Ülkemizde işin uzmanları ya da bilgi, beceri ve deneyimi olanlar… Cehalet, gaflet ve delalet kavramları üzerinde milleti yeterince aydınlatmıyor. Bugünkü halimizin en büyük sorumlusu da sözde aydın geçinen kişilerdir. Onlar işlerini iyi yapmış olsalar, Türkiye’de okuma oranı yüksek olur, “Cahillerin ferasetine güvenen politikacılar türemez, halk gaflet ve delalet içerisine düşürülmezdi.
Cahil; en genel anlamıyla, bilmeyen demektir. “Bir konu, bir nesne ya da bir durum hakkında bilginiz yoksa o konu, nesne, ya da durumun cahilisinizdir.” Bir okul bitirmeniz, bir makama gelmeniz, sizi her konuda uzman yapmaz. Bu nedenle üst düzey yöneticiler için, konularında uzman danışmanlarla çalışma gereği hâsıl olmuştur.
Gafil ise sözlüklerde; “aymaz, çevresindeki gerçekleri göremeyen ya da sezemeyen… Geleceğini, ilerisini düşünmeyen ve önemsemeyen anlamlarında kullanılmakla beraber, esas olarak “bilmediğini de bilmeyen” demektir.” Bazen gafil daha da ileri gider, “kendini bilmeyen” hale dönüşür. İşte içine düştüğümüz durum, tam bir gaflet patlamasıdır.
Goethe, “ Harekete geçmiş cehalet kadar tehlikeli bir şey yoktur” der. Yine Martin Luther King; “Dünyada hiçbir şey bilinçli cehalet ve aptallık kadar tehlikeli değildir” ifadesini kullanır. Bendeniz bu düşüncelere kısmen katılmakla birlikte eksik bırakıldığını düşünüyorum. Ne cehalet ne de aptallık, gaflet kadar tehlikeli sonuçlar doğurmaz.
Cahil, bilmediğinin farkındadır. Bilmediğini kabul eder. Onu eğitmek ve gerçeği anlatmak zor da olsa mümkündür. Cahil, hiç olmazsa bir bilene veya âlime saygı duyar. Ya gafil? Gafil, asla bilmediğini kabul etmez, dolayısıyla asla gerçeği gösteremezsiniz. Ne ilme ne de âlime saygı duyar. Gafil olan, araştırma, sorgulama ve öğrenme ihtiyacı duymaz. Çünkü her şeyi kendisi bilir! Hatasını söyleseniz bile kabul etmez, size düşman olur.
Gafil, gerçeklikten tamamen kopmuştur. Kendi hayal dünyasında, duymak istediklerini dinler ve övgülerden hoşlanır. Kısacası cahil uyanabilir, kendine gelebilir ve ikna edilebilir. Lakin gafili uyandıramazsınız. Gafillerin çok olduğu ülkelerin bekası tehlikededir.
“Cehalet çok övülürse gaflete dönüşür.”
Siyasi iktidarlar oy kaybetmeye başladıkları zaman; kitlelerin gazını alma, onların gururunu okşama, özgüvenlerini artırma gibi çabalara girişirler. Buna siyaset uzmanları, “halk dalkavukluğu” diyor. “Halk dalkavukluğunun temelinde cehaletin övülmesi adeta bir fazilete dönüştürülmesi vardır.” Demokrasilerde ve hukuk devletinde, halk dalkavukluğuna gerek duyulmaz. Kamu görevlilerinin yetkileri ve sorumlulukları bellidir, halk da haklarından öte bir talepte bulunmaz.
Halk dalkavukluğunu, propagandaya dönüştüren ve Yahudi düşmanlığı ile iktidara gelen Hitler, “halk dalkavukluğu” yöntemini çok iyi kullanmıştır. Tüm dünyada “otoriter ve faşist rejimler”, cahil ve gafil insanların omuzları üzerinden yükselmiştir. Zira bu strateji, yoksul ve eğitimsiz insanlara iktidarda kendilerinin olduğu ve ülkeyi kendilerinin yönettiği hissini vermektedir.
Neden ülke yönetiminin mağdur ettiği insanlar, iktidarı ele geçirdiklerinde mağrur ve acımasız olurlar? “Hep başkalarına imrenerek, başkalarını kıskanarak yaşamış bir insanın artık kendisine imrenildiğini ve hatta kendisinin kıskanıldığını düşünmesinin yarattığı ruhsal tatmini bir düşünün.” Bu sorunun cevabı bu satırların içerisine saklanmıştır.
Eğer bir ülkede; bilgiyi yaygınlaştırmak, bilgiyi özendirmek ve ödüllendirmek gerekirken… Cehalet; kutsanarak gaflete dönüştürülürse, o ülkede birlik ve düzen kalmaz. Demokrasi ve hukukun tesis edilmediği ortamlarda ise ekonomi dibe vurur. Her yıl iyi yetişmiş binlerce genç beynin, ülkede geleceklerini göremeyerek yurt dışına kapak atmaya çalışması bunun bir göstergesi değil midir?
“Efendim, siz gerçekleri göremiyorsunuz, her ile üniversite açıldı.” Açıldı da ne oldu? Okuma oranları mı yükseldi ya da cahillik ve gaflet ortadan mı kalktı? “Yollar, köprüler, parklar, arabalar, yatlar ve katlar…” Milletin ekonomisi yerinde. Nankör bunlar nankör…”
Türkiye’de tüm dünyada olduğu gibi teknoloji ilerledi, konfor arttı, ulaşım araçları ve yollar modernleşti. Lakin insanı mutlu ve huzurlu kılan değerlerin yok oluşuna da seyirci kalındı. Devletten geçinen mutlu bir azınlık har vurup harman savururken, dar gelirli ekmeğin 5 TL olduğunu kara kara düşünüyor. Bu mu adil bölüşüm?
Herkesin her konuda “fikir” sahibi olduğu ama asla bilgi sahibi olmak istemediği bir dönemden geçiyoruz. Hasta, hekimden… Futbol seyircisi; teknik direktörden… Taşra siyasetçisi, siyaset bilimcisinden… Beline silah takan, polisten… Sakal bırakan ve eline tespih alan, din âliminden daha bilgili geçiniyor.
Bir de kadın satıcısının ahlaktan, hırsızın dürüstlükten, tetikçi gazetecinin etik değerlerden bahsettiği garip bir durumla karşı karşıyayız.
Üniversitelerde sorunlara çözüm önerileri ile projeler sunması gereken hocalar, yanlış bir şey konuşurum korkusu ile susarken… Televizyonlara çıkan, eğitimi yeterli olmayan, lakin laf ebeliğinden doktora yapmış tipler… Millete bilgiç edası ile fetva veriyor.
Ben özgür ve refah içerisinde yaşanılabilir bir Türkiye istiyorum. Kısacası daraldım, nefes almak istiyorum!
Günün Sözü: "Hayat üç buçukla dört arasındadır; ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın." Neyzen Tevfik.