PKK/KCK terör örgütü, 2015/2016’daki yerel özerk bölgeler kurma girişiminin silahlı kuvvetlerimizin kararlı müdahalesiyle ezilmesi sonucunda Türkiye’de eylem yapma kabiliyetini kesinlikle kaybetti. M.S.B. Yaşar Güler bu durumu geçen haftaki konuşmasında “PKK etkisiz hâle getirildi” diyerek doğruladı. Öcalan, silah kullanarak hedeflerine ulaşamayacakların farkındaydı. Ada’da kendisiyle sürekli görüşen Devlet yetkililerinin de telkinleriyle ve Bahçeli’nin çağrısıyla kurucusu olduğu PKK’nın kendini feshetmesini ve silah bırakmasını isteyen açıklamayı yaptı. Kandil’deki PKK/KCK üst yönetimi iki ay kadar sonra denileni yapacaklarını söyleyerek bir grup teröristle tiyatral bir silah yakma gösterisi yaptı. Hemen ardından yaptıkları açıklamada artık sıranın öteki tarafta, yani “devlette” olduğunu, “gereken adımların atılmaması” halinde başka bir gösteri düzenlenmeyeceğini ifade ettiler. Yedi aydır silah bırakma ve fesihle ilgili en ufak gelişme olmadı, Apo’nun çok ses getiren çağrısı sözde kaldı.
Meclis’te İYİ Parti’nin dışındaki partilerin katılımıyla beş ay önce kurulan Komisyon geçen aya kadar sadece dinleme yaptıktan sonra, partiler çözüme ilişkin görüşlerini içeren raporlarını nihayet verdiler. Raporların incelenerek ortak bir metin oluşturulacağı belirtildi. Bu mümkün olabilir mi, sanmıyorum. Çünkü DEM’in Öcalan’ın görüşlerini esas alan,1923-1924 yıllarında üniter millî devletin kuruluşuyla hesaplaşmasını, devletin Kürtlerle Türklerin ortak olduğu gibi absürt hezeyanlar, makul bir çözüm isteği değil, Kürtçülük manifestosu olarak yazılmış. DEM’in geri adım atması halinde parti bölünür. Diğer yandan bu isteklere siyasi hesaplarla evet diyecek bir partinin olacağına da ihtimal vermiyorum.
Suriye, etnikçi Kürtçülük hareketinin politik eylem merkezi haline gelmiş bulunuyor. Bölgedeki üç ülkede özerk devletler oluşturarak konfederasyon haline gelme ütopyası PKK’nın Türkiye’de ezilmesi sonucunda çöktü. Şimdi ağırlığı Suriye’ye kaydırarak ülkenin kuzey doğusunda Rojava adıyla Kürt devleti kurma peşindeler. SDG bu projenin yürütücüsü, PYD/YPG esas aktörler olsalar da taktik gereği öne çıkmıyorlar. ABD özerk devlet girişimine büyük maddi ve askerî destek veriyor, bütçeden 140 milyon dolar yardım belirlendi.
İsrail başından beri bu projeyi destekliyor. Türkiye ile Filistin’den ötürü soğuk savaş ortamına girdiğinden desteğini daha da artırdı. Geçen hafta Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Devleti ile yapılan zirve toplantısı bu üç devletin Türkiye’ye karşı düşmanlıklarının ne kadar ileri boyutta olduğunun ifadesidir. Aynı günlerde üç bakanımızın Ahmed eş Şara ile görüşmeleri Şam rejiminin yalnız olmadığı, SDG üzerinden oynanmak istenen oyuna engel olmakta kararlı olduğu anlamına geliyor.
Türkiye’de DEM’in ve AKP-CHP içerisinden bazı bölge milletvekillerinin SDG’yi korumaya yönelik sözleri, Hakan Fidan’a saldırmaları etnikçi mensubiyet duygularının kendilerine ülke çıkarlarını unutturduğunu gösteriyor. Terör örgütü ülkemizde silah zoruyla hedefine ulaşamayacağını deneyerek görüp anladığından, yöntemini değiştirdi, siyasi alana yöneldi. DEM şimdilik merkez konumunda. Ancak çözüm sürecinin ilerleyen aşamalarında talep ettikleri yasal ve anayasal düzenlemeler isteklerine uygun yapılırsa, beş bin civarında olduğu söylenen örgüt mensubu serbest kalırsa ajitasyon ve propaganda faaliyetleri birkaç misli artar, Türkiye çok yoğun siyasi-etnik kaos yaşamaya başlar. Daha şimdiden DEM’in bazı çıkışlarının nasıl kışkırtıcı olduğunu görüyoruz. Terörsüz Türkiye’yi elbette istiyoruz, ama devletin temel esaslarından, millî değerlerinden, tarihî bağlantılarından ödün verilmesine aklıselim sahibi hiç kimse razı olmaz.
Diğer yandan İsrail’in kanatları altında SDG üzerinden oluşturulmak istenen etnikçi yapının engellenme girişimleri doğrudur. Şam yönetimine desteğimiz sürdürülmelidir. DEM’in SDG’yi desteklemesinin yanı sıra Apo’nun “Rojava kırmızı çizgim” demesinin, SDG’nin entegrasyona ısrarla yanaşmamasının, YPG’nin silah bırakılmasına suskun kalmasının anlamını herkes iyi düşünmelidir.