Barış Günü için Bakan’a açık mektup
Sayın Ertuğrul Günay
T.C. Kültür ve Turizm Bakanı
Ankara
Sayın Bakanım,
Bir Otel açılışında sizi yakından gördüm ve sıkı bir gözlem yaptım.
Gözlerinizde, av arayan, bulamazsa yaratan, kendisi gibi olmayanı av olarak algılayan bir şahin bakışı görmemek beni mutlu etti.
Siz de, zamanında, sürek avları ile kovalanan güvercinlerdensiniz. Hep savunma halinde yaşamak zorunda kalmış güvercinler, o ürkek sevecenliği kolay yitirmez.
Siyasi köklerinizin sınırsız bir hümanizmadan su aldığını biliyorum. Bu köklerin, cins, ırk, yaşam tarzı, politik görüş farklılığı gözetmeden, herkesi kucaklayacak genişlikte, enine yayıldığını da…
Benim ve benim gibi hissedenler kadar, sizin de dayatılan düşman tariflerinden bıktığınızı, usandığınızı görmemek körlük olur.
Hayatım boyunca, bilmediğim, görmediğim ve anlamadığım bir iradeden yetki aldığına inanan toplum mühendisleri, ellerinde cetvel, pergel, gönye ile bilincimi, algılarımı, duygularımı ölçtüler, biçtiler biteviye.
Elli yıllık hayatımda, hep, birileri bir yerleri ve bir şeyleri işaret edip, bana en küçük bir sorgulama hakkı vermeden onların düşman olduğunu sufle etti.
Çocukluğumda aynı mahallede yaşadığımız, aynı çamurlu sokaklarda üstümüzü başımızı kirlettiğimiz, aynı kırlardan yaban mantarı topladığımız ve dünya güzeli kızlarına, mahallenin bütün delikanlıları aşık olduğumuz Ermeni aile, lise yıllarıma geldiğimde bana düşman olarak tanımlandı.
Çünkü, ne kadar çabalasalar da, birilerinin bu ülkede asli unsur olarak tanımladıkları BİZ’e benzeyemiyorlardı. Onlar ÖTEKİ idi.
Bizim, üretememenin yarattığı travmalardan kurtulmak için, aşağılayabileceğimiz ÖTEKİLERE ihtiyacımız vardı.
Oysa, ne çocuklarının camımıza taş atmışlığı vardı, ne oyunlarda atışmışlığımız. Ne de tarlamıza gelen suyu kendi tarlalarına çevirmişlikleri. Koskoca bir kasabaya 5 nüfuslu bir Ermeni aileyi sığdıramadık.
Göçüp gittiler…
Ama bugün kalbim, hiçbir canlıyı düşman bellememek olgunluğuna ulaştı.
Hücrelerim, yüreğime şırınga edilen ötekileştirmenin zehirine karşı, farklılıkların zenginliğimiz olduğunu duyumsatan sosyal panzehiri üretecek bilgeliğe vardı.
Size bir önerim var. Hatta bir davetiye diyelim.
Ermenistan’da benim gibi düşünen, bu düşmanlığı minik yüreklerine yük addeden, görmediğim, tanımadığım, büyük insanlık ailesinden akrabalarımız var.
Onların Türkiye özlemini, sevgisini içten duyumsadığım için Ermenistan’daki güvercinler adına sunuyorum davetiyeyi
Bakanlık göreviniz belki birkaç yıl daha sürer. Fuarlara katılır, turizmcilere güç verirsiniz. Oteller açarsınız. Restorasyon çalışmalarını desteklersiniz. Kararnamelere imza atarsınız. Bir süre sonra göreviniz sona erer. Ama biliniz ki, bu yaptıklarınızın hiç birisi sizi haleflerinizden daha ayrıcalıklı, daha çok hatırlanır bir konuma yükseltmez.
Ama, hemen bugün Ermenistan Kültür Bakanı’na bir telefon açsanız, 6 Eylül’de Türkiye – Ermenistan Milli maçını birlikte izlemeyi teklif etseniz.
Yanınıza, futbola meraklı ve Beşiktaş taraftarı olan Patrik II Mesrob’u da alsanız. Tribünde, heyecan, tezahüratlar arasında bir doksan dakikayı paylaşsanız.
Ermenistan gol attığında alkışlasanız ve Türkiye gol attığında da Ermeni Bakan alkışlasa . Tıpkı rahmetli Hasan Doğan gibi, sizi de her golümüzden sonra, protokolu falan sallayıp, saygıdeğer eşinizle havalara zıplarken, çak yaparken görsek, Ermeni meslektaşınız da, kendi ekibi gol attığında eşi ile kucaklaşsa, çak yapsa, biz de buralarda için için gülümseyerek izlesek.
Sayın Patrik, bir yanda etnik aidiyeti, bir yanda gözü gibi sevdiği, vatandaşı olduğu Ülkesi, iki arada bir derede kalsa. İki ekibin gollerinde de, kah size, kah Ermeni Bakan’a dönüp tebrik etse, çifte kavrulmuş bir keyif tüttürse.
Bizler de bu sevinci Sayın Patrik’e çok görmesek. Sonuçta bunun bir karşılaşma olduğunu kabullensek.
Maç bitiminde iki Ülkenin futbolcuları, teknik adamları el ele, protokolun önüne gelip selam verseler. Sizler de onları yürekten selamlasanız.
Maçtan sonra Ermeni Bakan kolunuza girse, resmiyet bir anda sıfırlansa ve bir sokak lokantasında birlikte topik yeseniz, hatta hazırlanışını birlikte izleseniz
İkinci maç için, barışın ve aşkın kenti Antalya’yı önerseniz ve siz de Sayın Bakanı Grida buğulama ile ağırlasanız. Hatta 7 Memet o günün şerefine enfes bir balık çorbası bile hazırlasa.
Hele bir de İmam Çağdaş’tan bir tepsi baklava gelirse, nasıl da tatlı yer, tatlı konuşursunuz.
Oradaki maçtan önce, stadyumda Sarı Gelin türkümüz çalsa, Antalya Atatürk Stadyumunda da onların Sari Gyalin türküsü.
Aradan bir asır geçer. Ne coğrafi sınırlar kalır, ne beyinlerdeki bariyerler.
Yüzyıl sonra, Agop, Mehmet, Janet, Ayşe, Yagonis, Kerem, Hrant, Kemal bir Ağrı Dağı tırmanışı molasında, yemek sonrası kahvelerini içerken, sizi barışın ve barışmanın mimarlarından birisi olarak hayırla ve gururla yad ederler.
İki komşuyu kanlı bıçaklı edenlerden ayırırlar, onların mezarlarına tükürür, sizin için ise bir hayır dua okurlar.
Ne dersiniz, bu cesur adımı atmaya değmez mi?
Unutmadan; bir hafta sonra 1 Eylül 2008. Dünya Barış Günü’nün yıldönümü.
Saygılarımla arz ederim,