Asık Suratlı Bir Hancıdır Hayat

Rüzgârlı bir ömrün penceresinden izliyorum uzakları, gönlümde feryat
Çok sesli bir düşünüş senfonisi yüreğimde, haykırdıkça ruhumda kıskaç
Hüznün şehirlerinde güneşi bekliyorum, gönlümde muammalı bir hat
Gölgelerin dansına karışırız her sabah, asık suratlı bir hancıdır hayat…

 


Deniz kendi derinliğinde uçarı bir rüzgârı gizler, uç iklimlerin alaca sancılarıyla üşürken ellerimiz. Bir ömür hapishanesidir hayat, biz aşkın fırtınalı tepelerinde yaşamın günlüklerini sevdayla yazar iken. Her derinlik güncesiz sarılışların yurdudur, biz ömrümüzün ipekten saraylarında sevdalı sözcüklerden şiirler örer iken. Elde var hüznü çalmadan mevsimlerin senfonisi, biz kendimize sarılışlarımızın o korkulu kollarına yoksul düşünüşlerimizi atarız, işte o an hızla akan bir nehir olur yaşamak.


Yorgun bir bakışın o yoksul uzantılarında nemli bir yürekle baharları beklerdi bir kadın/Yolu yarılamış korsanların karanlık ellerine şiirlerini atar iken. Dumur olmuş yüreğiyle sokulurdu kendi bedenine, avuçlarındaki yalnızlık sırlarını aynaların en büyüğüne sürer iken. Çok sesli bir düetle geçerdi yalnızlığı, kaktüs bir düşün artığına yaşanmışlık bildirilerini sessiz bir gecede asar iken.


Her ayna vakti ermiş sevgilerin cılız kollarında madımak ülkülerle yansır uzaklara, derinliği yaşama savrulan umarsız gülüşlerin tüllerini sallar hışımla. Her ayna türkülü bir gün artığı gibidir, içimizdeki sevi saltanatını çağırır yoksullara. Her duruş bedeli sevgiyle karılmış bir düş bulamacıdır, birbirinden yudumlanan hayat meyiyle dolar boğazımıza.


Yüreğimize giydiğimiz o çocukluk esvaplarıyla büyüdük, mevsim kirli ellerimize yağmur olup yağmadan. Hicazkâr bir çığlık olup zincirler ekledik sevilerimize, dalıp bir büyünün içinden geçerek aşk olduk kelimelere. Ruhumuzu sırılsıklam eden bir zemheri bulutunun altında üşüdük, sızılı yanılsamalar içerek serpildik, rota olduk yelkenleri çürümüş mutluluk gemilerine. Sonsuz bir düş haritasıdır aslında yaşam, sarı  duvarlarımızda asılı duran. Biz içimizdeki o endamlı yerkürede bir zamansızlık sofrasını ararız, avucumuzda güneşi özleyen biletlerle.


Yoksul düşünüşlerimizin hicaz tepelerinde iç çekişlerimizin sesini dinlerken  o alaca karanlık tepe lambasıdır yüreğimizin, işgalleşmiş aşkların denizlerinde vurgun yeriz içten içe. Çığlığımızı kimseler duymaz, gönül dertlerimiz iki kişilik düşlere sarılır ve ruhumuz saatlerin sarkacında yangınlarla avunur. Sevdanın ocağına sürdüğümüz aşk işlemeli cezvelerden ne çok oldu içmeyeli ömür meyini. Dudaklarımdaki özlem çatlaklarına bir sevdanın yüreğinden ağan o ömür sakızlı kahvenin taneleri dökülmeyeli ve uyumak sonra gecenin asil gövdesinde, sonsuzluğun düş süvarileri gibi.


Çok ağrılı bir yaşam nöbetinin kayıklarıyla geçip gelebilsem keşke karşına ve çeksem sabırla o  karanlık denizlerin ayazını, cebimdeki ıslak biletleri güneşe sermek için. Yanık bir külün hicranını serpsek aynı denizlere ikimiz, gökyüzünün rengini yüreğimize boyatmak için. Çıkınımızda yorgun sevdalar vardır ah, bekletir bizi, eski bir zaman meyhanesinde unutamadıklarımıza ve ruhumuzda elleri olanlara sevgi kadehi kaldırmak için.


Ses kendini arayarak çoğalır, öfkesini yutkunuşuna saran bir düş sancısı bükmeden bileğimizi. Her sızı gün gelir bendini bulur, aşkın gelgitleriyle yıkamadan ellerini. Gün süzülür yaşamın dallarından, avuçlarımızdaki dost ışıltılarıyla yıkadıkça yüzümüzü. Fısıltılarla demir aldığımız ve sonsuzluğun o sır gemileriyle geceleri yolculuk ettiğimiz bir kocaman kazanın içinden ne güzeldir bulutları izlemek. Yoksul karanlıklara ne çok söz saklanır oysa. Ne çok hicran yarası o sonsuzluğun içinden yüreğimizi delip geçerek sorgularımızı tarumar eder. Dalga kabına çekilmeden, o aşk bulutları yağmur olup üzerimize düşmeden bilinmiyor yaşamın geometrik şekli.


Çoğul bir sancının ara taksiminde kıymıklarla onarılı bir aşk salına tutunarak çağlar aşarız, o içimizin devrik miadıyla mevsimler geçer, yoksul bir yüreğin kıyı kasabalarında ömür tüketiriz. Anlamın sırça saraylarında vakit hep aşktır, gülümsemeyi unutturduğumuz gönlümüzün yara berelerine aldırmaz, gökyüzünü avuçlarız hoyrat ellerimizle. Gün dökülür yine içimizden. Ağrımız sevdaya tutunur, dudaklarımızdaki umut türkülerine umutlu ritimler uydururuz.


Toprağın örsüne serptiğimiz cümlelerin haylaz mevsimleriyle bir yangın yerine düşürürüz yolumuzu, içimizde bir kar bela, dudaklarımızda oruç ve ruhumuzda susku/lu bir mırıltı ve damarlarımızdan kayıp giden günlerin hışırtısı. Yol isteriz yolcudan ve durdurmak isteriz zaman aşırı bir düşü en hassas yerinde/n. Düşlerimiz kırık bir gülün dalına tutunur ve yağan yağmurlarla birlikte dudaklarımızdaki aşk mutlu bir şükürle buluşur.


Mevsimler kırık bir iç sesi bırakınca dergâhımıza böyle şiir tüter aşka sevdalı bacamızdan. Dumanı yel üfürür, yel şiirin koluna girerek sözlere bölünür. Kılı kırk yararak içimizde yeşerttiğimiz bir yaşama aşkının merdivenlerine kar düşer, mevsimsiz yaşanmışlıkların penceresine gölgemiz sokulunca. Hep devrilmiş bir ömrün kıyısına bekleriz mutluluğu, göğsümüzdeki dargın anların sahnesinde alkış beklerken.


Hikâyesi: Asla geriye döndürülemeyen bir zaman ruletinin kaygan sırtında düş parmaklarımızın izini bırakırız, yorgun bir yol arkadaşımızı ruhumuzda ağırlayarak. 'Her aşk yarım bir yolculuktur' sağrısında özlemi saklayan, sırtında sevdayı taşıyan ve yüreğinde umudu karıştıran asık suratlı bir hancıdır hayat, o sonsuzluk ovalarında an neyi gösterirse oraya çeviririz yaşam ve sevgi rotamızı.

 

Yayın Tarihi
25.01.2011
Bu makale 6728 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!