Hiç birimiz masum değiliz!

İstanbul’dan dönüşte CİP salonda yayılmışım, uçağın kalkışına daha 2 saat var, önümdeki gazeteleri okumaya hazırlanıyorum.

Bir gün önce, Boğaz’a karşı, iskele üstünde, 25 yıllık dostlarla 2 kadeh rakıyı çıtır hamsi eşliğinde bol göbek salata ve rokayla götürmüş, ardından da Sami Yen’de Yunanı bir defa daha denize dökmüşüz.. 

Anlayacağınız keyfim yerinde..

UEFA ruhu geri gelmiş, elimde kahve, boş salonun en kuytu köşesinde gazetelerin spor sayfalarına dalacağım.

Uçağa çağrı yapılmasına daha uzun süre var, acele etmeden, birinci sayfadan sindire sindire gidiyorum spor sayfasındaki abartılı zafer manşetlerine…

En hızlı geçilen, az okunan bölümlerin birinde elinde torbasıyla küçük bir kız resmi dikkatimi çekiyor.

Başlık: “Kıyamadı yeni ayakkabılarına

Haberin detayını okumaya başlıyorum ve her saniye, her satır, gözlerim biraz daha doluyor.

Boğazım düğümleniyor, içimi ateşler basıyor. Ne maç kalıyor, ne de rakı-hamsi hatırası.

Sivas merkeze bağlı Doğanca Köyü İlköğretim Okulu’nda 30 öğrenciye valilik tarafından giyecek ayakkabı yardımı yapılmış.

Naylon terliklerle valiliğe gelen öğrenciler yeni botlarını, kirlenmesin diye ayaklarından çıkarıp, poşete koymuş, eski naylon terliklerini giymiş.

Fotoğraftaki miniğin gözlerindeki pırıltı ve heyecan gazeteden fırlamış.

Çocuklar kolay sevinir, bir dondurmayla dünyalar onların olur.

Bu güzel kızın ismi yok haberde ama onun bakışında ve verdiği pozda başka bir mesaj var.. Heyecanını saklamaya çalışmış, belli ki o gece uykusuz kalacak, kalkıp kalkıp yeni cicilerine bakacak, sabah okul yoluna düşmeden, terlikleri ve botları arasında kararsızlık yaşayacak, çamurlu yollar aklına gelecek ve büyük ihtimalle, anası bastırmazsa, kararı, aldığı hediyesini gelecek bayrama kadar dolaba kaldırmak olacak.

Haberin son satırına kadar zor dayanıyorum, kapının önünde, güvenlik elemanından rica ettiğim sigaranın dumanını içime çekiyorum. Genzim yanıyor, ciğerlerim dumanla doluyor. Girişte arama yapan ekip, kötü bir haber aldığımı anlamış, bana su ister miyim diye soruyor.

İzmarite gelmişim, bir elimle gözlerimi siliyorum, çiçekliğin yanında, iliştiğim bankta kafamda film şeridi akıyor.

Biliyorum, hatırlıyorum, her bir karesi hafızama kazınmış.

İnsanı delip geçen bu gözleri Adana’nın dış mahallesinde, Terim Lisesi açılışında da Diyarbakır’da Cumhuriyet Köyü’nde, Canaydın İlkokulu’nun kurdelesi kesilirken de Yozgat yolunda, Galatasaray kafilesinin yolunu kapatıp forma isteyen köy gençlerinin arkasında saklanmış, utangaç bakışlarla bizi seyreden  yavrularda da Rize’de Hemşin yolunda çay içtiğimiz pınar başında, ocakta servis yapan küçük Karadenizli çocukta da uzağa gitmeyin, veresiye ekmek alabilmek için her sabah tüm Turizm Yolu’nu otostopla geçen, hatta bazen yürümek zorunda kalan o küçük dev adamda da gördüm.

Yıllar geçiyor, zaman akıyor değişen ne olmuş?

Hep o aynı fotoğraf. Konu biraz farklı, figürler değişiyor ama senaryo…

Bu kız büyüyecek ve ana olacak ya sonra?

Yeni vali daha renkli paketlerle salonda toplayacak yöre halkını, gün kurtulacak, bizler de burada her şey yolunda gibi yapacağız. “Doğarken eşit değiliz ki hayat herkesin önüne aynı şansı koymaz ki”lerin arkasına sığınıp bencil hayatımıza devam edeceğiz.

O minik kızın başı, inancı, hatta doğurganlığı siyasete alet olacak, emeği, göz nuru sömürülecek ve bizler de suyun diğer yakasında AB’ye gireceğiz. Olur!!!

Siyasi bir mesaj falan vermek için kelime oyunu arayışında değilim.

Ben hepimizin aynı soruları bugün, (pazar da tatil de olsa) kendimize sormamızı istiyorum.

Suçlu aramıyorum, “biz, siz, onlar” demiyorum, sanık da benim, şahit de.

Çünkü biliyorum, maalesef hiçbirimiz masum değiliz.

 

 

 

Aferin Burak Özkan’a

 

 

Bazen reklam gibi de olsa korkmamak, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım.. Bu nedenle bu Pazar size bir azim ve başarı öyküsü anlatacağım...

İngilizce wine kelimesi Hitit dilinde Wiyana’dan türemiş meğer.. Hititlerde Wiyanawanda, Likyalılarda Oenoanda (Oinoanda) olarak adlandırılan şarap kenti, meğer burnumuzun dibinde Elmalı’daymış.

Biraz rötarla (4000 yıl kadar!..) genç bir idealist Antalyalı kardeşimiz Burak Özkan, 2000 yılında bu ateşi canlandırmaya karar vermiş. Bilkent’i bitirip İngiltere ve Fransa’da şarap eğitimi görmüş, dünyada adı şarapla anılan bütün memleketleri gezmiş, olayı yerinde incelemiş. Sonunda “şato tipi yerinde üretim modelinde karar kılıp, 7 yıl bağlarında üzümlerin olgunlaşmasını bekledikten sonra ilk ürününü geçen yıl alıp bu yıl da satışa çıkarmış.. Dünya çapında 12 çeşit üzüm yetiştirip inanılmaz kavlar üretiyor. “Bu işe ne kadar para yatırdın?” diye sorduğunuzda, “para değil ömür diyelim” diyor ve ekliyor: “Şarapçılık, bir dahaki nesli düşünerek yapılan meşakkatli bir iştir...” Üretim danışmalığını Bordo’dan gelen Fransız şarap yapımcısı Francois Gaboriaud yapıyor.. Tüm bu özverili çabalarının sonucu, yalnızca Antalya değil Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi bu bağlarla Dünya Şarap Bölgeleri haritasına girmiş durumda...

Kardeşimizin bu çabasına şapka çıkarıyorum. Tüm Antalyalıları da bu çabayı desteklemeye çağırıyorum.. www.likyawine.com adresine girip daha fazla bilgi alabilirsiniz.. Hemen her yazımda “elini taşın altına koyanlar” der dururum.. Hiç bu kadar anlamı yerine oturmamıştı.. Yürü Burak Özkan.. Yalnız değilsin… Elbet biz turizmciler bir şekilde gelip seni bulacağız.. Merak etme..

Sen taştan, yöre tarzı bir butik otel yapıp, bağbozumu ve tadım seferleri de düzenlersin Allah bilir…

Yayın Tarihi
27.10.2008
Bu makale 1811 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!