Ruhumuza Mutluluk Biçmek ve Bayramlar!..

Yaşamla mayalanan bedenlerimizin hassas ökçesine uzak mutlulukların pulunu yapıştırırız her bayram sevincimizde biz. İnsan düşlerimizin yakasındaki o asil kir gibi nazlı yüreklerimizi coşkulara uğurlar, gönlümüzün çocuksu mutluluklarını üç beş güne sığdırarak o çetin yaşamak ağacına bir çırpıda çıkarak avazımız çıktığı kadar bağırır, masmavi bulutlara el sallarız.

Oysa hızla tükenen mevsimler gibidir hayat. Kendi kabımızın o saydam tabakasında şarkılar söyleriz sessiz, umutlar süreriz yüreğimize kimliksiz, kimsesiz. Bir avuç gözyaşıdır kimi sermayemiz, belki de mutluluk diyerek sevilerimize katık ettiğimiz.

Gönlümüzdeki o bayram sevinçlerine hazırlanıyoruz yine. Mevsimler Ekim'i terk etmeye hazırlanırken biz çetin bir kış öncesinde sevdiklerimizle, eş, dost ve akrabalarımızla bir arada olmanın o anlatılamaz mutluluğuna hazırlıyoruz kendimizi. Evimizdeki eksikler, çocuklarımıza beğendiğimiz bayramlıklar, konuklarımıza ikram edeceğimiz tatlı, çikolata, şeker vb. derken o tatlı koşuşturma ile yuvarlanıp gidiyoruz böyle.

Ne kadar inkâr edersek edelim, en güzel bayram çocuklara. Fakat yine de her çocuğun bayramdan aldığı haz bir başka, daha bir farklı ve o minicik yüreklerinde taşıdıkları anlam bir diğerine göre daha anlamlı, belki de daha şaşaalı.

Hiç unutmam!. Arife günlerindeki o tatlı telaşlar yıllar önce sanki daha bir başkaydı. Çocuklarımızla birlikte çarşıya çıkmak, o devasa kalabalığa karışarak ihtiyaçlarımızı gidermek, cüzdanımızdaki o her adımda azalan umutlarımıza karşın mutluluğa çantalarımıza ve poşetlerimize doldurmak ve neredeyse gün boyu dolaşmaktan ayaklarımıza inen o inanılmaz yorgunluğa karşın dingin bir bedenle yeniden yuvamıza dönmek.

Daha öncelere giderek, yani çocukluğuma dönerek kısa bir nostalji turu yapalım dilerseniz hep birlikte. Sizler de o karelere bayramlarınızı sıkıştırın, o karelerden en beğendiklerinizi alın isterim. Çünkü bayramlar sizin, bizim, hepimizin.

 

Sanırım ilkokula yeni başlamıştım. İlçenin merkezinde babamızın elini sıkı sıkıya tutarak, onun bizi götüreceği yerlerin merakıyla sessiz, meraklı ve hep umutlu. Kaçımız bilir ki naylon ayakkabıları. Çorapsız giydiğin zaman ayaklarında iz bırakan, o yandan bağlamalı, o havadar, havalı ayakkabıları!. Mis gibi plastik kokusu dolardı dükkândan içeriye girer girmez ciğerlerimize. Mavisi, yeşili, kahverengisi hatta pembesi. Renklerin albenisiyle çocuk gönlümüz kendimizden geçer, ayağımızı sıkmayan, bize en çok yakışanı giydikten sonra; "Bunu alalım baba" derdik usulca.

Babam gözlerime baktığında başımı öne eğerdim hep. Bakışları ne kadar asildi, mağrur ve ciddiydi. Ama güldü mü bizi de güldürür, onun kocaman ellerine tutunmak hep iyi gelirdi. Yolumuz manifaturacılaraydı sonra. Orada olursa birkaç pantolon, olmazsa, yani mevsimine göre askılı, önleri minicik para cepli pantolonlar beğenirdik. Sonra onun üzerine rengârenk gömlekler, kazaklar ve bir çift de çorap alınınca bizim eksiklerimiz tamam olurdu.

Rahmetli anam ise pek olmazdı bu alışverişlerde. O maharetli elleriyle bizlere tatlılar, yemekler, pişiler yapardı sabah ezanıyla ayağa kalkarak. Eve döndüğümüzde babam ona pazen basma biçtirirdi biz bayramlıklarımızı incelerken, Üzerine bluz bakardı uzun uzun. Onları kendi eliyle taşırdı, eve gidince anamın mutluluğunu yaşamak için.

Eve dönüşümüz hep muhteşem olurdu. O tozlu, uzun patika yollardan giderken at arabaları giderdi yol boyu. Babamın tanıdıkları olunca dururlardı yanımızda ve bizler atardık yorgun bedenlerimizi üzerine. Atın kokusu toprak kokusuna karışır, ara ara kırbaçla hızlandırırdı arabacı arabayı. Ne güzel bir ses çıkarırdı o araba, hangimizin aklında ki!

Evin kapısını açarak içeriye daldığımızda o mükemmel havayı ciğerlerimize çekiverirdik. Herşey tamamdır ve köşede nar gibi kızarmış baklavayı, sarı burmayı avuçlamak gelir içimizden. Ama anam hep tedbirlidir, bizi göz hapsinde tutarak, "Aç karnına tatlı yemeyin" diyerek o mükemmel sofrayı kurardı bizlere. Yemekler yenir, üzerine çaktırmadan tatlılar yenir ve erkenden uykulara dalıp, günün bir an önce bitip bayrama ulaşmasını dilerdik.

Sonraki süreç çok daha farklı bir öykü. Acele yapılan kahvaltı, kurban bayramı ise kesilen kurbanlar, ramazan bayramı ise eş dost ziyaretlerine çıkılan seferler. Her evde farklı telaş, her yüzde farklı mutluluk. Bizler topladığımız o mutluluklarla bayram yerlerine akın ederdik. Kuşların şarkıları bile başkaydı o dönemde ve insanlar birbirini kucakladıkça bizler kendi değerimizi anlardık.

Bayram yerlerindeki anlamlar, macuncu amcanın macun lezzetleri, şekerci dedenin horoz şekerleri, tadını hala unutamadığım o tirmisleri ve payton seferleri. Kuyrukta beklediğimiz sinema keyiflerinde çıtlattığımız ayçiçekleri, içtiğimiz devasa gazoz lezzeti ve fıstıklarıyla perdedeki kahramanlar, şimdilerde birer birer sonsuzluğa uğurladığımız figüranlar, aktörler!..

Hayat yine hep aynı ekseninde dönse de, bayram sevinçlerimizi eksiltemiyor işte. O dimağımızdaki anı lezzetiyle, o ruhumuzdaki tanımsız devriâlemiyle bayramlar insan yönümüzün en tanımsız öyküleri bence. O öykülerde hep olmanız ve o öykülere hep yeni kahramanlar eklemeniz dileğimle, İYİ BAYRAMLAR…

Sevgiyle, mutlulukla ve İNSANCA…
 

Yayın Tarihi
25.10.2012
Bu makale 8527 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
bundan böyle sizler yazışma yapabilir miyim görüşlerimi aktara bilirmiyim alevi örf adedleri hakkında ve kurban bayramı hakkında olsun

halil..hüyük 28.10.2012

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!