DÜŞ-ünü-YORUM

Devlet Düşman Tayin Etme Heyeti midir?

Ya da şöyle soralım; biz, yani Türkiye’de yaşayanlar…

 

Kadınlar, erkekler, işçiler, köyler, memurlar, gençler, öğrenciler…

 

Sürekli olarak kendimizi bir tehdit altında hissetmek zorunda mıyız? Hayatımızın her anı kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan gelecek bir saldırı beklemekle mi geçecek?

 

Hatta dışarıdan değil, kendi içimizden gelecek tehlikeleri beklemek ve sağımızdaki, solumuzdaki herkese potansiyel düşmanımız gibi bakmak bizim kaderimiz mi?

 

Bizi hayatımız boyunca gergin, diken üstünde, mutsuz, her an bir şeyler ters gidecekmiş gibi bir dengesizliğe sıkıştıranlar kimlerdir?

 

Kimdir bizim bilmediğimiz, görmediğimiz yerlerde bir araya gelip, aklımızdan geçmeyen kriterlere göre bizim kime düşman, kime dost olacağımıza karar verenler?

 

Biz sıradan insanların arasından sıyrılıp ‘ ben devletim’ deme gücüne kavuşan herkes, biz sıradan insanların gündemine düşman yetiştirmekle meşgul oluyor.

 

İşinize baksanıza kardeşim.

 

Norveç’te Jorgen…

 

Belçika’da Dirk…

 

Portekiz’de Manuel…

 

Kanada’da George…

 

Böyle bir algı ile yaşamıyorlar.

 

Herkes normal hayatını sürdürüyor. Çocukluklarını çocuk gibi, gençliklerini genç gibi, yaşlılıklarını yaşlı gibi yaşıyor ve huzur içinde hayata veda ediyorlar.

 

Bizim buralarda ise, yıllardır ne iç düşman bitiyor, ne dış…

 

Bir sivil, ‘güçlü ordu/güçlü vatan’ derse ve evrende asıl olanın İNSAN olduğu gerçeğine hiçbir yazısında yer vermezse olacağı budur!

 

İnsan, yani otellerdeki kat görevlisi, belediye temizlik işçisi, mühendisler, hemşireler, banka çalışanları, dozer operatörleri, çobanlar, minibüs şoförleri, gemi çımacıları…

 

Yani sıradan gibi algılanan, aslında hayatı yaratan minik minik dokunuşların sahipleri…

 

Bu tarz militersivillerin kafalarındaki güçlü vatan kavramı ne anlama geliyor bilemiyorum,.. Muhtemelen bol silahlı, kalabalık bir orduyu ve komşularının elini uzatmaya bile korkacağı ceberut bir devleti kastediyor.

 

Benim güçlü vatanım bu değil. Komşularına uygarlıkta ve kültürde örnek olan, işbirliği iradesini kabul ettiren ve bir çekim merkezi olan vatan güçlüdür bana göre.

 

Benim kriterlerime göre vatanın gücü eğitimli insan sayısı, kentlerin yüksek yaşam kalitesi, sıfırlanmış bebek ölümleri, engellilerine sağlanan normal yaşam standartları, Dünya ile yarışan kalitede üretim, sorunsuz bir yaşlılık yaşama olanağına kavuşmuş, her türlü sağlık hizmetlerine kolayca ulaşan insanlardan geçer.

 

Vatanın gücü, hayali, uydurulmuş kahramanlık masallarına değil, dünyaya hediye edilen icatlar, üretilen teknolojiler, benimsetilen markalardan oluşan başarı öykülerine dayanır.

 

Yepyeni bir asırdayız.

 

Bu yepyeni asır bu anın bakış açısını, objektifliğini, araştırmacılığını, bilimselliği, yaratıcılığı, evrensel düşünebilmeyi gerektiriyor, 19 yüzyılda Fransa, Almanya tarafından üretilmiş hamaseti, ulusalcılığı, yerelliği yüceltmeyi değil.

 

Son yirmi yılda Anadolu sermayesinin yarattığı mucizenin hangi adımında silah, hamaset, dar siyaset, vurma, kırma var?

 

Konumuza dönelim;

 

1900’lerde hazırlanmış bir şablon. Dar. Sınırlar içine hapsolmayı kutsayan bir yaklaşım.

 

İçeride, dışarıda her şeyden ve herkesten huylanmayı emreden bir varoluş teorisi.

 

Bütün Dünyanın işini gücünü bırakıp şu güzelim Anadolu coğrafyasına bir kelek yapmaya hazırlandığı karabasanını beynimize zerk eden bir korku senaryosu.

 

Bu senaryo, 2010’ların Dünyasına ve Türkiye’sine ne verir? Hangi sorunu çözer? Bu senaryo üzerinden hangi stratejik adımlar atılabilir?

 

Zaten sorun da burada. On dokuzuncu asrın hamasetine takılıp kalmış beyinlerin okuyamadığı da bu. Dünyanın yamalı bohça gibi paramparça bir yapıdan hızla bütünleşmeye yol aldığı gerçeğini bir türlü kabullenemiyor bu zihniyet.

 

Değişimin insan hayatında başladığını, bütün toplumu dönüştürmekte olduğunu ve tam da bu yüzden toplumların hayatında merkezi ve disipline dayalı bir örgütlenmenin giderek önemsizleştiğini anlayamıyorlar, ya da anlamak istemiyorlar.

 

Anlamak istememeleri de olağan… Güç gibi gösterdikleri pozisyonlarını kaybediyorlar.

 

Devlet denilen aygıttan maddi ya da manevi nemalanan, üretimden, yaratıcılıktan uzak tek tip kafalar, kendilerini halkın üzerinde konumlandıran zemin eridikçe paniğe kapılıyorlar.

 

Bu paniği de akılları sıra genele yayıp, hayali bir ‘vatan elden gidiyor’ çağrısı ile yutturmaya kalkıyorlar. Böyle düşünmekte ve böyle bağırmakta haklıdırlar. Bugünlere kadar vatan onların tanımladığı, onların belirlediği gündemler ile yönetiliyordu.

 

İstanbul oligarşisi+Ankara bürokrasisi+Ana medya.

 

Üretim Anadolu’ya kaydıkça…

 

Anadolu devletten nemalanmak yerine bütün dünya ile iş yapıp zenginleştikçe…

 

Ülkeye güç, döviz ve itibar kazandırdıkça…

 

Köpeksiz köyde çomaksız gezmenin tadını almış ve asla kaybetmek istemeyen bir azınlık, kendilerinin yok olmakta oldukları gerçeğini çarpıtmayı, sanki vatan elden gidiyormuş havasını yaymayı tercih ediyor, hepsi bu.

 

Manevra alanı daralan, gittikçe güçlenen Anadolu karşısında elindeki kartlarla oyuna girmekten korkan sistem eski usulleri uygulamak istiyor, ama nafile…

 

Şimdi bazı fanatikler işi hemen siyasi boyuta taşıyacak, biliyorum… Alakası yok!

 

Bakınız ben Anadolu diyorum, Ankara ve İstanbul dışında kalan dinamiklerden bahsediyorum. İş adamları, tüccarlar, yerel STK’lar diyorum.

 

Çevreciler… Hayvanseverler… Profesyoneller...  Elinde çanta, elinde bilgisayarı kent kent, ülke ülke gezip malını satanlar… Gençler… Kadınlar…

 

Dipten, sakince ama kararlı, gümbür gümbür gelen yeni sistem diyorum. Özgür, zengin, sorunlarını kendi iradesi ile çözmüş, çevresi için çekim merkezi bir Ülke diyorum.

 

Bu yeni sistemde, bu güçlü Ülkenin dinamik, aydın, okuyan, araştıran insanları artık ‘sağımız, solumuz düşman’ masallarını yemiyor, diyorum…

 

Üretmek savaşmaktan daha güçlüdür. Ekonomik olarak güçlü olan, bir de tarihsel derinlik gibi bir stratejik avantaja sahip ise Dünya’da kabul görür, diyorum.

 

Bakın, 1978’de 1 milyon dolar borç için Başbakanı’nın Lüksemburg Başbakanı’nın kapısında 7 saat beklediği bir Ülkeden nereye geldik?

 

Bugün 1 milyon dolar, orta halli bir dört yıldızlı otelin yıllık karıdır neredeyse…

 

Gergin, kutuplaşmış, herkesle kavgalı bir Ülkenin neresi caziptir, nesine koşar komşu ülkelerin alışverişe, lükse, sosyal hayata acıkmış insanları?

 

Bakın, Kuzey Kore’nin milyonlarca askerden oluşan dev bir ordusu var, insanları nasıl yaşıyor ve küresel ailede konumu nedir? Bu dev orduya sahip, buram buram militarizm kokan ülkenin küresel köyde çoban kadar hükmü var mı?

 

Özetle, Türkiye değişiyor. Türkiye’nin Ankara ve İstanbul’dan ibaret olmadığı gerçeğini artık herkes kabullenmeli.

 

Mesela bir ipucu…

 

Son 10 yılın sanayide ilk 500 listelerine bir bakın. Değişimin ayak sesleri orada…

Yayın Tarihi
11.08.2010
Bu makale 4454 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
yazılarınız bize ışık tutuyor,  gercekden cok güzel yazıyorsunuz.tebrikler yorum bile yazmaya gerek yok .

mustafa kocak 11.08.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!