YAŞAMAK ZAMANI

Diken Tarlasından Gül Bahçesine (8)

Çok İşe Yaradı, Çok!..

 

            Bahçıvan evi yapılırken öğrenmiştim: Temel kazılır kazılmaz demir, çimento, kum gerekiyordu hemen. Ve çakıl ve taş…

            Bunları nerden, nasıl alacağını biliyordu Mehmet Usta.

            “Sağlam olsun bina. Aman diyeyim, sakınma malzemeden. Sen gerekeni yap, borcumu söyle bana.” dedim. 

            İşi yapan da oydu, yaptıran da… Ben İstanbul’da, kendi işimin başında… Mümkünse nakit, yetmezse senet ve çek vererek ödüyordum; her gelişte borçlarımı.

            Yerden yaklaşık bir metre kadar yükselince, demir çubuklarla örüp zemin betonu atıldı evimizin.

            “Bundan sonrası kolay artık… Yağmur da yağsa, kar da yağsa fark etmez. Yaparız biz işimizi.” dedi usta.

            “Aman sağlam olsun, Mehmet Usta!” diye uyarınca bir kez daha:

            “Bir binada en önemli şey, temel ve yükü taşıyacak olan şu direkler ki, biz onlara kolon ya da kiriş deriz. Demirden çalınmazsa, çimentosu doğru karılır da sıvandıktan sonra sık sık sulanırsa hiç korkmayın. Siz bana, ‘Neden kalın demir aldın? İncesinden ve ucuzundan al’ da demiyorsunuz, “Niçin on torba değil de yirmi torba çimento?’ diye de sormuyorsunuz. Öyleyse, malzemeden niçin kısayım ki ben?” deyince iyice rahatladım.

            Yavaş yavaş ben de anlamaya başlamıştım artık; bu işlerden.

            Yayınevini kapatıp müteahhitliğe mi soyunsaydım acaba?

            Şaka, şaka… Ayıp değil, günah değil de aklımın köşesinden bile geçmedi; böyle bir düşünce. Doğru düzgün yapılırsa kutsaldır her iş ve saygındır her işi yapan.

            Seviyordum Mehmet Usta’yı ve her konuda güveniyordum ona.

            Her hafta sonu gelişimde biraz daha ilerlemiş görüyordum inşaatı. Kolonlar ve kirişler de atılınca, yavaş yavaş ortaya çıkıyordu; evin basit iskeleti.

            Kolon ve kirişler arası tuğla ile örülecek, kapı ve pencere boşlukları belirlenecekti.

            Bir hafta sonu, eşim ve kızımla birlikte gittik. Yayınevimize adını veren kızım Dilem, yabancı dil hazırlık sınıfını geçmiş, ortaokul 1’e gidiyordu o sıra. Annesinden çok o merak ediyordu; yapılmakta olan bahçe evini.

            Pazar günüydü. Demir kapının önüne gelince dikenli tarlamızın, elindeki hortumla kavak fidanlarını sulamakta olan İlyas Efendi gördü geldiğimizi. Hortumu bıraktığı gibi koştu kapıya doğru. İki kanadını da açıp kapının:

            “Buyurun, buyurun! Hoş geldiniz.” dedi gülümseyerek.

            Beyaz badanalı evlerinin önündeydi; eşi Sebile Hanım. O da bırakıp işini, yürüdü bize doğru.

            Eşime ve kızıma, “İşte merak ettiğiniz bahçe evimiz!” deyip sürdüm arabayı ileri.

            Ben de çatısının betonla kapanmış olduğunu görüyordum; ilk kez. Çalışan kimse yoktu.

            İlyas Efendi’ye, çatının sık sık sulanmasını söylemiş Mehmet Usta.

            “Sabahtan bu yana iki kez suladım. Biraz sonra yine sulayacağım.” dedi.

            Önce dışarıdan bakıp inceledik, sonra içine girdik inşaatın.

            “Evet, işte bu benim istediğim gibi. Ne büyük, ne küçük…” dedi eşim.

            Memnun olmasına sevindim ama karımdan aldığım iyi notu kızımdan alamadım.

            “Ben ille de bir çatı katı isterim!” diye tutturmasın mı?

            “Bak tatlım, üstü betonla kapanmış; çatı katı yapamayız artık.” dediysem de:

            “Nasıl yapılır bilmem ama ben bir çatı katı istiyorum; bu çiftlik evimizde.” deyip noktayı koydu.

            Ne yani, “biricik eşim” diye annesinin her istediğini yapacaktım da “biricik kızım”ın isteğine “hayır, olmaz” mı diyecektim?       

            Sebile Hanım, “Buyurun evimize, size bir çay demleyeyim.” dediyse de, “Gitmemiz gerekiyor” diyerek teşekkür edip bir istekleri olup olmadığını sorarak ayrıldık.

            Eşimi ve kızımı Semizkumlar’daki yazlığımıza bırakıp Kavaklı köyüne döndüm. Mehmet Usta’yı buldum. Kızımızın ille de bir çatı katı istediğini söyleyince:

            “Tamam hocam, yaparız.” dedi.

            “İyi de nasıl yaparız? Beton atılmış. Üst kata nerden, nasıl çıkacağız?”

            “Bir kolayına bakacağız.”

            “Gel, birlikte gidip orda karar verelim. Ne dersin?”

            “Tamam hocam. Buyurun gidelim.”

            İki, üç dakika sonra inşaattaydık.

            “Evet, Mehmet Usta!.. Ustalığını konuştur bakalım. Nerden, nasıl çıkacağız çatı katına?”

            Dikkatle inceledi, baktı, düşündü:

            “Bence en uygun yer, salonun şu köşesi…”

            Düşündüm; gerçekten bence de en uygun yerdi orası.

            “Ben de aynı kanıdayım; sonra?..”

            “Betonu kırarak bir merdiven boşluğu açacağız.”

            “Güzel de bu zarar vermez mi tavana?”

            “Verir, zarar verir.”

            “Bunu nasıl önleriz?”

            “Merdivenin girişine bir direk koyup tavanı destekleyerek…”

            “Bu olur işte! Ama o direği hem sağlam hem de yuvarlak yapalım.”

            “Tamam hocam, siz nasıl isterseniz…”

            Evet, aynen öyle yaptık. Salondan bir merdiven çıkardık çatıya. Kızıma:

            “Yavrum, oldu olacak, çatı katı değil, tam bir kat yapalım yukarıya.” dediysem de:

            “Hayır babacığım, kat değil, çatı katı benim istediğim.” dedi de başka bir şey demedi.

            “Olur, hay hay!..” deyip ısrar etmedim.

            Bunun üzerine bir oda, yanına bir banyo tuvalet, salon ve balkonu olan bir çatı katı yaptık.

            İyi ki yaptırmış, o çatı katını kızım. Çok işe yaradı o kat, çok!.. (devam edecek…)

 

Yayın Tarihi
02.10.2021
Bu makale 587 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!