Bunu anlamak için tasavvuf felsefesini ve Mevlana'nın hayat görüşünü iyi bilmek gerekir. Bu söz Mevlana'nın hayat serüveni kadar insanlık mertebelerini de özetlediği cümlesidir.
Ham, tenine kul olan biyolojik insandır ve insanlık merdiveninin en alt basamağını mekan edinmiştir; nefsini yenip piştikçe basamak basamak yükselir.
HAM ADAMI (BEDEN) kandile benzetilir ve kandil ancak bulunduğu yeri, küçük bir üfürük bile kandili söndürebilir.
OLGUN ADAM (CAN) güneşe benzetilir ve tüm dünyayı aydınlatır, her eve misafir olur. Rüzgardan, boradan, kasırgadan aya ve güneşe gam vurmaz.
Hamdım derken tasavvufi anlamda herhangi bir bilgi ve olgunluğunun olmadığını ifade eder.
Piştim derken bilgi ve yaşanmışlıklarla nefsinin isteklerine dur diyebilmiş ve tasavvufi basamakları çıktığını ifade etmiştir.
Yandım derken ise tasavvufi anlamda artık Allah aşkıyla hemhal olduğunu ve içini Allah aşkının ateşinin yaktığını ifade etmektedir.
Sazlıktan koparılan ney misali insanın ilk hâli hamlıktır. Sonra bilmeye, öğrenmeye başlayınca kabalığını, hamlığını atar. İlk basamak bilmektir.
Size göre nedir hayat? Seçimlerimiz, vazgeçişlerimiz mi? Sahip olduklarımız, bize sahip olanlar, kazancımız, evimiz, arabamız, önümüzdeki waffle, bardağımızdaki içecek. Pişmanlıklarımız, kırgınlıklarımız, hayal kırıklıklarımız, hatalarımız mı? Sevdiklerimiz, onlarla bir hayat kurmak istediklerimiz mi, onlarsız yaşamayı düşünemediklerimiz mi?
Hangisi daha çok hayat ve hangisi sizin hayat tanımınızı kapsıyor? İnsanın dünya görüşü, kendisiyle ilgisi değişiyor. Hayata yeni anlamlar ve arayışlar veriyor. Dinamik bir süreç.
Bir şeyi yaratmak, sevmek, her şeye rağmen tüm olumsuzluklarıyla sevebilmek, bir ilişki kurmak. Bazı insanlarla dostluk kurmak insanı bir yerden bir yere taşıyor. Bazı ilişkilerimizdeki insanlar da bize zarar veriyor. Yakın çevremiz ile birlikte yaşıyoruz. Başkalarının varlığında bizim yaşamamız anlamlı. Gözümüzde ki yaşam ışığı karşımızdaki insanlarla anlam bulur. Başkalarına ne verdiğimizle ilgilidir. Kendinden büyük bir bütünün parçası olunca yaşam anlam kazanıyor. En küçük varoluşumuzdan en büyük varoluşumuza kadar doğanın içinde anlam bulmaya ihtiyacımız var. Ne öğrenmemiz gerektiğini keşfedebiliyor muyuz?
Mindfulnes, ne kadar farkındayım? Doğada erkeksi kadınsı olmakla bütünleşmek, birliği hissetmek. Hayatın sunduğu güzellikler karşısında şükretmek.
Nefes alışımız, akciğerlerimize giren oksijen hayatta tutuyor bizleri. Yaşamak nefese anlam katıyor. Sağlığımızı kaybedince anlamı ortaya çıkıyor. Güven duygumuzu kaybedince anlamını fark ediyoruz.
Herkes hayatına kendi anlamını verebilmeli. Anlam arayan anlam bulabilir. Ne aradığını bilmezsen ne bulduğunu bilemezsin. Her arama bulma ile sonuçlanmayabilir. Seven insan duyarlılığı, farkındalığı, kabulü, affetmeyi öğrenir. Tüm yaşanılanların arkasındaki bütün içerikleri görebilmekle mana bulabilir yaşamlarımız. Hepsinin içindeki doğruları, anlamları, işlevleri bulabilmek. Resmin bütününe bakabilmeyi unutmamak.
Sevmek çalışmayı da içinde kapsar. Sevince üretirsin, sevmenin kendisi üretimdir. Kendi kendini besler.
Misafir geldiğimiz yerde ev sahibine saygılı olmalıyız. Doğa bizimle çatışmaz bizi besler. O kızınca bizim haberimiz olur.
Verilenlerdeki anlamı kıyaslama yapmadan bulabilmek…Yaşamın hakkını vererek yaşayabilmek…Tümü kişinin olgunlaşma süreci ile ilgili. Ne düşündüğünü ne hissettiğini anlayabilme becerisini kazanma zamanlaması her insan da farklıdır.
Çocukken ölüm nedirin anlamı yok oluşu görmek ve bastırmamız. Bütün hayatımız bu korku üzerine kurulu. İnsanın anlam arayışı hep var. Hayatın arka fonundaki müzik; ölüm korkusudur. Her insan kendi tarzında korkuyor. Ruhsal sıkıntıların en temelinde ölerek yaşayacağını bilen tek canlının insan olması vardır. Ölüm korkusu inkarı ile devam ediyor. Gençken ölüm uzak bir düşünce. Arkadaşlarınız, dostlarınız ölmeye başlayınca ya da yüzleştiğiniz zaman ölüm kendisini hatırlatıyor size. Acının karşısında, ölümün karşısında duruşumuz hayatımızın anlamını belirliyor.
Hayatta kalmak ve olgunlaşmak için geliyoruz dünyaya. Bazen de regrese olarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Nihai terörümüz olan ölüm tekrar gündeme geldiğinde sonu nereye gidecek hepimiz ayrı yaşıyoruz.
Yaşam acıları ve kayıpları değersizleştirip küçültmeden ya da dengesiz bir şekilde abartıp yaşamımızın merkezine koymadan yaşayabilme becerisi.
Arka fonda ki müziğin volümünü kısıyoruz hatta bazen de duymazdan geliyoruz. Kısabildiğimize inanmak istiyoruz. Kimse yarınları bilemiyor. Yarının belirsizliği kaygılara sebep oluyor. Kıstığımızı zannettiğimiz kadar kısamadığımızı bağıran gerçekleri, felaketlerle anlıyoruz. Varoluşumuzun bize bahşedilen en büyük armağan olduğunu sıklıkla hatırlamalıyız.
Mitolojide Tanrılar insanları fani olduğu içi kıskanırlar. Pazartesi ile salı arasındaki farkı fani olan anlar. İyiyi ve kötüyü yaşarken, siyah ve beyazın yanında grinin tonlarını fark edebilmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. İşte o zaman hayatın içinde güzellikler bulunabileceğini anlayabiliriz. Yaşamın hakkını verebilmek iç ve dış dünyamızda var olanlarla tanışabilmemizle ve aralarındaki dengenin kurulmasıyla mümkün.
Tüm duyguların olumlu ya da olumsuz demeden farkındalığı gerekiyor. İçimize alıp taşıyabilecek güce ulaşıyoruz. Bir zaman çelişki gibi gelen durum, duygu ve düşüncelerimiz bize bilgi verebiliyor. Olgunlaşmak çelişkileri taşıyabilecek kadar büyümek. Geçmiş hatalarımızdan öğrenmek.
10 yıl önce ki ve 10 yıl sonra ki söylemleriniz aynıysa bu bize hiçbir şey öğrenemediğimizi gösterir. Farkındalıklı yaşam, yaşam içinde yaşamaktır. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Acı bilgisi ile birlikte kişide bilgelik artıyor. Kendimizin ve bazen de başkalarının acılarıyla öğreniyoruz. Bir bütün olarak yaşıyoruz, hoyratça eleştirmeden yaşamamız gerekiyor.
“Daha çok kendi yüzümden acı çekerim. Eğer benliğim olmasaydı hangi acıyı çekerdim ki…“ — Lao Tzu