Kayıp Düşlerin Tarlasıdır Hayat

Doyumsuz bir coğrafyanın dalgalı koyundayım, dudağımda sabırsız sözcükler
Üzerimde gök, ufkumda maviler, aşkın oltasını titretiyor ruhumdaki gelgitler
Bir gülüşün resmini çiziyorum evrene, gövdemin dört bir yanında kelepçeler
Bir yaşamak, bin ölmek sahnesi hayat, ilençli düşlerimizi bile çaldı haramiler


Ötesini hiç bilmediğimiz bir düş devriâleminin içinden çıkıp yürek süreriz şiirlere, göğsümüzdeki ağrıların yamalıklarıyla aşkın bayramlarına hazırlanırız çocuklar gibi.  Ötesini hiç dinleyemediğimiz bir düş şarkısının notalarından yaşanmışlıkları ayıklarız, kendi ruhumuzun müziklerini yaratmak için, içindekilerin ne olduğuna bakmadan. Zoraki bir yaşamın ve kıymetini bilmediğimiz var oluşların terkisinden izleriz hep hayatı, ayaklarımız toprağa basınca, yorgun bedenimizi yaşamın ovalarına atınca başlar kendimizle yüzleşmemiz.

O içimizin yalçın kıyılarında isimsiz gemiler dolaşır durmadan. Bir umut mendili saklarız avuçlarımızda, kimi baharda, kimi sonbaharda, kimi de hayatın son yudumunda sallamak için düş yolculuklarıyla. Derman ararız dertlerimize, yaşanmamış günlerimize bir çentik kazımak, engin denizlerde aşk kulaçları atmak ve hicranlı yüreğimizi avutmak için. Aşk nazlı bir menekşe gibi açar her mevsim hayatın gizli kıraçlarında. Kokladıkça mutlu, özledikçe huzurlu ve ulaşamadıkça gelgitli oluruz. O doyumsuz şölen var oldukça biz kendi benliğimizden çok şey feda ederiz.

Sızılarla örülü bir ömrün orta yerinde halaylar kurarız sevdaya, aşkın çığırtkanlığını yapmak için. İçimizin figanlarına yağmur düşer, kaybolmuş bir miladın sevilerine mevsimler gibi dökülürken. Avuçlarımıza kınalar yakar aşk, biz kırmızı bir şafakta düşlerin kayıplarını günlüklerden siler iken.
 Sorgulu bir kitaplıktır ruhumuz, aymaz kelimelerin ağrılarıyla şiirler dikeriz yürek kamaralarımızda. İçimizdeki korkak derinliklere aşkın asası inince, göğsümüzün titrek musallasına içimizin selleri gelince akarız kendi yaramızdan kan gibi, dökülürüz hayata şiir gibi, savruluruz bu ömrün içinde bedevi yalnızlıklar gibi.

Yaşamla ölüm arasındaki tek gerçek çizgi, yaşamı hazmetmektir... O hazımlı sulardan ve ömrümüzü besleyen kaynaklardan ömür yudumladıkça, göğsümüzdeki ince ağrılarla hayata sarıldıkça, usumuzdaki çocuksu sevinçlerle hayatı kucakladıkça ve ruhumuzdaki sevi kırıntılarını evrendeki tüm canlılarla paylaştıkça daha yaşanır, daha mutlu ve daha huzurlu olur bu hayat.

O içimizin suskunluğun atlası dile gelse, kanasa mor düşünüşlerimiz, savrulsa  içimizin pul pul coğrafyasında masumane düşlerimiz. Bir el olsa,  alsa avuçlarımızı yeniden, kaybolsak  ulu bir gövdenin dik dallarında, sarılsak tükenmiş bir ömre, sevda yüklü gemiler gibi, gitsek çok uzaklara. Belki de, doygunluğa erişmemiş bir yaşamın penceresinden izleyerek süzülmek hayatın uçsuz bucaksız enginlerinde, bir uçurtmanın kuyruğundaki jilet gibi. Dağılmak rüzgârın hırçın esişinde, kaybolmak kendi içimizde mecnun gibi. Dağları sindirmek haykırışımızla ve sevgisizleri susturmak sevgimizle, kristal bir kürede sonsuza dek yaşayacak sevgililer gibi

Yeni bir toparlanışın kucağından duraksamasız yolculuklara çıkmadan, önce gönül topuklarımızı yoklarız, nasırlı bir geçmişin porlu taşlarından şiir örerek. Yalan iklimler göverir yaban bahçelerimizde, avuçlarımızdan mor ütopyalar sızar, bir martı kanatlarında taşıdığı emsalsiz şiirlerle yaşamın denizleri üzerinden ihtişamla geçer.

Gönlümüzdeki sahra iklimlerinden usançlı çehremizin yansıması dökülürken en yalnızlığımızın sınırlarında güneşi izleriz. Göğsümüzdeki rüzgârla uyuturuz dizelerimizi, karanfil mevsimlerin çocuk çehreli sevinçleriyle gönlümüzü avuturken. Bütün mavilerin titrek serüvenleriyle en mahrem beklentimizdir sevdayı düşlemek ve sınırların sırlara gölge gibi sokulduğu bir menzilde aşkın miladı değişir, biz kıyısı olmayan denizlerde yapayalnızlığımıza sokuluruz. 
 
Biliriz ki, engin bir denizdir ve yaşanası ovalardır hayatın sırrı. Yüreğimizdeki atıl heveslerle ve kalıcı nefeslerle adımlarken ve kulaçlarken yaşamı onulmaz sevdalar çıkar karşımıza, kimi üşür, kimi yanarız. Hep bir kulaç ötesinde ve birkaç adım ileridedir asıl mutluluk, attıkça yorulmaz, yürüdükçe onulmaz oluruz ve sık sık nefeslenmek ihtiyacına düşüveririz. Tatlı bir yorgunluktur kimi yaşamak, yüreğimizin aynalarındaki yansımaları seyrettikçe inan daha güçlü ve daha mutlu oluruz.

Sancımızın derin boşluğuna gülüşlerimiz uğramaz ve hiçbir dal gözyaşıyla beslenmedikçe göklere ağmaz. Yollar birikince avuçlarımızda göklere çeviririz sevdalı bakışlarımızı, gönlümüzden geçen dilekler birikmedikçe yüreğimize dokunacak o aşk bize gelmez.  Işıkları yüreğimizi aydınlatan odaların soluğuyla pencerelere düşünce bakışlarımızın aksi, onulmaz bekleyişlerin haykırılarıyla yudumlarız gönlümüzdeki aşkı. Her yudumda hayat dökülür satırlarımızdan ve biz o sözlerin kilometrelerinden gün çekeriz, şafak sızılarını göğsümüzde hissederek.

Her yangın, uzaktaki düş sandallarına sıçramak istedikçe sevdanın kürekleri salınır nasırlı avuçlarımızda. Gölgeler silinir ayın ışıklarla dans ettiği sulardan ve an içimizdeki en hazin yalnızlık olur. Susar öfkeli gelgitler, içimizdeki derya aşkın ovası olur. Çoğalan bir bulut mevsimiyle ellerimizin renkli duvarlarına ten resimleri çizeriz kendi ruhumuzu okşadığımız anlarda, esmer kavisli gecelerde kendi bedenimizin sızılarıyla yaralı yüreklerimizi avuturuz.

Yayın Tarihi
01.10.2010
Bu makale 4284 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!