Kimi dolandırıcılar vardır. Yaptıkları her üçkağıt olağanüstü bir kurguya dayanır. Müthiş bir beceri ve cesaret ister. Buram buram zeka kokar.
Kurbanlarını seçerken mutlaka çok ayrıntılı bir fizibilite etüdü yapıyor olmalılar. Başka türlü hedefi on ikiden vurmaları nasıl mümkün olur?
Fizibilite derken, kurbanın tufaya gelme olasılığını, yani sazanlık katsayısının neredeyse kesine yakın bir doğrulukla tahmin edilmesini kastediyorum.
Çok başarılılar. Her seferinde oltaya gelen bir kurban olarak kendimden biliyorum.
Bir Kentte yaşayan milyonlarca insan arasından en safını seçebilmek için çok hassas bir koku alma yeteneği olmalı bir dolandırıcının.
Bu kadar başarılı mizansenler yaratabildiklerine göre,neden Yeşilçam?da,TV dizilerinde senarist olmayı denemezler,bunu da merak etmişimdir.
Gündemi takip ederler. Toplumun dönemsel ya da genel anlamda bütün hassasiyetlerini bir sosyolog mahareti ile gözlemlerler.
Vergi denetimlerinin yoğunlaştığı dönemlerde Tüm Maliye Mensupları ve Emeklileri Derneği Başkanı olarak zuhur ederler.
Her dem geçerli senaryolardan bazıları Şehit ailelerinin istismarı,Silahlı Kuvvetler ile dayanışma ve Emekli Polis Derneklerine yardımdır.
Toplumun büyük bir kesiminin vergi ile arası pek hoş değilse, hayatında bir kez polis ile başı derde girmişse ,yetmezmiş gibi bir de ihtilal dönemine tanıklık etmiş,hatta yakalanıp sıkıyönetimde yargılanmışsa, bu senaryoların hepsinin karşısında ayağa kalkar,önünü ilikler biçare .
Bir 12 Eylülzede olarak benim hassasiyetim askeri mizansenlere karşı çok yüksektir. Çevremden birilerinin bu konuda dolandırıcılarla işbirliği içinde olduğundan da kuşkulanmıyor değilim. Yoksa, özellikle bu alanda uzmanlaşmış dolandırıcıların hangi otelde işe başlasam birkaç hafta sonra beni elleriyle koymuş gibi şıp diye bulmalarını nasıl açıklayacağız?
Meslek yaşantım boyunca her otelde bu senaryoya kurban olarak dahil edildim, açık yüreklilikle itiraf edeyim.
Bir tanesinden, uyanık, İstanbul bitirimi muhasebe müdürü tarafından kurtarıldım, ki eğer o zokayı yutsaydım patron beni mutlaka işten atardı. Kaptırılan para nedeniyle değil, koskoca bir Otelin Genel Müdürünün bu kadar saf olmaması gerektiği için.
Alın size bir örnek.
Dahili hattan sekreter hanım;
- Adil Bey, emekli Albay Burhan Kocayiğit arıyor efendim.
Vay anam babam. Hem de Albay?
- Hemen bağla.
Ayağa kalkılır. Ceket düğmeleri iliklenir. Ne olur, ne olmaz, belki uzaklarda bir yerlerden dürbünle beni izliyordur, saygısızlık yapmaya gelmez.
-Alo?Adil Gürkan ile mi görüşüyorum?
- Buyurun Komutanım, benim. Emredin !!!
- Hayır Adil Bey, ben komutan postasıyım. Sizi Sayın Komutanıma takdim ediyorum.
- Bekliyorum.
Posta? Postanın sesi böyle Zaloğlu Rüstem misali ise, kendisi nasıl gürleyecektir, kimbilir? Kulak damlamı damlatsa mıydım acaba? Ya dediklerini tam anlayamazsam ? İyi de Silahlı Kuvvetler emekli subaylarına posta tahsis ediyor muydu yahu? Aman aman. Bırak. Belki Albay hala etkin bir görevdedir?Allah?tan kısa künye vermeyi unutmamışım.
Uzun bir bekleme süresi. Fonda Çanakkale Marşı.
- Adil Bey... Evladım?
- Adil Gürkan Bolu. Emredin komutanım.
- İşte vatan yiğitleri bunlar. Aslanım benim.
- Sağol !!!
- Adil evladım, bizler malum Şehitlerimiz ve emekli askerlerimiz için çalışıyoruz.
- Sağol!!!
Bu kadar sağol fazla mı oldu ki ? Komutan ya istihbaratçı ise.? Ya kuşkulanırsa?
- Adil, evladım, bu ulvi vazife için paraya ihtiyacımız var. Bu işler para olmadan yürümüyor. Senin gibi halis vatan evlatlarının katkısı olmasa mahçup olacağız şehitlerimizin ailelerine, emekli askerlerimize.
- Komutanım, emredin. Ne yapabiliriz?
- Sizin bölgede evlatlarımız var, derneğimizin milleti bilinçlendirmek ve son Türk Devletinin ayakta kalmasına katkıda bulunmak için çıkardığı dergilerimizi, gazetelerimizi bağış mukabili dağıtıyorlar.
- Komutanım, kardeşlerimiz yorulmasınlar. Emredin hepsini getirsinler. Üstümüze düşen ne ise yapmaya hazırız. Bizim de vatan savunmasına bir katkımız olsun.
Bu sözleri telefonda haykırarak söylediğimi fark ettim bir ara. Oda çın çın ötüyordu. Kapıda sekreter hanımı fark ettim.
- Hayır mı efendim ? Seferberlik mi çıktı? Savaşa mı giriyoruz?
- Su uyur düşman uyumaz, bilmiyor musunuz? Hazır ol cenge ister isen sulhu salahı...
- Anlıyorum efendim. Haklısınız. Tansiyon ilacınızı vermemi ister misiniz?
- Az sonra Muhasebe Müdürünü çağır bana lütfen.
- Peki efendim.
Komutanı hatta bekletmek ne kadar büyük bir kabalık oldu. Eyvahlar olsun.
- Komutanım, lütfen emir buyurun kardeşlerimiz hemen gelsinler. İhtiyaçlarını sağlayalım. Yemek ikram edelim. Bir kahvemizi içsinler. Bu arada da biz şanımıza yaraşır miktarda katkımızı yapalım hareketinize.
- Sağol evladım. Sağol Adil Bey. Bundan hiç kuşkum yok zaten.
- Bekliyorum komutanım. Ellerinizden öperim.
- Gözlerinden öperim evladım.
Muhasebe Müdürü kapıda. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışıyor. Meraktan da ölüyor.
- Efendim, hayırdır. Askere mi gidiyorsunuz yeniden?
- Hayır Cem. Bu da vatan görevinin bir başka biçimi . Askere gitmesek de bu Ülkeye yapılabilecek bir hizmet daima vardır.
- Ne gibi komutanım? Şey afedersiniz, ses tonunuzdan bir an talimde olduğumu sandım. Ne gibi Müdür Bey?
- Cem, az sonra Şehit Aileleri ve Emekli Subaylarla ilgili bir Dernekten gelecekler. Dergi ve gazeteleri varmış. Bağış karşılığı veriyorlar. Şöyle okkalı bir miktarda bağış yapalım. Çocukları da yedirelim, içirelim. Memnun ve mutlu yollayalım lütfen.
- Peki Müdür Bey?
Vatana hizmet budur işte. Madem silah altına alınamıyoruz, vatan savunmasında katkısı olanlara destek verelim hiç olmazsa.
Bir saat sonra?
Sekreter Hanım yine kapıda. Yüzünde gizlemeye çalıştığı bir gülümseme. Erkek olsa bıyık altından gülüyor diyeceğim ama?
- Efendim Muhasebe Müdürü geldi tekrar. Hemen alayım mı içeri.
- Elbette. Hayırdır?
- Muhasebe Müdürümüz anlatsın efendim?Bana az bir bilgi verdi, ama bir şey anlamadım.
- Buyur Cem. Anlat bakalım.
- Efendim, kızmayın ama..
- Söyle yahu. Yaramazlık yapmış evladını azarlayan baba havasına sokma bizi.
- Müdür Bey, siz bu dergi, gazete dağıtanları gördünüz mü hiç?
- Hayır, görmedim. Ama Albayım yolladığına göre herhalde doğru düzgün insanlardır.
- Efendim üç tane at hırsızı kılıklı tip bunlar yahu?Hepsi berduş. Üçkağıtçı .
- İyi de Cem, koskoca Albayın ne işi olur berduşla, it kopukla?
- Efendim, bu herifler İstanbul?u epey bir harmanladılar, afişe oldular. Soyacak, tufaya getirecek pek kimse kalmadı. Çarpmadıklarında da para yok zaten.
- Hadi ya! Al getir şunları bakalım. Bir de ben göreyim.
- Yalnız biraz kafaları iyi oldu. Sarhoşlar.
- Hayda ! Sarhoş sarhoş mu geziyorlar gazete, dergi satmak için?
- Yok Efendim. Burada oldu. Yemeğe aldık. Büfeye piranhalar gibi saldırdılar. Anladık ki ilk kez böyle büfeleri görüyorlar. İşkillendim. Bunlara alkol de ikram ettim. Hepsi zurna gibi oldu. Hepsinin dili bülbül gibi çözüldü.
- Eeee..
- Efendim,s ize olan saygım gereği her söylediklerini aktarmayayım ben. Ama çözdük herifleri. Bunlar şebeke.
- Söyle Cem, merak ettim bak şimdi.
- Efendim, sizi Albay diye arayan bunların beyni. Sabahtan beri en az yedi, sekiz oteli aramış. Ama hep İstanbul kökenli Genel Müdürlere denk gelmiş. Hepsi küfür kıyamet defetmişler. İlk cevap veren ve hem de bütün dergi ve gazeteleri satın alma sözü veren, çok özür dilerim, kefal sizmişsiniz.
- Cem, güvenlik müdürünü çağır hemen, bir temiz pataklasın şunları. Hatta getirsin, kafa,göz ben de dalayım.
Muhasebe Müdürü hemen güvenlik müdürünü aradı. Suratı asıldı.
- Efendim, sahilden kaçmışlar?
- Tüh be? Ulan şimdi şunları elime alıp, Allah yarattı demeden?Bana ha! Benim gibi külyutmaza ha?
Muhasebe Müdürünün yanında enayiliğimi itiraf edecek halim yoktu yani. Ama golü yediğimiz de aşikardı.
- Tamam Cem, tam senden beklediğim gibi uyanık davrandın. Ben de senin bu yönünü denemek istemiştim. Sınavı yine geçtin, aferin. Gidebilirsin.
Gıyabında sana yapılan yakıştırmalara mı kızarsın?
Odana her gelişinde masanı, koltuğunu, duvarları, yerdeki halıyı alıcı gözü ile izleyen Muhasebe Müdüründen yediğin gole mi yanarsın?
İçimde biriken öfkeyi de bir şekilde boşaltmam lazım. Beni arayan sahte Albay emeklisinin telefonunu almayı akıl etmiş aslan Sekreterim. Nasıl becerdi ise, bravo.
Herifin telefonunu istedim hemen. Aradım;
- Alo.
- Buyurun efendim.
- Sayın Albayımla görüşmek istiyorum. Ben Antalya?dan Adil.
- Tabi Adil Bey.Sizi komutanıma takdim ediyorum.
İnşallah otelden kaçan sopalık berduşlar arayıp olan biteni anlatmamıştır.
- Aloooo. Adil Evladım?
Şuna bak yahu. Bu oniki eylülün yarattığı korku sadece yüreğimde kaldı sanıyordum, hücrelerime işlemiş be. Ayağa kalkıp ceketimi ilikliyordum az daha.
- Komutanım, saygılar. Bu arkadaşlar henüz gelmediler. Gelsinler gerekeni yapacağız. Sahi aklıma takıldı. Benim Amcam da emekli Albay. Belki aynı devre olabilirsiniz. Siz karacı mısınız?
- Evet Adil Evladım.
- Hangi sınıf Albayım? Hangi birlikten emekli oldunuz?
- Komando Adil?cim. Mersin?de avcı er eğitim tabur komutanlığından emekli oldum.
Aha yakaladım ulan seni. Hiç kuşkum kalmadı artık. Avcı Er eğitim taburu Tokat?ta. Mersin?de sadece deniz erleri acemi birliği var. Hem Albayın tabur komutanlığında ne işi var?
Allah?tan askerliğimi bedelli olarak Tokat?ta avcı taburunda yapmışım.
- Ulan pabucumun albay taklidi. Telefonundan adresini tesbit ettiriyorum şimdi. Seni şerefsiz üçkağıtçı. Bulacağız ulan seni?
- Çattt..
Telefon kapandı.
Bu, tufaya gelmeye ramak kalmış olanı. Daha bana sazan rolü verilen epey senaryo var. Her salatalık sahibine elimde tuzluk ile koşturmak gibi bir garip huy bu.
Şehit Polis Aileleri Derneği, Tüm Emekli Maliye Mensupları Derneği, Gurbette Türk Örf ve Adetlerini Yaşatma Derneği, Kıbrıs Muharipleri ile Dayanışma Derneği sahtekarlığı başta olmak üzere, beni kaba tabirle kekleyen epey bir üçkağıtçı daha var. Hepsini anlatmaya kalkarsam, bu safı normal hayata kim saldı, diye gelip beni koruma altına almaya kalkabilirler. Caretta muamelesi görebilirim.
Aman daha fazla konuşturmayın beni. Çenemi tutsam iyi olur.