Birkaç gündür facebook sayfama çocukluğuma ait anılar düşüyor.
Arkadaşım Ayşe, ki anacığımın da adıdır ve bu isim benim için yeryüzünün gelmiş geçmiş en değerli ismidir bu yüzden, çocukluğumun hazinesi fotoğraflar paylaşıyor bizimle…
Siz bu kaleminden kan damlayan adamdan son günlerin yoğun gündemi ile ilgili bir yazı bekliyorsunuz. Bu tutuklamalar, mahkemeler falan filan…
Çok beklersiniz…
Bana ne yahu!
Ben çağ atladım…
Ama geriye…
1960- 1970 arasına döndüm.
Hayatımın en kolay, en neşeli, en güvenli olduğu yıllara…
Bu topraklarda yaşamış en güleç yüzlü, en iyiliksever, en huzur verici neslin işbaşında olduğu zamanlara terk-i zaman eyledim.
Evimden çıkıp okula giderken bir evden bir ninemin elinde bir bardak süt ile çıkageldiği, birkaç yüz adım sonra bir yengemin bal ve tereyağı sürülmüş bir dilim ekmekle yolumu kestiği günlere geri döndüm.
O zaman diliminde hayatımda bir biçimde yer alan o Tanrı hediyesi insanların yanında gövde göstericilerin, güç aşıklarının, siyasetçilerin zerrece hükmü yok ki..
Onlar da kim oluyor…?
Omuzlarımdan aşa… Kasımpaşa…
Sonsuz evrende toplu iğne başı kadar hükmü olmayan Dünya’da, sanki pek matah bir şeyler yapıyormuş gibi yapan cümle kuklalar, muktedir taslakları, aleme nizam verme hastaları, onlar, bunlar, şunlar, ötekiler, berikiler…
Vicdanımda bir terazi kurdum.
Bir kefesinde Ninem, Bubazırlı Yengem. Sabire Yengem… Öteki kefesine yüzyılların bütün muktedirlerini koydum, nasıl hafif kaldılar anlatması zor…
Zamane şeyhlerini uçuran mürid uçursun… Ben mürid değilim..