İyi ki yazmışım…

Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği, AKTOB’un genel kurulu öncesi kaleme aldığım ve “Bu Nasıl Seçim?” başlıklı yazıma ilgi tavan yaptı.

Sektörün içinden olduğu kadar, dışından da görüşlerini iletenler oldu.

Kızan da oldu, alkışlayan da hatta ayıplayan da.

Yazılı medyada, Sabah Akdeniz’de Erdoğan Kahya Ağabey yazımı referans alıp kendi görüşlerini bizle paylaştı, Nizamettin Şen Ağabey elimi taşın altına sokmaktan kaçtığımı ima etti, Akşam Akdeniz’de Mevlüt Yeni dostum en ağır eleştiriyi, her satırda dozunu arttırarak, son derece sert bir üslupta, köşesinde “Özer’e yakıştıramadığım yazı” başlığını atarak yazdı.

Sonuç olarak bir yazdık, bizim mahallenin gündeminin tam ortasına oturduk.

Açıkçası hoşuma gitti. İçim şöyle bir ürperdi.

Havaya girdim bile denebilir.

Geçen hafta, cumartesi günü, tam böyle, egom en üst seviyelerde gezerken, söylenenlere, yazılanlara cevap vermek için klavyenin başına oturdum, baktım içimdeki “Ben bilirim” duygusunu bastıramamışım, yenememişim, herkese ve her eleştiriye saldırmak istiyorum, hemen masadan kalktım, kafamı toparlamak ve daha sakin düşünüp, ön yargısız yeniden size dönmek için bir hafta beklemeye karar verdim.

Şimdi, 7 gün sonra, direkt bana yazılanlar ve farklı isimlerden gelen mesajlar önümde duruyor.

Bir gözüm bilgisayar ekranında, diğeri gazete kupürlerinde.

Gülen yüzüyle, kırlaşmış sakalıyla sevgili Nizamettin Ağabey, eli çenesinde ciddi bakışlarıyla değerli Mevlüt dostum, tonton, babacan bakışıyla büyüğüm Erdoğan Ağabey…

Ben cevap hakkımdan vazgeçiyorum.

Ben gazeteci değilim, polemik benim işim değil.

Ben görüşlerimi aktarmaya çalıştım.

Şimdi sizden tek ricam, zaman ayırıp, o yazımı bir daha okumanız.

Ön yargısız ve iyi niyetli olduğuma inanmanız, bir durum tespiti yaptığımı hatırlamanız, kişilerle, isimlerle değil, icraatla ve sonuçla ilgilendiğimi bilmeniz.

Artık karar sizin, ister ayıp ediyorsun, ister kaçıyorsun diye yazın, saygıyla okuyacağım…

Cevap hakkımı kullanmadım ama iki noktaya açıklık getirmem gerekiyor.

1- Sururi Çorabatır’ı, yani yeni AKTOB Başkanı’nı tanımıyorsan bu ayıp sana yeter  yakıştırması:

Sanırım iyi anlaşılmadım, benim Türkçemin zayıf olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Ben “Sururi Çorabatır’ı tanımıyorum” demedim. Ben “Başkan adayı kim, seçimde hangi liste oylanacak, genel kurula gelene kadar bilgim yoktu, kimse bana ‘adayım’ diye ulaşmadı, bu yüzden başkan adayını tanımıyorum” diye yazdım.

Daha açık anlatmaya çalışacağım, genel kurul kapısından girene kadar (yazımı daha önce yazmıştım), AKTOB’u telefonla arayıp sormama rağmen, kimse bana başkan adayının ismini söylemedi. Bana bu bilgi, yani yeni başkan adayının ismi, seçim saatine kadar, medya yoluyla ya da dernek içi iletişim kanallarıyla da ulaşmadı.

Umarım bu sefer anlatabildim.

Beni yakından tanıyanlar bilir, “Sururi Çorabatır da kim?” gibi bir soru ortaya atıp, böyle bir saygısızlığa asla imza atmam.

2- Kendi yazı yazdığım gazeteye karşı eleştiride bulunmaktan kaçındığım iddiası.

Ben gazeteci değilim. Benim, senin, onun gazetesi yaklaşımı benim için geçerli değil. Yazılarıma müdahale olmadığı sürece, bana yer veren her saygın basın kuruluşunda görüşlerimi yazarım. Daha önce büyük bir zevkle ve gururla, Akşam’da, şimdi de Sabah’ta, belki yarın başka yerde yazacağım ya da bana “yeter” denecek..

Kim bilebilir?

Sabah’ı korumak bana düşmez, Sabah’ın da korunmaya ihtiyacı varsa, beni bağlamaz. Kısaca, benim gazetem yok.

Benim köşemden, kişiye özel bir bakışım var.

Gelelim AKTOB genel kurulunda ne demek istediğime.

Kürsüden genel olarak medyanın turizme uzak durduğunu, yeterli bilgi sahibi olmadan, kulaktan dolma bilgilerle, turizme gündemin en uzak köşesinden değindiğini anlatmaya çalıştım..

AKTOB’a, yeni yönetim ve başkana bu konuya mutlaka önem vermeleri gerektiğini anlatmaya çalıştım ve Sabah ekonomi sayfasından bir örnekle konuyu daha da somutlaştırmak istedim.

“Bakın benim yazdığım gazetede de (Sabah) eksik bilgiyle yorumlanmış, yanlış haberler çıkabiliyor, bunu ben tek başıma düzletemem, sizin dernek olarak, birlik olarak bu konunun takipçisi olmanız ve gerekiyorsa masaya yumruk vurmanız şart “dedim.

Sanırım bu noktada hem yazılı, hem de sözlü anlaşılamadım.

Daha fazla uzatmayalım, pazar günü sıkıcı ve karanlık bir yazı oldu.

Kimse kusura bakmasın, şimdi turizmi kurtarmayı bırakın, çıkın sokağa, temiz havayı (hala kaldıysa) içinize çekin.

Herkese iyi pazarlar…

 

Bu kadarına da artık ‘pes’ diyorum…

 

Türkiye Jokey Kulübü at yarışını özendirmek, tabana yaymak için yeni bir kampanya başlattı.

“Atlar Koşsun, Ev Sizin Olsun.”

Görsel ve yazılı medyada reklamlarına, ilanlarına rastlamamış olmanız mümkün değil. Slogandan da anlaşıldığı gibi ganyan kuponu dolduranlar arasından bir talihli süper lüks bir daire kazanacak.

Benden size uyarı, içinde at koşturacağınız evin peşinden giderken eldeki yuvanızdan olmayın

Hepimiz biliyoruz, herkes kabul ediyor, (Jokey Kulübü’müz en yakından takip ediyor) at yarışı ülkemizde en yaygın kumar türü olma yolunda İddaa ile büyük bir yarış halinde.

Şimdilik İddaa burun farkıyla önde gibi.

Eyvah, ağzımdan kaçtı, yazıverdim, o yasak kelimeyi kullandım, “kumar” dedim.

Hem de “at yarışı kumardır” diyerek tam çuvalladım. Umarım Jokey Kulübü Başkanımız bana çok kızmaz, malum onlar at yetiştirmekle uğraşıyor, kumarla hiç alakaları yok. Yakından uzaktan bu ganyan olayıyla, bahis işleriyle uğraşmıyorlar. Onlar ülkemize safkan taylar yetiştirmek için sabah, akşam ahırdan ahıra koşturuyorlar. Sağ olsunlar, var olsunlar…

Biz konumuza dönüp, hatırlayalım, bu ülkede alkollü içecek reklamı yasak, sigara içenin geleceği kalmadı (anayasada idam yok ama sigara içenlere özel uygulama hazırlanabilir), kumarın her türüne karşıyız, yasal kumarhaneleri kapattık, her yıl yüzlerce milyon dolarlık turist potansiyelini Yunanistan’a, Mısır’a hediye ediyoruz, ancak at yarışı, iddaa, loto, toto konu oldu mu, vatandaşımızı kemiren kumar illetini görmezden gelip, kafayı çevirip, susuyoruz. 

Yıllarca kumarhanelerde yapılan çekilişlere, sunulan açık büfelere, haklı olarak karşı çıkanlar, kumarı özendiren her tanıtım, promosyon yasaklanmalı diyenler, her gün kumarhaneler kapatılmalıdır diye yazanlar, şimdi sizlere minik bir sorum var.

Lütfen net, kısa ve özet bir cevap verin, sakın “ama” diye başlamayın ve at yarışında dönen kumarı kamufle etmek için lütfen bana bu kadar savunma fonuna gider, şu kadar da koruma, geliştirme fonuna ayrılır diye  kılıf uydurmayın.

İşte sorunuz, cevabını bekliyorum.

“Altılı ganyan reklamları, ilanları, televizyonda bu yarışların canlı, naklen, kesintisiz yayınlanması, gazetelerde kitap kalınlığında bedava ganyan bülteni dağıtılması ve son olarak bu ‘Atlar Koşsun, Ev Sizin Olsun’ kampanyası hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Yıllarca yabancının bile kumar oynamasına izin veremeyiz, insan insandır, milliyeti olmaz, herkesi kumardan korumalıyız diyenlere, kumarhanelere yönelik en ağır eleştirileri

her ortamda medyayla paylaşanlara da bir sorum var.

“Her mahallede, her köşebaşında, kimin girdiği, çıktığı belli olmayan, leş kokan mekanlarda at yarışı, iddaa adı altında bahis sektörünün katlanarak büyümesine, kumarın televizyon kullanılarak evimizin oturma odasına sokulmasına, bahis salonlarına girişte kapıda kimlik kontrolü yapılmamasına ve ardından da at yarışını promosyonla tabana yayma çabalarına yönelik iki cümle ağzınızdan çıkmayacak mı?”

 

Yayın Tarihi
20.01.2008
Bu makale 631 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!