyar, göğsümüzde atan deli atışlara isim bulamayız.

Tutundukça kendi yaramızın kabuklarına bir buzul yalnızlığı umarız yaşamdan, içimizin kör odalarında kendi düşlerimize ağlarız. Her bahar bir başka gülümser güneş, dünden kalan anıları toplamadan yaşamın denizleri biz kendi dualarımızla yaşanası anları yüreğimize çağırırız. Gönlünüzün o hayret tepelerinde sığ bir sevinci gözlerim ben, umarsız düşünüşlerin kitaplıklarına hüznün tozları gizlenince. Bir şehir kendi ışıklarını süzemez, yaşanmamış anların raflarında hicazkâr bir şarkı demlenince. Gövdemizde mutlu kıpırtılar dans eder, mevsim bahardır ve işte bu yüzden mutluluk bize nerede olursak olalım hep gülümser.

Yürek kendi içinde unuttuğu değerleri bir gün gelir arar da bulamaz. Her sancı aslını kaybeden bir düşün artığıdır, güneş saçlarımızda oynaşır, ay yüreğimizi ışıtır ve gökyüzü en sevinçli uçurtmalarımızı uçuşturur da mutluluğun tarifini kimselere söylemez. Her sancı içimizdeki umarsız devinimlerin gölgesidir,  unutursak gülmeyi,  gövdemizin dalgakıranlarına gelgitler yapışır ve bir ömür boyu gölgemize güneş uğramaz. 

Usumuzun karanlık yollarından umutlara topuk vuran kervanların aydınlığa yolculuklarından alaz bir hüzün yayılır, çığlıklar ekerek ilerlerler yaşam çöllerinde. Köklü bekleyişlerin çarpılarla demlenmiş molalarında bir sevda hesaplaşması vardır, araya acılar su serpmeden ayrılık ırmaklarına türküler ekeriz. Hicranın nar gözelerinden bu yüzden coşku damlar ve her gidilen adresin kapısında bu yüzden devrilmiş bir ömrün ismi aşkı sayıklar.

Adını bir türlü koyamadığımız bu düşler deryasında bilmelisin ki, sızılı bir korku yer bitirir günlerimizi. Hayat sularında sorular yüzerken, biz dalgalı düşünüşlerimizin gemilerine asla binemeyiz. Dualar süreriz kurumuş dudaklarımıza geceleri ve sevgiyle sileriz yüreğimizdeki asil terleri. Kimi acır gönlümüz gülüm, kimi de gökyüzünün en ulaşılmaz mavilerine asarız ruhumuzun şiirlerini.

Hikâyesi: Gölgesi karanlığa yaslanmış ve gövdesi aşkın omzunda sabahlamış yorgun bir düş sahilinde kelimelerden kuleler örerdi adam, avuçlarındaki madımak ülkülerin satır aralarında kendini bulmak için. Sızılar sürerdi yanık yüreğine ve elvedalar çağırırdı dalgakıran düşünüşlerinden. Gün kısalırdı. İç sızısı olurdu yaşamak, kavuşmak türküleri büyürdü dilinde, bir avuç mutluluk sürerek gönlüne, uzaklaşırdı yine kendi yanığını büyüttüğü hayat kıyılarından...

 

Yayın Tarihi
31.07.2011
Bu makale 9003 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!