Ortalıkta bir hayli ‘emekli’ Genel Müdür var. Birçoğu sevilen, sayılan çok değerli insani özelliklere sahip babacan profesyoneller.
( Kendimi de bu kategoride değerlendirebilir miyim acaba?)
‘Emekli’ sözünü kerhen kullandım. Aslında bu durum onların rızası hilafına başlarına gelen bir hal ve hiç birisi kabullenemiyor. Kırgınlar. Küskünler.
Peki neden?
1990’ların sonuna kadar etkisini sürdüren bir otel yöneticiliği modeli vardı. Başka bir ifade ile, yirminci yüzyıla ait iş yapma modelinin zirvedeki temsilcisi olan bir yönetici tipi.
Bu, o dönemlerde geçerli olan ve olması gereken bir model idi…
Bilginin bu kadar tabana yayılmadığı, insanların tek başına üretme becerisinin bu kadar güçlü olmadığı geçen yüzyılda, işyerlerindeki kalabalıklara, ancak güçlü ve karizmatik liderler iş yaptırabilirdi.
İş yerlerindeki eğitimsiz/deneyimsiz kalabalıklar, ancak dediğim dedikçi, kendisine yarı tanrısal bir kimlik atfedilen, hem seven/hem döven, ‘baba’ modeli bir yöneticinin talimatları ile iş yapabilirdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse de, bu pozisyonu bir şekilde kapan otel yöneticisi bu gücün getirdiği ‘güzellikleri’ sonuna kadar değerlendirmekten haz alırdı.
Nasıl almasın ki?
Ağzından çıkan her sözde bir keramet aranırdı… Keramet vasfı olmayan her sözü de ayet hükmünde algılanırdı. Kalabalıklar, ayet hükmündeki bu sözlerle ‘çalışma’ tarzındaki ibadetlerini yerine getirirdi.
Otel yatırımcıları, işi bilmemenin, deneyimsizliğin, henüz tanımadıkları piyasaların yarattığı şaşkınlığın etkisi ile otel yöneticisinin ağzının içine bakardı; aman üzülmesin, aman kızmasın, aman küsmesin, diye.
Altında son model arabası… Mutfaktan getirilen özel yemekleri… Çocuğu okuluna bırakan otel şoförü… Evini temizleyen kat görevlileri… Yüklü maaş… Bütçe primleri… Bütün programını destekleyen bir sekreter, ki şimdilerde yönetici asistanı diyoruz… Gittiği sosyal mekanlarda muhteşem bir karşılama… Yani nasıl derler, hava binbeşyüz…
O eski zamanlarda, otel mekanlarına lütfedip adım attığında, personel hazır ola geçerek beklerdi eski yöneticiyi. Yanından geçerken lütfeder bir selam verirse o çalışan bunu adeta kutsal bir mesaj gibi algılardı.
Yıl 2011…
Yukarıda anlatılan birçok şey eski eserler müzesinde artık. O eski anlayış ve iş yapma modeli geçen yüzyılda kaldı…
Rekabet birçok kalemi törpülediği gibi, o eski otel müdürlerinin dokunulmazlığını aşındırdı, karizmalarını çizdi… Bir çok avantajı kaldırdı attı..
Bu süreci ekonomi politiğin şaşmaz kriterlerinden yola çıkarak okuyanlar yeni duruma adapte oldular, bunu başaramayanlar hala ne olduğunu anlama çabası içindeler…
Hiçbir işletmede birkaç aydan fazla kalamamalarının ardındaki sebep budur. En başta da işverenlerinden hala yirminci yüzyılın ‘biatı’nı beklemeleridir. Hala, işverenlerinin gözbebekleri olan otelleri, ‘eti senin, kemiği benim’ imanı ile teslim etmelerini istemeleridir.
Yirmi birinci yüzyılda, her şeyin ve herkesin değiştiği bir çağda, değişmeyi antik tarza ihanet olarak algılarsan olacağı da budur… Dışlanmak…
Şunu kabullenin; o eski patron da, o eski yönetici de, o eski çalışanlar da, o eski insan tipi de asar-ı atika müzesinde artık.
O bilgisiz, o hayatın kıyısına kerhen konuşlanmış gibi, o yönlendirilmeye açık, iradesiz otel kalabalıklarının yerinde yeller esiyor, bitti…
Onlar bitti ise…
“Asarım… Keserim… Ben bilirim… Benim her dediğim doğrudur… Ben bu işletme için vazgeçilmezim…” Efelenmeleri de bitti. Kabul edin bunu.
Şimdi?
Şimdi Dünyanın her tarafında kişisel ya da toplumsal kaderini kendisi belirleyen, güçlü bireylerden oluşan ‘canlı’ kalabalıklar var…
Aslında pek de kalabalık olmayan kalabalıklar bunlar…
İşyerleri ve bütün sosyal mekanlarda da aynen böyle… Oralardaki kalabalıklar da artık pek kuru kalabalık değil. Cahil hiç değil. İradesiz de…
Bilgi ve bilmenin gücü yasakçı/baskıcı zırhın minicik bir noktasından bir delik bulduğu anda yeryüzünü birkaç kez dolaşıveriyor. Herkesin ruhuna ve yüreğine dokunarak ve ortalığı yıldırım misali aydınlatarak hem de…
E buyurun, gelin bu kuru olmayan kalabalıklara bir ‘höt’ demeyi deneyin. Eski yöntemlerle iş yaptırmaya çalışın, bakalım neler oluyor?
Ne yapmalı?
Yeni yönetici modelini benimseyin ve bu modeli kendinize özgü hale getirin. Yani dışarıda gördüğünüz bir modeli olduğu gibi alıp aklınıza ve bedeninize uygulamaya kalkmayın.
Siz olun. Şeffaf olun. Alçak gönüllü olun. Özgün olun. Dokunulabilir olun. Ulaşılabilir olun. Korkulan değil, sevilen ve sayılan olun.
Artık önünde sınırsız tercih seçeneği olan, eğitimli, biat kültüründen uzak, öğrenmeye ama daha çok da anlaşılmaya ve saygı görmeye eğilimli bir çalışan profili var ortada.
Bunu bilin ve buna göre personel politikaları oluşturun. Onlara dokunun. Paylaşın. Omuz omuza olmayı deneyin.
Sekreter yok!
Konfor içinde yüzülen ve insanı dışarıdaki korkunç rekabet gerçekliğinden koparan muhteşem makam odaları yok!
Otel çalışanlarından özel davranış, zorlama saygı, biat beklemek yok! Çalışanlardan biçimsel ya da maddi yaşam tarzı itibarıyla aşırı farklılaşmak yok!
Angarya işlerimiz için otel çalışanlarını, ekiplerimizi kullanmak yok!
Ulaşılamaz olmak yok! Kasmak yok! Hesap sormak, ön yargı ile mahkum etmek yok!
Ne var?
Onlarla iç içe olmak, birlikte yemek yemek, birlikte yorulmak, etkinliklerde bir arada olmak ve aynılaşmak var.
Her projede lider olmak yerine, bazı projeleri ekipten birilerinin lider gibi götürmesine ön ayak olmak var. Sosyal sorumluluk projelerinde birlikte olmak var.
Güçlü ekip üyeleri ile birlikte çalışmaktan korkmamak var.
Verilen her sözü yerine getiren, güvenilir birisi olmak var. Kennedy, Churchill, Mao gibi tek adamlığa dayalı liderlik yerine Obama gibi, Gandhi gibi ‘bizden birisi’ olmak var.
Bakın Prof. Dr Yeşim Toduk yeni döneme ilişkin neler söylüyor;
“‘Agility’ diye bir kavram var, seri, atik, pratik ve hızlı olmak anlamında. Yönetici her konuda çevik, atik, pratik olmalı. Bu da teknolojiden dolayı… Öğrenmenin seriliği öne çıktı. Doğmalar değişiyor, daha çok hata yaptım diyenler ortaya çıkıyor, bu kadar seri olurken hata da yapacaklar tabii.”
“Hızlı kararlar alabilen, farklı bakış açıları geliştirebilen ve tüm dünyayı bilenler öne çıkacak. Değişik dünya kültürlerini, dillerini bilen Asya’da yaşamış, Rusya’da yaşamış olanlar öne çıkacak. Öğrenme kültürünü işin bir parçası yapanlar öne çıkacak. İyi şirketlerde çalışanlar kendi değerlerinin farkında ve kendilerine değer verilmesini istiyorlar.”
Benden söylemesi…