PSİKİYATRİST

 “Hiç Nesli” Acaba “Ben Nesline” mi Dönüşüyor?

İnsanların saygı ve şerefinin, itaat ve uyumunun kendinden maddeten değil, manen yüksek olanlar için gösterilmesi insan ruhunun gereklerindendir.

                                                                                                                                                                                                                  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

Kaybettiğimiz en önemli kaynaklarımız insanın insana saygısı ve duygusal hallerimiz. Toplumsal olarak yetişkinliği kaldıramaz olduk. Uzamış bitmek bilmeyen ergenlik dönemleri, çalışmadan anne babaları ile yaşayan üniversite mezunu orta yaşlara gelmiş insanlar. Bireyselleşmelerimiz hep başka baharlara kalıyor.            

Hep diğerinden hizmet bekliyoruz. Bu kişiler çoğunlukla da annemiz, eşimiz, kardeşimiz, çalışanımız…

“Ben yapmayayım, ben bilmiyorum, beceremem ki, yapamam ki, neden evde ya da işte sadece ben yapayım ki, kimse yapmıyor, bir başkası yapsın…”.

Yetenekli olup iyi niyetle işleri yapanların da görev yükü artabiliyor. Zamanla da tükenmişlik noktasına gelebiliyor. Sorumlulukları alan kişinin görevi haline geldiğinde yapmadığı zamanlarda; huzursuzluk çıkarma hakkı da yapmayan da olabiliyor.

Psikanalitik açıdan bakıldığında regresif davranışlar arttı, narsistik, borderline, antisosyal, histrionik kişilikler artmaya başladı mı ne dersiniz? Biz psikiyatristlere çoğu zaman ne yazık ki hastaların hasta ettikleri geliyor. Sağlıksız davranışlarının farkında olmayanlar dışarıdalar ne yazık ki.

İnsanların çoğu zaman “sizce ben normal miyim doktor hanım?” sorularının yanıtı “siz son derece normalsiniz çevrenizdekiler sıkıntılı” olabiliyor.

Bir dönemin çocukları yoğun baskılarla büyüdü büyütüldü. “ Sus, dur, sen ne anlarsın ki, edepli ol, başka insanlarla sorun yaşama, eve seninle ilgili şikayet getirme, her şeyi isteme, ağlama, herkes sana bakıyor, bak komşunun kızı ne kadar başarılı sen yeteneksizsin, el alem birileri herkes ne der!...

Şimdi o çocuklar büyüdü ve acısını çıkartırcasına çocuklarına her imkanı sağlıyor. Her istediğini yaparak çoğu zaman sorumluluk almayan çocuklar yetiştirmeye başladık.

Çocuklarının karşısında olumsuz davranışlarına ayna tutan kişileri de ekarte eden tavuk anneler yaygınlaştı. Fütursuzca çocukları için diğerlerine zarar verecek davranışlarda bulunma hakkını kendilerinde görebiliyorlar. Kendilerince çocuklarını korumak için başka çocuklara zarar vermeyi kendilerine hak görebiliyorlar. Kendince çocuğunu korumak adına, yine kendince iyi niyetli davranış. Erişkin başka anne tarafından psikolojik şiddete uğrayan çocukta, telafisi zor psikolojik hasarlara sebep olabiliyor.

Akran zorbalığı, psikolojik, fiziksel, cinsel; çocuk, kadın, insan, istismarı. Hatta sınırlar aşılarak hayvanlara canlılara verilen zararlar.

İnsanlar kendilerinde bir sorun olduğunda sorunu karşılarındaki kişiye yansıtarak sanki sorun karşısındakindeymiş gibi davranırlar. Birinden korktuklarında ya da olumsuz duygular hissettiklerinde önce kızarlar o kişiye sonra da aşağılarlar. En sonunda da kendilerini savundukları iddiasıyla saldırıya geçerler.

Dozu bozuldukça da özgüven gibi iyi görünen bir kavram dejenere oluyor. Minnetsizlik, saygısızlık, sağlıksız ilişkiler, bozuk iletişimler ve uyumsuzluklara dönüşüyor. Bağlanmaktan korkan, sağlıklı ilişkiler sürdüremeyen, okul ve iş hayatında mutsuzlaşan insan sayısı her geçen gün katlanarak artıyor.

Acaba özgüven mi şımarıklık mı? Kendine hayran ol, sen özelsin, bir tanesin, her şeyi iste, her şey senin hakkın.

Adeta nesil “ hiç nesli” “ben nesline” dönüşüyor.

Bir bilgeye zehrin ne olduğunu sormuşlar “ ihtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir” demiş. Temel bedensel ihtiyacımız olan su bile an gelip zehirleyici etkiler bile ortaya çıkarabilir.

Fazla güç, fazla dinlenmek, fazla yiyecek, fazla hırs, fazla korku, fazla sakinlik, öfke, neşe, nefret hatta iyi niyet… Yaşamın şifası dengede kalabilmektir.

Bir insana gün içinde güzel bir söz söylediğinizde kaybınız olmaz. Bir sözünüz bir selamınız aslında insana insan gibi davranarak görebiliyor olmanız o kişiyi motive edebilir. Kötü söz söylediğinizde karşınızdaki insan içten içe bilinçaltına travmatik anılar depoluyor. Bununla ilgili bedeller ödemek zorunda kalıyor. Zarar verici kişiler hayatına kaldığı yerden devam ederken hasarların bilincinde olamıyor

Yaşlıya, gence, çocuğa, anneye, babaya, öğretmene, doktora kısacası insana saygı azaldı. Onlarca bilim insanı doktor hastası tarafından öldürüldü, kafası duvara vuruldu, sağlık çalışanları hakaretlere uğradı. Tüm bunlar toplumsal, bireysel ayıplarımız değil mi? Tüm bu ayıplar hepimize ait.

Yarışma programlarında; ev sahibine hakaret edilebiliyor, insanlar birbirlerinin dedikodusunu yapabiliyorlar. Artık makineli tüfekler yabancı filmlerle görsel hafızalarımız işlemeye başlamadı mı sizce ne dersiniz? Kötü davranışların normalizasyonu oldukça, insanların saldırgan davranışları da artıyor. Bilimden geleneklerinden kopan toplumun geleceği karanlıktır.

Geldiğimiz noktada çatışmalar, tartışmalar, küslükler, ayrılıklar, değerli olmak, özel olmak, arkadaşlıkların bitişleri, ayrılıklar, özlemler hepsi dijital ortamlara taşındı. İnsan insana ilişkiler sanal olarak devam ediyor.

Kollektif bilgimiz uzaktan ilişkinin zor yürüyeceğidir. Görme, duyma, koklama, dokunma, konuşma ne kadar az olursa yanlış anlaşılmaların da ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Sosyal medyada insanlar birbirlerine saygısız ve kutuplaştırıcı davranabiliyorlar. Mesajlar hakaret içeriyor. O ortamlar da kendilerini yansıttıklarının farkındalar mı sizce ?

Bizim kültürümüzde tarihimizde saygısızlık, şiddet, zarar vermek, kadın vurmak yok.

İnsanların rütbeleri büyüdükçe masa ve imzaları büyür. Büyük adama fiziksel olarak yaklaşmak zordur sekreteri, bariyerleri vardır.

Türkçe de “yakinim” kelimesi vardır. Duygusal olarak yakın kişi, fiziksel yakındır. Biz toplum olarak yakınlıktan hoşlanırız.

İnsanoğlu tüm coğrafyalara uyum sağlayan tek canlı. Medeniyet uyum sağlıyor, her tür kirletilmiş duruma da uyumlanıyor.

Hepimizin içinde sesler var. Yükselmek isteyen, büyümenizi isteyen, sizi geri de tutmak isteyen,tembel yapan, rahat yapan ses.  Bizi potansiyellerimizden kısıtlayan ses kümeleri ….

Her gün uyandığımız andan itibara uyumaya gittiğimiz ana kadar içimiz de bu sesler arasında savaş var. Ve tahmin et kim kazanır? Beslediğimiz büyüttüğümüz.

Zamanı nasıl kullanacağımız bizim seçimimiz. Hayat ve zaman en iyi ki öğretmen. Zaman bize hayatın değerini öğretir

 “Zaman, bekleyenler için çok yavaştı korkanlar için çok hızlı, üzgün olanlar için çok uzun ve kutlayanlar için çok kısadır, ama sevenler için, zaman sonsuzdur. “   William Shakespeare

Hayatı seyretmekten çok içinde ki gerçeğin parçası olmak. Konuşmaktan çok yaşamak. Akışın içinde olabilmek. bildiğini, öğrendikçe daha çok öğrenmesi gerektiğini fark ediyor.

 

 “Müzik devam ederken sen müzik olursun. Katılımsız an, zamansızlığın zamanla olan kesişim noktası. Çoğumuz için sadece katılımsız an var. Zamanın içinde ve dışında olan an… Güneş ışığının hüzmesinde kaybolmuş zihin dağılması. Görünmeyen yabani kekik, kışın çakan şimşek veya şelale ya da aslında hiç duyulmamış olan çok derinden duyulan müzik. Müzik devam ederken sen müzik olursun.”     T.S Eliot - The Dry Salvages

Yayın Tarihi
18.05.2021
Bu makale 1071 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!