Sizi gidiler sizi!

Başbakan Erdoğan’la medya patronu Aydın Doğan’ın kapışması hiç de sürpriz değil…

Bu ülkede “medya karteli” tehlikesine yıllardır dikkat çeken bir yerel gazeteci olarak, “geç kalmış bir kapışma” olduğunu düşünüyorum sadece…

Erdoğan ile Doğan arasında su yüzüne çıkmayan ama kapalı kapılar ardında süregelen bir “soğuk savaş” vardı zaten…

Sadece medyada değil, ticaretin her alanında, “al gülüm, ver gülüm” bittiği anda, “kapışma” ve “kavga” başlar.

Son 30 yıldır siyasi iktidarların, kendi zenginlerini yaratma ve kendi medya kartelini oluşturma sevdası olmadı mı bu ülkede?

Ecevit dışındaki Başbakanlar’ın, kendi zenginlerini medya sektörüne sokma çabalarına ve medya patronlarıyla içli dışlı oluşlarına sıkça tanık olmadık mı?

Erdoğan’ın Aydın Doğan’a kafa tutmaya başlamasının, Sabah gurubunu, kendi damadının da çalıştığı Çalık gurubunun satın almasıyla aynı tarihlere denk düşmesi bir tesadüf müdür acaba?

Kaldı ki, sırtını dayayabileceği bir medya gurubu ya da gurupları olmasa Aydın Doğan’a yine böyle kafa tutabilir miydi?

Bu kavgada “kim haklı, kim haksız” tartışması ciddi bir yanılgıya götürür bizi…

Hani ne derler, “tencere dibin kara, seninki benden kara…”

Mesele bu…

Oysa, daha birkaç ay önce AKP’nin kapatılmasıyla ilgili sürpriz gündem, Aydın Doğan medyası için bulunmaz bir fırsat yaratmıştı.

Geçtiğimiz dönemde türban gerginliği sonrasında medya ile ipleri iyiden iyiye geren Başbakan Erdoğan, medyanın sürpriz desteğiyle moral bulurken, Aydın Doğan da barışmak ve yalakalık için bir fırsat yakaladığına inanıyordu.

Kartel medyanın hemen hemen tüm köşe yazarları ağız birliği etmişcesine, “AKP kapatılmamalı” tezini savunuyorlardı nitekim…

Hatta aralarında bazı “şahin”ler vardı ki, neredeyse “Cumartesi Anneleri”ne bile övgüler düzecek kadar AKP düşmanı ve renk körüydüler düne kadar…

Baykal’la aynı paralelde düşünenler çoğunluktaydı her konuda…

Ancak, bu defa durum oldukça farklıydı.

Demek ki, bu şahinlere, “Çok gerdiniz, biraz yumuşatın” talimatı gelmişti yukarılardan bir yerlerden…

Şurası bir gerçek ki, medya imparatoru değil, ne olursanız olun, şayet “devletle akçeli işleriniz varsa” iktidar piminizi çekiverir bir sabah!

Bugün Türkiye’de devletle akçeli işi olmayan medya patronu kaldı mı ki?

Gazetecilikten gelen medya patronlarının son temsilcisi, Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi idi hatırlayın…

1988’de Özal, tek başına iktidarda olduğu, kanun hükmünde kararnameleri akşam yazıp, sabah kanun yaptığı dönemde, bypass ameliyatı sonrasında garip davranışlarını eleştiren medyaya sataşıyor diye, “Sayın Başbakan” başlığı altında yazdığı, “Kendine gel” içerikli açık mektuba imza koyan ve Hürriyet’in sürmanşetinden yayınlayan gazeteciydi Simavi…

Korkusuzdu.

Çünkü, bağımsızdı.

Devletle akçeli işleri yoktu.

Ama, ne olduysa ondan sonra oldu.

1980’lerin sonunda Asil Nadir'le başlayıp diğerleriyle devam eden işadamlarının medya kuruluşlarına sahip olma geleneği tüm iktidarların işine geldi bugüne kadar...

Nasıl gelmesin ki!

Karşılarında mesleğinde ilkeli ve tavizsiz bir gazeteci patron yerine, devletle ya da hükümetle akçeli işleri olan, güçsüze kurt, güçlüye karşı kuzu postuna bürünen bir patron olması mı iyi?

Tabii ki, ikincisi...

Medyanın gerçek işlevini yerine getiremediği ülkelerde "demokrasi topal", yönetenler "kör ve sağır" olurlar...

Sansürü tarihe gömdük derken, medyayı kendileri için "saygınlık ve devleti hortumlamanın" bir aracı olarak görenler "gazeteci" kimliğini de itibarsız hale getirdiler ne yazık ki...

Bazı yerel gazeteler de büyük gazete kartellerinin izinden yürümeye başladılar ki, yöneten konumunda olanları medya aracılığıyla toplumun denetlemesi de tehlikeye girdi böylece...

Seçilmiş ya da atanmış olsun, toplumu yönetenlerin medyadan beklentisi, "Eleştiri" yerine bol bol "Övgü", yahut gazeteci deyimiyle "Yağ" artık...

Eleştiren medya "tu kaka", eleştirmeyen, toplumun sesine kulak vermeyen, sadece kendi dünyalarını yansıtan medya baş tacı...

Güçlünün yanında yer almak kolaycılıktır...

Haklı ile haksızı ayırmadan güçlü ile bir olup güçsüze saldırmak ise alçakça bir şeydir...

Bugün Türkiye’de medya kartellerinin kuşatması altındaki “yaygın basın” ile “yerel basın” ayrı ayrı kulvarlarda…

Bu nedenle, Türkiye'de iki tip gazeteci var...

İhale takip eden, Polis'le, Devlet'le işi olanlar var...

Bu birinci tip...

Bir de bizim gibi devletle, ihaleyle, Polis'le hiç işi gücü olmayanlar var...

Onlar da ikinci...

Genellikle "Yağ" haberlerini de birinci tip gazetecilerin gazetelerinde görürsünüz...

Bizde değil...

25 yılı aşkın meslek hayatım boyunca eleştiri haberlerimden dolayı çok tepki aldım...

Bir o kadar da teşekkür aldım ama...

Yöneticilikte belli bir olgunluğa erişenler için, kendilerine "Yağ" çekilmesi, son derece aşağılayıcı bir şeydir...

Yağ haberi ya da yağ yazısı, "Tek kişilik yemek" gibidir, yiyen kişiye lezzetli gelir, okuyucu o lezzetin farkında bile olmaz... Aksine tepki duyar...

Yağ haberinin hiç bir toplumsal katkısı da yoktur...

Oysa haberlerde kamu yararının gözetilmesi bir zorunluluktur...

Hiç bir mesajı olmayan haberlerin manşetlere taşınarak birilerine "yağ" çekilmesinin ne gazetecilikle ne de yayıncılıkla bir ilgisi olmadığı gibi "yağ" çekilene de getirisinden çok götürüsü vardır...

Türk medyası "utanç" verici bir dönem yaşıyor...

Dördüncü kuvvet hasta... Kudretsiz... İşlevsiz...

Medya kartellerinin sahipleri iktidara bağımlı...

İpler iktidarın elinde...

Onlar birer kukla kadar aciz ve çaresizler...

Bazılarının "hortumculuk" suçundan sabıkası var...

Yurtdışına çıkmaları bile yasak...

Bazılarının işi devlet ve hükümetle...

Kimi milyon dolarlık taksitlerini ötelettirme peşinde...

Kimi de mevcudiyetini sürdürmek için kredi istiyor iktidardan...

İktidar hangisinin pimini çekmek isterse, çeker: BOOOOOM!..

Şimdi bu şartlarda medyanın varlığından, işlevini tam olarak yerine getirebildiğinden sözetmek mümkün mü acaba?

Eskiden Bab-ıali vardı.

Ahlak ve edep vardı.

Gazeteci bağımsız ve korkusuzdu.

Tam tersine gazeteci isterse pimini çekerdi iktidarın...

Şimdi işler tersine döndü.

Eskiden gazete patronları, aynı zamanda gazetelerinin başyazarıydılar...

Şimdi asker arkadaşına mektup yazamayacak kadar yeteneksizler medya tepelerinde patron görünümünde...

Hepsi de tırnakları sökülmüş birer kartal...

Zirvedeler ama zararsızlar!

İktidara serçe kadar sevimli, muhalefete gelince karga kadar çıkar sesleri...

Bugünün Türk Medyası ile utanç duyuyorum şahsen...

Samimiyetlerine inanmıyorum hiç...

Hangi konuda ne kadar içten ve samimi olduklarına karar vermekte zorlanıyorum bu yüzden...

Bir gazeteci ve gazete patronu oluşum utancımı katmerliyor inanın...

Nasıl utanmayayım ki?

 

 

**

GÜNÜN LAFI

 

Yirmi yaşındaki bir insan, dünyayı değiştirmek ister. Yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını bilir. (Clarence S. Darrow)

Yayın Tarihi
10.09.2008
Bu makale 941 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayın Dim, Çok seneler önce Alanyada iş sahibi olup, rahmetli babanızla çok anılarımız oldu, siz o zaman çok küçüktünüz, artık Alanya bizler için bir anı olarak kaldı hatıralarımızda. Artık torun sahibi olduk,torunum Alanyada Yüksek Eğitim almayı çok istedi, ancak fakülte yönetimi ile ilgili olarak hiç de olumlu intibalarımız olmadı. İnanın çok üzüldüm, isterdim ki torunum Alanyanın o güzel kokusunu alabilsin, Alanyalı olabilsin, Alanyanın bizlerde çok önemli bir yeri var, her ne kadar bir Antalya bir İstanbulda da olsa ayağımız. Gerçekten duyduklarımız doğrumu? Fakülte Yönetiminin Öğretim Üyeleri üzerinde baskıcı yaklaşımların olduğu, çalışanların Dekanlık ile mahkemeğe düştüklerini, hocalar demokratik haklarını kullanmak isteyince Dekan Ahmet Aktaş'ın hışmına uğradıklarını dostlarımız vasıtası ile haberdar olduk. Hiç şık değil, insanın inanası gelmiyor. İnanamadım, hoş değil. Akdeniz üniversitesi Ülkemizin göz bebeği. Alanyamızda bu tür davranışları hak etmiyor, artık çağımız genç nesil çağı, sizinle gurur duyuyoruz, genç, dinamik, akıllı ve girişken, artık zaman sizlerin zamanı, gençlik zamanı bizim gibi 60 yaş üzeri kişilerin zamanı değil, Alanyamızada bu denli dinamik, ahlaklı, dürüst, vatan sevgisi, Cumhuriyet sevgisi, kamu malını gözeten, helali, haramı bilen kişilere ihtiyacı var. Torunum İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesine girdi Alanyayı çok istememize rağmen. yazılarınızı büyük keyifle ve gururla okuyorum, saklıyorum, güzel babanın güzel evladı, sağlıkla kal,Allaha emnat olunuz.

LEVENT KİRAZ 14.09.2008

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!