Hekimlerin genelde burnu havadadır, ama bence onlara çok yakışır.
İnsanların canını kurtaran Lokman Hekim evlatlarının, sosyal hiyerarşi sıralamasında ilk sırayı almaları analarının ak sütü gibi helaldir.
Ama bu ayrıcalığın sınırı tam da bu noktada sona erer. Ötesi yok…
Gelgelelim, bazı hekimler abartır... Sağlığımızın bedeli olarak kendilerine beslediğimiz sonsuz şükran ve hayranlıkla yetinmez, bir de biat beklerler…
Tıbbiyeyi bitirenlerin, Türkiye’nin en akıllıları ve en beceriklileri olduğuna inanırlar.
Hatta bazı hekimler doğuştan gelen bazı misyonlar taşıdıklarını düşünür. Bazıları sadece insanların sağlığı için değil, Ülkenin selameti için doğduklarını düşünürler.
Mesela, iyi bir hekimin bir kenti de çok iyi yönetebileceği düşüncesini bu takıntı besler.
Hele bir de bu hekim bir üniversiteyi uzun yıllar yönetmiş ise, bir kenti yönetmek nedir ki, diye düşünür…
Bu ön kabul ve siyaseten birikmiş ukdeler bir araya gelince, bir inat doğar.
Çalakalem ‘şettirilmiş’ bir ‘Yaparsa Hoca Yapar’ çorbası da bu inat sosu ile servis edildiğinde, önceki yönetimden tat alamayan kim varsa tava gelir.
Oysa Mustafa Bey’in sevenleri onu bu konuda uyarmalı idi.
Bir kenti yönetmek uzun bir hazırlık gerektirir.
Birkaç yıl önceden karar verilmeli, akılcı bir program hazır olmalı, mevcut belediye yönetiminin seçeneği olarak aylar boyunca halk ile paylaşılmalı idi.
Mustafa Bey,
Seçim kampanyanızdan şu ana kadar gördüğümüz her şey, ama her şey orada oturmanızın sadece bir tepki adaylığının sonucu olduğunu kanıtlıyor.
Tıp fakültesinde anatomide başarılı olmak, bir kentin anatomisini de aynı başarı ile okuyabileceğiniz anlamına gelmez.
İnsan damarlarında kan, kentin damarlarında kültür, siyaset, ekonomi, para, yatırım, tarih ve sanat akar.
Siz seçim kampanyanıza kadar kentin damarlarında neredeyse hiç bulunmadınız, sokağı bilmezsiniz, kenti tanımazsınız.
Keşke, sizinle aynı siyasi hareketten gelen ve üçüncü dönemdir halkın güvenine, sevgisine ve dostluğuna layık bulunan Başkan ile daha sık görüşseydiniz ve adaylık kararı alırken onun görüş ve önerilerini dikkate alsaydınız.
O Başkan, 1999’dan çok önce kent ile ilgili nasıl hazırlıklar yaptığını, kentin ana değil, kılcal damarlarına nasıl girdiğini anlatırdı.
1999 yerel seçimleri geldiğinde sonuçları hiç merak etmeden, zaten kazanılmış bir mücadelenin resmi olarak tescillenmesini beklediğini duyardınız ondan.
Biraz etkilenir ve o seçim gezilerinizde, gözlerinizde ‘ kurtarıcınız geldi ’ seçkinciliğini değil, ‘hizmetinize hazırım’ ‘avamlığını’ görürdü insanlar.
Şehircilik, belediye, yönetim, kentin dinamiklerini doğru okumak, geleceği bugünden hazırlamak adına en küçük bir beceri, birikim, bilgi yok sizde.
Merkezi otoriteye inat adına… “ Bak sen beni sildin, ama ben senin karşına daha güçlü olarak çıktım.” demek adına oraya geldiniz siz.
Kent insanına daha çağdaş, daha adaletli, daha insani yaşam standartlarını yaşamaları için omuz vermek yerine tuhaf çıkışlarla gündemde kalmayı seçtiniz.
Dün seçilmiş bir belediye başkanının, birkaç hafta sonra, bir konferansta GATA, Cami, Ayakkabı, Türban sözcüklerinden oluşan tuhaf bir cümle ile arz-ı endam edişini anlamakta hala zorlanıyorum ben mesela…
Asfalt, geçit, peyzaj, çevre, trafik, arıtma, tanıtım, marka kent, istihdam sözcüklerinin kamp kurması gereken bir ağızda kavga sözcüklerinin ne işi var?
100 bin kişiye iş palavrasını reddettiniz… 1 sıfır fazla yazmışlarmış…
Yedik!
Antalya’ya bedava elektrik palavrasını da…
Dört hastane vaadini de…
Bilmem kaç tane üniversiteyi de…
Mustafa Bey,
Artık sıktınız ama…
Size aklımıza gelen soruları neden sormayalım? Sizi hangi ortak paydanın arkasında koruyalım, eleştirmeyelim?
Kimdir bu A Kent?
Ortakları kimdir?
Bu ortaklar devlet sırrı mıdır?
Neden görünmezler?
Belediye dışında bir şirket için neden hep siz ve Belediye’nin hukuk müşaviri meydana çıkıp açıklamalar yapıyorsunuz?
Mustafa Bey,
Otobüs ve dolmuşlarda bir ekran var. Biniyorsun. Kartın yok ise kaptandan biniş kartı satın alıyorsun.
Kartın var ise o ekrana tutuyorsun. Birkaç saniye sonra trrrnkkk diye bir ses geliyor.
- …kadar paran kaldı…
Bu ekran mesajlarının hemen hemen hepsi benim için sürpriz oldu.
Yani…
Birkaç saat önce şu meçhul A Kent’in websitesinde kontrol ettim. Emekli ‘halkkartım’ da x TL mevcut derken… Ekranda mutlaka birkaç TL eksiği yazdı.
Kaptanlara sordum. Yahu kardeşim burada bir tuhaflık var?
El cevap;
- Abi bu ekranlar henüz tam oturmadı…
Daha bu sabah yaşlı bir hanımefendi dolmuşta bir muhatap arıyordu;
“ Şoför evladım, bu karttan fazla para çekildiğinde kime gidip müracaat edeceğiz?”
Dolmuşun tamamı ‘Yaparsa Hoca Yapar’ repliğinizi tekrarladıktan sonra sizin ve ekibinizin hal ve hatırını son derece ‘nazik’ bir o kadar da ‘incitmeden’ sordu…
Bunlar size gelmiyor mu?
Mustafa Bey,
Bu halkkart ve cümle alakalı hususlardan birinci derece siz sorumlusunuz. Bu kentte yaşayan emekli bir vatandaş olan bana cevap verin;
Otobüs ve dolmuşlardaki bu ekran nedir? Ekranın oturması nasıl olur?
Antkartı iptal edilirken en çok bağırdığınız “ insanlar paralı biniş hakkından mahrum edilemez. Bunu kaldıracağız.” cümlesini nerede bıraktınız?
Bu otobüs ve dolmuşlardaki çakma malzeme ne zaman adam gibi çalışmaya başlayacak?
Siz ne zaman; “ Ey Antalya, bir inat uğruna daldığım bu macera bana birkaç gömlek büyük geldi. Ben işime dönüyorum.” diyeceksiniz?
Olmadı Mustafa Bey,
Hem kendinizin, hem de Kentin 5 yılı heba oldu…
Gelecek seçimlerden sonra bu kentin başında siz olmayacaksınız. Eğer önümüzdeki 2.5 yılda, ait olduğunuz siyasi parti, diğer belediyeler ve farklı platformlarda gelecek seçimler için çok güçlü bir ateş yakamaz ise, yandı gülüm keten helva…
Ben de sizi, Anadolu tarihinin zengin folkloru dururken, ortaya karışık attırıverdiğiniz Octoberfest tuhaflığı, A Kent ve çalışmayan ekranlar ile anımsayacağım.
Yazık ve güle güle…