Cennetin Bakireleri

Cennetin Bakireleri

 

Özellikle kız babalarına, annelerine tavsiyem, ilk fırsatta Barbara Wood’un dünya çapında başarı kazanan romanlarından biri olan “ Cennetin Bakireleri”ni mutlaka okuyun. 

1945 yılının Mısır’ından günümüze uzanan, bir öykü.

Kahire’nin dar, sıcak ve tozlu sokaklarıyla modern kumarhanelerinde birbirinden büyük sırların peşinde koşan üç kadın.

Hedef ise her kadın için aynı: Kendi cennetini bulmak.

Bir nefeste, elinizden düşürmeden, zaman zaman gözleriniz dolarak okuyacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınımıza hediye ettiği, sağladığı değişimi, gelişimi çok daha iyi kavramanızı sağlayacak.

Israr ediyorum, mutlaka okuyun.

 

 

Savaş baltasını gömdüğüm yerden çıkartıyorum

 

Bugün son  kupa maçında Galatasaray-Fenerbahçe sonrası okuduğum, dinlediğim ve zaman zaman hiç istemeden müdahale etmek zorunda kaldığım sarı lacivert yorumlar hakkında bir iki cümle yazmak istiyorum.

Aslında “derby” maçları üzerine, benim gönül verdiğim renklere sempati duymayanlarla “gereksiz çekişmeler çerçevesinde” konuşmaya, tartışmaya kesinlikle karşıyım. Bu tavrım başkalarının düşüncesine, görüşüne saygı göstermediğim şeklinde anlaşılmasın, bu mesafeli, tartışmaya ve eleştiriye kapalı yaklaşımımın nedeni, konu futbol ve renklerimiz, özellikle de GS-FB rekabeti olduğunda, tüm mantığımızı ve değer yargılarımızı kaybedip, körleşip, başka bir kimliğe büründüğümüze inanmamdan kaynaklanır.. Çok sakin, sabırlı ve çevreme sonsuz saygılı bir yapıya sahip olmama rağmen, (çevrem öyle diyoo..) ben de tartışma Kadıköy, Ali Sami Yen merkezli olunca maalesef kontrolü kaybedip kırıcı olabiliyor sonra da çok üzülüyorum. Bu nedenle tekrar altına çizerek yazıyorum, ben GS-FB maçlarının ve rekabetinin geyiğini sadece sarı-kırmızı ortamlarda yapmayı, çevrem çok renkliyse susmayı tercih ediyorum. Bu kararımı okuyanlar şimdi benim için, “medeni cesareti yok vb.” diyebilirler.. Onlara bile saygım var ama koyulaşmış sarı lacivert sohbetlere katılmaya, görme özürlü yorumcuları dinleyip, karşı taraf olmaya zorlanmaya kesinlikle “hayır” diyorum.

Bugün burada kayda geçirmek istediğim kısa notlarıma, Turkcell Süper Lig’de ilk devrede Kadıköy’de oynanan maçtan sonra, 16 Aralık 2007 tarihli “Dünyanın sonu değil ama…” başlıklı köşe yazımdan alıntıyla başlamak istiyorum:

Bu yıl şampiyon oluruz, kupayı alırız, Sami Yen’de Fener’i yeneriz, bu sonuçların hiçbiri son 90 dakikada Kadıköy’de yaşananları değiştirmeyecek. Benim için kolay olmayacak. Umarım Galatasaray camiası  bu şoku çok daha kolay atlatır ve yeni stadıyla, yeni anlayışıyla, evinde yeniden bulduğu huzurla kısa sürede bu güç farkını kapatır.

Şimdi ben bu yazıyı yazalı daha 3 ay bile olmamış, geçen kısa süre içinde, biri Anadolu yakasında, diğeri Mecidiyeköy’de oynanmış iki aşamalı bir kupa mücadelesi var.

180 dakikalık kapışmanın ilk bölümünde Galatasaray ezmiş, golü bulamamış, son bölümde, kendi sahasında eksiltilmiş Fener karşısında 2-1 kazanmış, turu atlamış, Fenerbahçe’nin çeyrek asırdır kurduğu kupa hayallerini bir sene daha beklemeye almış.

Yukarıdaki arşivden alıntıyı bir daha okursanız, aslında bu rekabete hangi açıyla, nasıl tarafsız bakmaya çalıştığımı görebilirsiniz. Ancak son kupa maçından sonra, 90 dakikanın skorunu, elenen ve kazananı hiç konu bile etmeden, tüm dikkatleri kartlara, hakemlere yönelten koyu sarı-koyu lacivert çıkışlara çarpınca 16 Aralık’ta yazdıklarımdan pişmanlık duydum. Düşüncelerimi içimde saklamalıymışım. Bu rekabette görüşlerini açık, sansürsüz rakiple paylaşmak yanlışmış. Şimdi daha iyi anladım ve sarı-kırmızılı dostlarımdan özür diliyorum.

“GS- FB” denince, spor dalı fark etmez,  ödül önemli değildir, gazozuna bile oynansa her iki camia da kesinlikle kazanmak ve üstün olmak ister.

Bu yıl bu kupayı mutlaka müzesine götürmek ve üstelik Galatasaray’ı evinde eleyerek bu hedefe ulaşmak için, gizlice kendini yerden yere atanların, maçtan sonraki demeçlerinde Fortis Türkiye Kupası’nı “zaman kaybı” olarak değerlendirmesini de tarihe kara bir leke olarak düşmek gerekiyor.  Bu da mı yanlış tespit?

Futbolseverler,

Bu kupa turunu ezeli rekabette öne çıkıp, bileğinin hakkıyla Galatasaray başarıyla geçti. Maçın kaderini belirleyen kartlarında hakem yüzde yüz haklıydı. Örnek, ders olacak bir yönetim ortaya koydu.

(Nasıl oluyormuş? Bu yorumu okuyunca ne hissetiniz ey sevgili Fenerli kardeşlerim?) Konudan sapmayalım, hakem, kart vs konuları detayın detayı.

Televizyon arşivlerinde, tarihe bu tartışmayı yayacak çok örnek, çok kayıt var.

Kaba olacak ama, “Açmayalım kara kutuyu, çevirmeyelim sarı yaprakları, iki tarafın da altı oldukça ıslak..”

Lütfen rica ediyorum, Fenerli dostlar, elimizi sıkmayı ve “bizi yendiniz, tebrikler” demeyi becerin. Zor değil. İnanın bana sarı lacivert apoletleriniz sökülmez. Deneyin, biraz alçakgönüllü olun, inanın bana becerebilirsiniz.

Cumhuriyetimiz var, Avrupa Sultanı olduk, biz UEFA Şampiyonu yenmeyi severiz” esprilerinize dişlerini sıkıp, gülümsemeye çalışan rakiplerinize bu saygıyı gösterin.

Bu yıl da tarih değişmedi. Kupa’da kaybettiğinizi ve bu son maçta Galatasaray’a yenildiğinizi kabul edin. Bu kadar basit. Canınız acımış olabilir, “Büyük Başkan”ınıza rağmen kaybetmiş olabilirsiniz, hatta belki sizin için çok acı ama “sallayacak” Ulusoy Federasyonu yok, yeni Federasyon da sözlerine sadık kalmamış olabilir. Ne yapalım? Dünyanın sonu değil, bir dahaki sefer siz de bizi yenersiniz. Biraz sabır, zaman çabuk geçiyor, az biraz dişinizi sıkın, bu ülkede başka UEFA, SÜPER KUPA şampiyonu yok. Üzgünüm ama başka çareniz yok, tırnaklarınızı kemirip, bizimle oynamayı beklemek zorundasınız.

Bu hafta İspanya’da oynanacak maç için sizlere başarılar diliyorum, benim gönlüm üzgünüm ama Sevilla’dan yana. “Niçin?” diye sormayın, dönüp aynaya bakın (sert mi oldu?), bakın, bakın, üşenmeyin, sizin için çok zor ama bana belki hak verirsiniz.

Son notum; futbol ve ezeli rekabet anlayışınıza ve konuya yaklaşımınıza ters düşsem de unutmayın ve bana inanın, ben sizi çok seviyorum… Gerçek söylüyorum sevgim sonsuz ama bu rekabette anlaşılan acımak ve dürüst olmak yasak, mantık, empati yok, bunu bana yeniden siz hatırlattınız...

 

 

Antalya’nın hafızası

 

Aynı gazetede yazmaktan gurur duyduğum ağabeyim, “Antalya’nın hafızası” Hüseyin Çimrin’in dün Siyavuşgil’den yaptığı alıntıyla çiçeklendirdiği yazısını büyük bir keyifle okudum. Toplumların “balık hafızasıyla” girdiği 21. yüzyılda Hüseyin Ağabey gibiler çölde vaha gibi. Kendi yaşadığımız kentin dokusunu bilmek müthiş bir şey. Sağol Ağabey..

Hüseyin Çimrin’in daha önce defalarca yazdığım ve arkasında durduğum bir konu üzerine yazıp, hemen hemen benimle aynı sözcüklerle yazısını bitirmiş olması bir “acemi” olarak gururlandırdı ve duygulandırdı beni.. “Haydi Antalyalılar!” demiş, “Güneş battıktan sonra çoluk çocuğunuzu alıp; Üçkapılar’dan Hıdırlık Kulesi’ne kadar Hesapçı Sokak’ta yürüyün. Göreceksiniz, çok hoşunuza gidecek. Bana hak vereceksiniz.”..

 

Rahmetli Siyavuşgil’i arkama alarak ben de şöyle bitireyim diyorum:

Sadece sokaklarını gezmeyelim, “açma” der gibi gıcırdayan kapılarını açalım, “inme” der gibi çatırdayan merdivenlerden inelim, esnafını da yaşatalım..

 

 

Yayın Tarihi
02.03.2008
Bu makale 2537 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Özercim makaleni okudum yakının ve büyüğün olarak akrabağından sana tavsiyeler; Ben bir FB li olarak fenerin ne zaman neyi yapıp yapmayacağı hazırlığı ile maçı izlemeye devam edeceksin, ben bu işi çözdüm :FB bu yıl taktik değişikliğine gitti geçen yıllar gibi önden gidip arkadan gelene şampiyonluğu kaptırdı Bu yılki stratejimiz 3 büyüğe avans verdik yıl sonunda 6 puan farkla şampiyon olacaktır FB. Sevgi ve saygılarımla.. Babana selamlar..

AVNİ SARAÇOĞLU 14.11.2008

Özerciğim akrabandan sana tavsiye çok üzülme Fenerin ne yapacağı belli olmaz.

AVNİ SARAÇOĞLU 14.11.2008

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!