Onlara, basında ve internet medyasında çok sık rastlarsınız…
Ayaklarını, Dünyamızın muhayyel ekseninin üzerine basmakta olduklarını düşünürler. Bacakları da bu eksenin devamıdır onlara göre. Kaçınılmaz olarak Dünyanın etraflarında döndüğüne inanırlar.
Yazdıklarını ,ruh hallerini ve geçmişlerini dikkate alarak, iyimser bir ihtiyatla okursunuz. Hoşgörü kalkanını kaldırır , kızmamaya çabalarsınız.
Dudaklarınızda, yazı faaliyetlerini yönlendiren bencil kodları bilmekten kaynaklanan bir tolerans gülümsemesi belirir. Onlar bu hafif acıma sosu ile tatlanan gülümsemeyi iddialarına onay olarak algılar.
Hatta bir kısmı daha ileri gider, okuduğunuz zırvalar karşısındaki sessizliğinizi, ahir zaman mesihi olduklarına iman gibi algılarlar.
Cüret çıtasını her gün daha fazla yükseltirler. Pervasızlıkta sınır tanımazlar. Kin ve öfkenin işgaline uğramış yürekleri, beyinlerinde en ücra noktalara saklanmış mantıklarını her zaman hırpalar.
Kendilerini çok önemserler. Adını koymasalar da, günlük fetvaları ile, Avrupa’nın yoksul yığınlarını Haçlı Seferlerine ikna eden Ortaçağın Papa’larına öykünürler.
Yazdıkları, gökyüzünden inmiş vahiy kesinliğindedir. Onlar öyle inanır. Bilgi çağında, inanacaklarımızın bilimin çapraz ateşinde sınanması gerektiğini, vahiy döneminin kapandığını söylersiniz. Omuzlarına astıkları sol marka sadaklardan üzerinize fırlatacakları oklar hazırdır. Tüm zamanların en cazip hücum sözcüğü; ‘ hain ‘. Ne haini olduğunuzu belirleyecek sosyal/siyasal repertuarları da zengindir. Vatan Haini , Parti Haini, Kent Haini, İdeoloji Haini. Kitlelerin öfke rezervlerinde hangi ihanete daha şiddetli tepki var ise o katmandan girerler.
Bel altına girişirler. Suçlamalarına akıllarınca bir bumerang fonksiyonu yüklemeyi ihmal etmezler, ki hedefledikleri kişi/kurum geri dönsün, bunlara önemsendikleri hissini yaşatsın. Tatmin noktası kendilerine cevap verilmesidir.
Cevap gelmemesi sinir uçlarındaki iltihabı şiddetlendirir. Sinirleri daha fazla gerilir. İçlerindeki öfke volkanları harekete geçer.
Kalemşörlükleri ,hedef belledikleri kişi ve kurumların eylemleri ve sözlerini sıkı sıkı takip etmek ile başlar, bu eylem ve sözlere, hakarete varan tepkilerle devam eder. Hepsi bu. Beyinsel üretim hak getire.
Hiçbir yazılarında kendileri tarafından üretilmiş bir düşünceye, insanlığa yararı olabilecek bir entelektüel birikime rastlayamazsınız.
Her yazı bir gün öncekinin tekrarıdır. Sadece paragrafların sıralaması değişir. Okur enayi ya, biz de yutarız.
Her yazı , başkalarının sözleri, düşünceleri ya da yaşam biçimleri üzerinde debelenip duran bir anlamsızlık çabasıdır.
Bir zaman sonra, yazdıklarına bakarak önümüzdeki bir yıl içinde yazacaklarını noktası ve virgülüne kadar tahmin edebilirsiniz. Velev ki saldırdıkları eylem ve sözlerin sahipleri ile bir biçimde aynı safa gelmemiş olsunlar.
Güç ve iktidar sahiplerini ciddiye almamanın, hayatı, yaradılışın zar attığı tavlada, şansına açılan bir kapı gibi görmenin en güçlü mücadele biçimi olduğunu bunlara anlatamazsınız. Bu mücadelenin efsane öncülerinden Mahatma Gandi’yi hatırlatırsınız, onlar Gandi’yi Hindistan’da bir nehir sanırlar.
Onlar kendilerini ancak düşman bellemeye alıştırıldıkları bir öteki üzerinden tanımlayabilirler. Tanımlamaları da dehşetengizdir. Hain ‘ötekilere’ karşı ahir zaman kurtarıcısıdırlar . Okurun doğru bilgiye ulaşmak,muhakeme yapmak gibi becerileri yoktur; görev, kafalarında yarattıkları dogmaları gerçek gibi yutturma misyonu ile donanmış bu ‘ kitle ‘fedailerine düşer.
Yirmibirinci yüzyılın aydın okuru o yola çıkarken hedefe varmış, geri dönüyordur. Onlar bu karşılaşmayı doğru okuyamaz, cehalet durağında kendilerini bekliyor sanırlar.Hemen ‘ irşad ‘ faaliyetine girişirler.
Bilgiye ulaşmanın, tarihin hiçbir döneminde bu kadar kolay olmadığını bir türlü anlayamadıklarından, kendilerini hala ortaçağın dogmatik dehlizlerini aydınlatan kandil sanmaları da bundandır. Ne yazık ki, kendi sapını bile aydınlatabilmekten aciz bir kandil.
Kendilerini tanımlamalarına yarayan bir ‘Öteki ‘ olmayan bir hayat onlar için çekilmezdir. Onlardan , kitlelere yaranmak güdüsü gibi bir sosyal barikat olmadan işini doğru yapan,üreten,yaratan bir söz ve yazı sanatkarı olmayı beklemeyin.
Ciddiye almayın. Dokunmayın da. Bedenlerini ayakta tutan bir omurga yoktur, bir bakmışsınız eliniz deriden içeri girmiş.
Gülün geçin.
Unutmadan…
İşte Patagonya medyasının hali budur…