Dün mutfakta dilim ve damağım tavşankanı bir bardak çay ile tango yaparken, yine bazı yiyecekler dile geldiler ve bana sitem ettiler.
Kendilerine yeterince zaman ayırmadığımı, ilgi göstermediğimi dile getirdiler. Dünyada kendilerini doğru zamanda, doğru yerde ve doğru damaklar için pişirecek çok insan olmadığını fısıldadılar. Benim kendileri ile konuşmam onları çok mutlu ediyormuş. Böylece her bir yiyeceğin kiminle daha iyi yol arkadaşı olabileceğini en iyi ben biliyormuşum.
Mutlu oldum.
Hepsini aldım, siz mutfak tezgahı dersiniz, ben lezzet podyumu derim, oraya dizdim. Önce hepsine evrende bizimle bu zamanı paylaştıkları ve insanlığın varoluş macerasına sağladıkları akıl almaz katkı için şükranlarımı sundum.
Onlar neler mi? Ya da, onlar kimler mi diye sormalıydım?
Orta boy karnabaharın yarısı
2 adet yumurta
4 adet taze soğan
Yarım demet maydanoz
1 su bardağı galeta unu
Biraz pul biber, karabiber, kekik, toz kırmızıbiber ve tuz
Kaşar dilimleri
Kızartmalık zeytinyağı
Karnabahar, 2016’nın mutfaklarını şimdiden fethedecek gibi görünüyor. Değerini bilenlerin damaklarına hapsedildiği bir esaretten sonra gelen iade-i itibarın keyfini sürmeye hazırlanıyor. O kar beyazı rengi ve bütün kıvrımları ile, cazırdayan zeytinyağında raks etmek için sabırsızlanıyor.
Ben karnabaharın muhteşem dönüşünü ilk selamlayanlardanım. Dün akşam yumurta, taze soğan, maydanoz, galeta unu, pul biber, karabiber, kekik, isot ve tuz da bu selamlamaya katıldılar ve benimle birlikte karnabahara biat ettiler.
Ben tezgahtan mideye lezzet sürecini şöyle yönettim;
Karnabaharı – en doğal sabun ile – misler gibi tertemiz kılınmış özlem dolu parmaklarıma aldım, sevdim, okşadım, teşekkür ettim, öptüm. Kutsiyetine duyduğum saygı gereği üç kez öpüp bir ilahi emanet gibi alnıma götürdüm.
Ayıkladım ve endamını hoş eyledim. Sizin tezgah, benim podyum dediğim platforma sürüverdim.
Hem varlığı, hem yokluğu dert olan tuz ile hem dem olmalarını sağlamak için tuzlu suda güzelce haşladım. O tatlı sert karnabahar iyice yumuşadı, bir lezzet heykeli dökülecek kıvama geldi ve yemek hazırlama aşkıma teslim oldu.
Kırmamaya ve hırpalamamaya özen göstererek çatalla bir güzel ezdim. Mayıştı. Pelte kıvamına geldi. Birazdan çıkacağı lezzet yolculuğuna hazırlanır gibi tatlı bir uykuya daldı. İnce kıyım yeşil soğan ve maydanozu lezzet afrodizyağı gibi yedirerek yoğurdum. Çırpılmış yumurta ile sakinleştirdim. Galeta unu kattım. Ortaya çıkan harç az sonra ‘yaratacağım’ altın lezzetler için ideal kıvamı aldı.
Mutfak podyumunun bir köşesinde unutulduğunu sanan ve adeta görünmez kıskançlık krizleri ile sararan kaşara geldi sıra. Gönlünü alırcasına tuttum, yüzüne özür dileyen bakışlar attım. Gülümsedi. Tava geldi. Bir buçuk parmak kalınlığında kestim. Harçtan bir köfte ebadında kopardığım parçayı yatak gibi şekillendirdim. Kaşar parçasını içine yatırdım. Az sonra gireceği cehennemi yağın içinde canı fazla yanmasın diye her tarafını kapattım. Öpüp kokladım. Cızırdayan yağın içine hafifçe koydum. Abartmamak adına sadece 4 tane hazırlayıp aynı işlemi yaptım. Birkaç dakika sonra hepsinin altını üstüne çevirdim. Piştiğine iman ettim ve yağdan aldım. Dağların mucizesi kekik işte tam burada devreye girdi. Köftelerin üstüne kar taneleri gigi serpiştiriverdim. İyi ki de böyle yaptım....
İlk lokmayı koparıp aldım ve en büyük hatayı yaptığımı anladım. Bu başyapıt öyle hapur, hupur yenmezdi ki… En büyük nimet, kabul, ama ekmeği kaldırdım sofradan. Aralarında hır gür çıkmasın diye… Çatalı ve bıçağı da kovdum. Sofranın kraliçesini tahtında tek başına bıraktım. Bir süre seyrettim. Tavandan akan solgun ışık karnabahar sultanı bambaşka bir havaya sokuyordu.
Ellerimle minik parçalar koparıp yedim hepsini.
Sonuç mu?
Gözlerim, dilim, damağım, midem bana dualar ediyor…
Hadi size bir kıyak daha… Yanında yoğurt ve ketçap ile muhteşem oluyor…
Gerisi? Bende kalsın. Siz de yaşayın ve görün..