DÜŞ-ünü-YORUM

Evet! Türkiye’nin geleceği adına en az 3 çocuk.

Sayın Demirel,

 

Artık susup köşenize çekileceğiniz bir an gelecek mi, bunu şiddetle merak ediyorum.

 

2010 yılına geldiğimizi, Türkiye’nin, sizin zamanlarınızın her şeye “he” diyen bir köylü toplumundan hızla dönüştüğünü, kamu açıkları, dengesiz bütçeler ile boğuşmakta olan, içine kapanık, her komşusu ile başı belada bir Ülkeden küresel bir aktör çıkmakta olduğunu anlayıp anlamadığınızı da bilmiyorum.

 

Dünya’yı iki kampa bölen ve küresel geometriyi kolaylaştıran Duvar’ın çoktan yıkıldığını birilerinin size söylemiş olması gerekir. Duvar yıkıldı. Bu, işleri hem kolaylaştırdı, hem de zorlaştırdı.

 

Zorlaştı, zira artık Dünya’nın iki harami tarafından dizayn edildiği dönem geride kaldı. Bilgi ve teknoloji çağına girdik. Milyarlarca insanı hamaset, kurgu darbeler, güdümlü medya ile kandırma dönemi bitti.

 

Kolaylaştı, zira artık herkes her yerde her şeyi her zaman anında biliyor, yorumluyor, düşüncesini paylaşıyor ve bu sürece ne tank top silah ne de kanlı istihbarat örgütleri karşı koyamıyor.

 

Çok değil, 20 yıl önce gözümüze dev gibi görünen siyasi, ekonomik, sanatsal aktörlerin biz normal insanlar gibi, yiyen, içen, tuvalete giden, yalan söyleyen, kadınlara asılan sıradan ama şişirilmiş cüceler olduğunu gördük.

 

Bir kez daha anladık ki, bildiğimiz bütün şeyhleri aslında müritleri uçuruyormuş.

 

1970-1990 arasındaki bakış açısının, 2010’u kavramak bir yana, ancak geçmişe dürbün yerine kullanılabileceğini kavramıyor olabilirsiniz, ben açıklayayım.

 

1990’larda olduğu gibi, sırf muhalefet etmiş olmak adına bir iktidarın yaptığı her şeye baştan karşı çıkmanın artık kabul gören bir siyaset biçimi olmadığını kabul edin.

 

Geçti o devirler.

 

Son derece düzgün, hatta muhteşem bir Türkçeniz olmasına rağmen köylere gidip “ hökümatın başı” diye popülizm yapmayı inanın şimdinin bebekleri bile yemez.

 

Olsa olsa gülerler.

 

Sizin, köşenize çekilmiş sakin ve huzurlu bir hayat sürdürdüğünüzü düşünürken yine çıkıp bir şeyler söylemişsiniz.

 

Evet, iktidar ve güç insan 100 yaşına da gelse asla vazgeçilemeyecek amaçlardır. Sizin de bu özlemin peşinden hala ısrarla koşmanızı bu açıdan yorumlamak mümkün.

 

Ama hepsi bu kadar, gerisi yok. Dönüş de yok. Birkaç ahbabınızdan ve antika meraklısından başka okuyanın olmadığını siz de biliyorsunuz.

 

Demişsiniz ki;

 

 

NÜFUS ARTIŞINI TEŞVİK ETMENİN MANASI YOK



'Ben Başbakan olduğumda 100 bin turisti misafir edebilirken, bugün 25 milyon turist ağırlayabiliyoruz" diyen Demirel, bugünkü sıkıntıların işsizlik, yoksulluk olduğunu söyledi.

 

Hala 4 kişiden birinin işsiz olduğunu anlatan Demirel, şöyle konuştu:

 

"Bunların çaresi kalkınmadır. 85 yılda yüzde 5 büyüme hızını yakaladık. Yüzde 1.5 nüfus artışınız varsa, yüzde 7 kalkınma hızıyla herkese iş bulabiliriz. Bu kalkınma hızını yakalamalıyız. Nüfus artışını teşvik etmenin manası yok. Daha az nüfus daha sağlıklı,
daha zengin daha iyi yaşayan, daha çok nüfus aç yoksul bu mu daha iyi?"

 

Bakın Sayın Demirel, bugün ben bile bu sözlerinizdeki vizyon eksikliğini anlayabiliyorum.

 

Sizin bu sözleri söylerken bırakın uzun vadeli bir geleceği, 20 yıl sonrasını bile dikkate almadığınız o kadar açık ki.

 

Hoş, sizin devri iktidarınızda gelecek vizyonu diye bir kavram hiç ortalarda görünmedi ya.

 

O sarhoş edici iktidar adına siz “ onlar buğdaya ne veriyorsa ben 5.000 TL fazlasını veriyorum, düşün peşime” demiş bir siyasetçisiniz.

 

Ama bizde de kabahat var.

 

Hiç birimizin aklına size “ bir dakika Sayın Demirel, kimin parasını kime veriyorsunuz? Bizim vergilerimizi ne hakla böyle çarçur ediyorsunuz?” diye sormak gelmedi ki.

 

Siz, o paraların gökten zembille indiğine bile inandırdınız bizi. Köylülere peşkeş çekilen ürün fiyatlarının aslında işçilerin, tüccarın, sanayicinin vergileri olduğunu nice yıllar geçtikten sonra anladık.

 

Kamu depolarına doldurulan çayın, buğdayın, arpanın yıllarca orada kaldığını ve nihayetinde çürüyüp denize döküldüğünü de yeni yeni çözdük.

 

Geçmişi anmak ve ağlamak faslını geçelim;

 

Nüfus artışına takmışsınız.

 

Sayın Demirel

 

Üçüncü kuşaktan mahrum Almanya’da sosyal güvenlik sistemlerinin çatırdamaya başladığını artık sağır sultan duydu. Yine gayet iyi biliyorsunuz ki, sosyal güvenlik sistemini sarsan en önemli etken çalışan genç nüfusun hızla azalmakta olmasıdır.

 

Yaygın yaşlı nüfusun ağır maaş ve sağlık giderlerini karşılayacak prim oranı hızla azalıyor.

 

Almanya, çiftlerin çocuk sahibi olmaları için neredeyse her eve bedava cinsel güç ilaçları dağıtacak. Hatta bütün Avrupa’da, azalan nüfus nedeniyle alarm durumu var.

 

Türkçesi, yaşlı Avrupa yavaş yavaş ölüyor.

 

Ortalama doğum oranı 1.35’lerde seyreden Avrupa’da kültürlerin devam etmesi mümkün değil ve eğer bu doğum oranları devam ederse, kaçınılmaz son en çok 50 yıl içinde gelecek. Sizin bu gerçeği bilmemeniz de inanılır gibi değil.

 

Kültürlerin devamı için zorunlu olan minimum doğum oranının 2.11 olduğunu tekrarlamak aslında sizin o muhteşem dağarcığınızı küçümsemek olur.

Sadece AKP olduğu için, sadece Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıktığı için muhalefet etmiş olmak adına bu bilimsel gerçeği görmezden geliyor, nüfus artışını teşvik etmeyi manasız buluyorsunuz. Bizim de bunu yuttuğumuzu düşünüyorsunuz.

 

Hiçbir iktidarın sadece hatadan ibaret olmadığını biliyoruz artık. Hiçbir iktidarın sadece sevaptan ibaret olmadığını bildiğimiz gibi.

 

Bizim bütün düşüncelerimizi benimsemeyen her kim olursa olsun ‘alfabenin ilk harfi A’ dese bile karşı çıkmanın hakkaniyetli bir muhalefet olmadığını da.

 

Geçti o devirler Sayın Demirel,

 

Okumayan, Dünyayı bilmeyen, sadece sizin süzgecinizden geçmiş sade suya tirit bilgileri ayet gibi kabullenen Türkiye tarihte kaldı.

 

‘Kültürlerin kalıcılığı için gereken asgari doğum oranı’, diye yazıyorsunuz, google önünüze milyonlarca belge getiriyor.

 

Hem kültürlerin devamı için, hem de Ülkelerin sosyal güvenlik sistemlerinin işlemesi için gerekli olan doğum oranı şıp diye çıkıyor karşımıza.

 

Sağlıklı bir sosyal güvenlik sistemi için, asgari prim ödeyen çalışan sayısının, bir emekliye karşılık altı olması gerektiğini de okuyorsunuz.

 

Bu okumaların ardından sizin açıklamanıza dönünce, üzülmekle şaşırmak arasında gidip geliyor duygularımız.

 

Söyler misiniz, her bir emekliye karşı en az altı tane prim ödeyen çalışana sahip olmayan bir Türkiye, emeklisinin sağlık ve maaş giderlerini nereden bulacak?

 

Tongue fu diye bir iletişim sanatı vardır. Der ki; susmak da bir beceridir. Bir sanattır. Susmak muhteşem bir özelliktir. Türkiye’nin siyasetçilerinin hala beceremediği bir iletişim sanatı. Yazık!

 

Bir doğa gerçeği vardır;

 

Dolunayda istiridyeler kabuklarını açıp öylece dururmuş. Bunu gören yengeç gider kabukların içine bir taş parçası ya da ot bırakır, asla kapanamayan istiridyeyi afiyetle mideye indirirmiş.

 

Çok konuşanın kaderi de aynıdır. Tıpkı istiridyenin kendisini yengecin kararına bıraktığı gibi, çok konuşan da kendisini dinleyicinin insafına terk eder.

 

Sonsöz;

 

Türkiye bugünü değil, 30 yıl sonrasını düşünecek ise, en az 2.11 doğum oranından aşağıya inmemelidir.

 

Bekası adına.

 

Yayın Tarihi
11.06.2010
Bu makale 3393 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!