Diyalektik evrenseldir. Mükemmel bir ifade ile kendini tanımlamıştır.
‘Değişmeyen tek şey, her şeyin değiştiği kuralıdır’.
Kültür değişir. Politika değişir. İnançlar değişir. Ekonomi değişir. İnsan değişir.
Çünkü Dünya değişir.
Yaşam değişmeseydi, bugün, bu topraklarda hala Roma İmparatorluğundaki cinsel tercihler, doğrular ve yanlışlar geçerli olurdu.
Genç bir erkek sevgilisi olmayan erkeğe anormal damgası vurulur, küçümsenirdi.
Bu kabulden sonra artık bazı kavramları sorgulama zamanı geldi galiba.
Mesela bağnaz kavramı pek de bugüne kadar bize yutturulduğu gibi bir tanıma sahip değil gibime geliyor.
Bağnaz denildiğinde hemen önümüze çember sakallı, şalvarlı, ayağı takunyalı, eli tesbihli ve yüzü alabildiğine çirkin bir molla fotoğrafı çıkarılırdı.
Tepemizde, birileri bu fotoğrafı dayatır, bu tanıma inanmamızı emrederdi.
Mutlaka militer bir emirden bahsetmiyorum…
Ait olduğumuz sol cemaatin şeyhinden de, sosyal hayatımızı paylaştığımız ahbap çavuşlar cemaatinin önde gelenlerinden de gelebilirdi bu emir.
Okuldaki öğretmenden de…
“Biz bu düşünceye ve onun etrafında saf tutmuş cemaate aitiz. Sorgulama! Kuşkulanma! Biat et!”
Ama, benim kafatasımın içinde de bir beyin var. Bu beyinde biriktirdiğim yaşam deneyimleri var.
Okuduğum kitaplar var. Duygularım var.
Gezdiğim, gördüğüm yerlerden edindiğim izlenimler var. Takip ettiğim ülkeler, bu ülkelerdeki yaşam biçimleri, politikalar var.
Neye inanmam ve neyi reddetmem gerektiğine, benim yerime kim karar verebilir?
Benim yerime karar veren/ler/in benden daha bilgili, daha namuslu, daha akıllı olduğunu nereden bileceğim?
Benden biat bekleme hakkını kim, nereden, hangi yetki ile almış?
Entel cemaatlerde durum tam anlamı ile budur. Dogmalar genellikle rakı sofrasında şekillenir. Her dumanlı kafa dogma ucubesine bir katkıda bulunur, ertesi gün bu geyiğe herkes ayet hükmü atfeder.
Yapılanlara değil, yapana göre pozisyon alırlar. Aktör bir kez damgayı yemiştir, ağzı ile kuş tutsa yaranamaz. Bu nedenle aksiyon da aynı tepkiyi görür.
Bir adım sonrasını merak etmezler. Cemaatin şeyhi hükmü vermiştir. Bir süre sonra bu hükmü yerle bir edecek gelişmeler olur, gerçek ortaya çıkar.
Entel cemaat rezil rüsva olur.
Ne bir ses… Ne bir nefes… Ne bir özür…
Vaktin birinde, Arapçayı çağrıştıran tersten diziliş ve harf yapısı ile ‘Tehlikenin Farkında mısınız?’ manşetleri ile ortalığı ayağa kaldıranlar, aradan üç yıl geçtikten sonra dost meclislerinde “ Şeriat meriat gelmez, bunlar parayı buldu” diye 180 derece dönebilirler.
Ama biz onlara ‘dönek’ diyemeyiz. Haftalar boyunca ortalığı germenin, yalan manşet atmanın hesabını soramayız.
En azından kendileri bu konuda milletten samimi bir özür dilemeyi zul addeder.
Kimden özür dilenecek?
Göbeğini kaşıyan adamdan mı? Bidon kafalıdan mı?
Aylardır kapkara başlıklarla milletin sinirlerini bozarlar. İç karartıcı manşetlerle Ülkenin göçtüğünü, bittiğini ifade etmek isterler.
Ekonomi bitmiştir.
Türkiye batmıştır.
Manşetler hem içeriyi hem dışarıyı etkilemeye dönüktür. Yabancı yatırımcıların yatırım iştahı kapansın isterler.
Batmış ve bitmiş bir Ülkede günün birinde bir ihale olur.
Birisi tamamen yabancı, diğeri yabancı ortaklı iki medya devi, batmış ülkenin futbol yayın hakları için bilek güreşine tutuşur.
Yabancı ortaklı medya devi, yıllık 420 Milyon USD’yi gözünü kırpmadan bastırır, ihaleyi kazanır. Batmış ve bitmiş bir ülkenin gelecek beş yılına duyduğu güven ile yatırım yapar. Hem de küresel krizin para dolaşımını minimum düzeye indirdiği koşullarda.
Ki, rakip firma da, almış olduğu Telekom ihalesi sonrasında yerden yere vurulan, tatlı karları cebe indirdikten sonra kaçıp gideceği palavrası çıkarılan, yabancı sermayeli bir medya devidir.
O da Türkiye’nin geleceğine duyduğu güvenle kesenin ağzını açmaktan çekinmemiştir.
Entel cemaate soramazsınız;
‘Yahu Kardeşim, sermaye nazlıdır. Ürkektir. Sağlam görmediği yere bir kuruş yatırım riske etmez. Buna bir açıklamanız var mı? Bu yayın ihalesine bir de bu gözle bakmak aklınıza geliyor mu?’
Ne bir ses… Ne bir nefes… Ne bir özür…
Onların kitabında özür, özeleştiri yazmaz.
Tıpkı Güneydoğu’yu parsel parsel kapatan İsrailliler palavralarının fos çıktığı durumdaki gibi.
Tıpkı Etibank ve Bor geyiklerinde çuvalladıkları durum gibi…
Tıpkı Avrupa Birliği Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde yazılı olduğunu iddia ettikleri ve birileri bu sonuç bildirgesini tercüme edip gözlerine soktuklarında suratlarının aldığı hal gibi…
Üzücü…
Türkiye’yi, entel cemaatlerindeki kişi sayısından ibaret sanıyorlar. Beş on müritten alkış geldiğinde de toplumsal bir onay aldıklarına inanıyorlar.
Dünyanın nereden nereye geldiğinin farkında değiller.
Teknolojinin ve bilginin seyahat hızının nanosaniyelerle ölçülmekte olduğunu kavrayamadılar.
Onlar, Konya’nın köyündeki çobanı dağ başında kaval çalarken bıraktılar ve hala orada sanıyorlar.
Onun misyonunu bu imajla sınırlı düşünüyorlar.
Yazık!
Konya’nın köyündeki çoban, bir yandan ipoddan koyunlara Vivaldi dinletiyor, bir yandan da mini laptopunda forex işlemleri yapıyor.
Farkında değiller.
Beden saatleri 1940’larda durmuş. Hala o dönemlerin biatını bekliyorlar milletten.
Türkiye’nin genlerinden biat kodlarının delete edildiğini anlamaları için bir asır geçmesi gerekiyor.