Şimdiye kadar bu kadar hüzünlü bir Ramazan yaşamamıştım; her yaştan on beş milyona yakın insanımızın iki ay kadar önce yaşadığı asrın musibetinin oluşturduğu ağır şartların, sıkıntı ve acıların bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü günümüz ortamında vicdan sahibi hiçbir insan iftar vaktinin uhrevi hazzını bile tam olarak yaşayamaz. İki gün önce bir gazetede yaşadıklarını anlatan genç kızımızın anlattıkları yüreğimde adeta çakılı duruyor:
“Ramazan’a girmek hiç bu kadar buruk olmamıştı; ablamla beraber sabahtan beri iftarı nasıl yaparız, sahura nasıl kalkarız diye konuşuyoruz. Her şeyin eskisi gibi olmayacağı açık, bizi nereye götürürler, nasıl olur hiç fikrimiz yok. Deprem sabahının acısı ilk günkü gibi yerinde duruyor. Perişanlık çok fazla; esen rüzgârdan yağan yağmurdan hiç bu kadar korkmamıştık. Rüzgâr çadırımızı götürürse ne yaparız diye düşünüyoruz, yağmur çadıra girer diye çok korkuyoruz. Sözün bittiği yerdeyiz. Perişanlık, yokluk rezillik diz boyu. Tüm depremzedeler kötü durumda, sağlığımızda da sorunlarımız oluyor. Bir hayli borçlu durumdayız, nasıl öderiz bilemiyoruz. Samimi ilgi ve sıcaklık arıyoruz. Azıcık kahvemiz var, bize gelen olabilir diye düşünüyor içmiyoruz. Ramazan ayının bu kadar buruk olabileceğini hiç düşünmemiştik.”
Deprem bölgesinde bu ağır sıkıntılar hüküm sürerken, ülkemizin genelinde insanlarımızdan geniş bir kesimi ciddi bir geçim sıkıntısı çekiyor. Toplumun huzur ve istikrar açısından temelini oluşturan orta sınıf son yıllarda önemli oranda eridi. Gelir grupları arasında makas giderek açılıyor. Özellikle iktidara ve onun sunduğu imkanlara sahip rantiyeci ve kamuyla müteahhitlik ilişkileri yoğun bir kesim fiyatların artmasından, enflasyondan etkilenmiyorlar. AVM’ler, lokantalar, pastaneler bu kesimdekilerle birlikte, yüksek maaş / ücret alanlar ve ticarette kazanabilenler tarafından doldurulduğundan alttaki gelir gruplarının sıkıntılarını bazıları abartılı buluyor. Oysa Et-süt ve Halk Ekmek satış yerlerinden yahut biraz daha ucuza alabilmek, iftar çadırlarının önünde bir sıcak çorba içebilmek için bekleyenler, çocuklarına ayda ancak bir defa et yedirebilenler de bu ülkenin görmezlikten gelinemeyecek gerçekleridir.
On yıl önce on iki bini geçen fert başına düşen millî gelirin sekiz bin dolar civarına gerilemesi en fazla alt gelir gruplarını etkiledi; millî gelirden aldıkları pay azaldı. Ekonomik politikalarda atılan doğru adımlar da yanlışlar da doğrudan günlük hayata yansır. Ortodoks ekonomik politikayı terk ederek kendimize özgü yeni bir model inşa ediyoruz diyerek faizi talimatla düşürebilir, enflasyon sorunumuz değil diyebilirsiniz; paranın değerini belli düzeyde tutacağım diye TCMB rezervlerinden 128 milyar doları tüketebilirsiniz. Ama piyasa kuralları derhal karşınıza dikilir, cezayı keser. İhtiyacınız olan dövizi MB‘dan karşılayamayınca % 9.5 gibi Düyunu Umumiye döneminden bile daha fazla oranda dışarıya borçlanmak zorunda kalırsınız. Suudilerden gelecek birkaç kuruş paraya ihtiyaç duyar, uygulanan ekonomik politikanın yanlışlığını görmek zorunda kalınca dışladığınız Mehmet Şimşek’i yeniden ekonominin başına geçirmeye çalışırsınız.
Devlet’in yönetiminde olan olduktan sonra “keşke şunu yapmasaydım” demenin yararı olmuyor; yanlışın bedelini sadece bunu yapan veya yapanlar değil toplum olarak ödemek zorunda kalıyoruz. Deprem felaketinin yüz milyar doları bulacağı ifade edilen zararının karşılanması maalesef kolay olmayacak.