Baştan belirteyim, bu yazıdan 2018 sezonunda işleri düzeltmek için mucize öneriler bekliyorsanız, özür dilerim. Gelinen noktayı tersine çevirecek bir sosyal/siyasi sihirbaz yok.
Geleneksel tavrımızdır, kişisel ya da toplumsal hayatta gelişmekte olan bir süreci uzun süre ya göremeyiz, ya da görmezden geliriz.
Bu süreç olumsuz bir gelişmeyi de beraberinde getiriyor ise daha vahim. Sokak tabiri ile kulağımızın üstüne yatarız ve bekleriz. Zihinsel konforumuzu bozmamak için, üzerimize doğru hızlanarak gelmekte olanın ne adını koyarız, ne de sağlıklı bir tahlil yaparız.
Derken, yumurta kapıya dayanır… Deniz biter… Olanlar olur…
Başlarız kara kara düşünmeye…
Neden böyle oldu? Daha doğrusu, ne oldu? Nasıl oldu yahu?
Geçmiş olsun!
Bu yaşananların bir mazisi var
Almanya ve Hollanda ile gelinen noktanın tarihsel derinliği birkaç gün mü? Yaşananların evveliyatı yok mu? Her iki ülke, siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda birkaç gün önce mi dikildi Türkiye’nin karşısına? Her iki ülkenin insanları birkaç gün içinde mi duygusal anlamda koptular bizden? Öfke ve üzüntü duvarları bir günde mi örüldü aramıza?
Geçmiş olsun!
Türkiye ile Avrupa’nın kopuş süreci neredeyse 10 yıllık bir maziye sahiptir. Önce, zihinlerde dolaştırılan düşünce kırıntıları vardı. Farklı yaşam biçimlerine ve değerlere sahip olan Avrupa insanı, Türkiye ile yaşanan – ya da yaşandığı sanılan- Bahar havasını içine sindirmekte zorlanıyordu. Bu noktadan sonrası açık bir siyasi analiz kapsamına girer, ki bu da benim işim değil. Burada keselim.
Zaten başlamamış olan bir aşk hikayesinin suni yaldızı döküldü, diyelim.
Avrupa ile Karşılıksız Aşk
Son birkaç yılda ise süreç hızlandı.
Her iki tarafın kimi zaman bilinçli, kimi zaman farkında olmadan sergilediği tavırlar ve küresel cepheleşmede tercih edilen saf, kopuşa ivme kazandırdı.
Türkiye’nin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz Enerji kaynakları ve dağıtım kanallarında seçtiği ittifakın Avrupa’yı denklem dışına atması konusu, daha da derindir. Kopuşun temel nedenidir, ama uzun sürer, kafalar karışır, bu alana da girmeyeyim.
Türkiye ile Avrupa arasındaki gizli/açık düellonun senaristleri kopuş için her zaman geçerli gerekçeyi tercih etti. Toplumsal ve kişisel güvenlik… ‘ Gizli eller’ Türkiye’yi seven, saygı duyan ve tercih eden kitleleri buradan vurdu. Birkaç yıla yayılan bir planlama ve güçlü bir algı operasyonu ile Türkiye’nin ‘alnına’ GÜVENSİZ damgası vuruldu. Türkiye’yi seven, saygı duyan ve tercih edenlerin aklına bu korku düşürüldü.
Türkiye ile ilgili algı operasyonu
Bu algı operasyonu sonucunda, geçen yıl, ortalama Avrupalının gözünde Türkiye aşağıdaki cümleler ile tanımlanır olmuştu.
- İç savaş riski taşıyan bir Ülke
- Her an her yerde patlamalar olan terör alanı
- Basın özgürlüğünün olmadığı bir Ülke
- İnsanların yaşam biçiminin baskı altında olduğu bir Orta Doğu ülkesi
- Komşuları ile her an çatışmaya girebilecek bir ülke
Derken geldik Mart 2017’ye…
İşler iyice sarpa sardı. Bu aya gelene kadar süreç – turizmciler için- iyi yönetilemedi. Ortalama Avrupalı tatilcinin aklına ve yüreğine verilecek insani mesajlar yerine tamamen ticari algı bombardımanı tercih edildi. Sanki Avrupa ile Türkiye arasında bir duygusal kopuş yaşanmıyormuş gibi davranıldı. Sanki bundan 10 yıl önceki cicim aylarında olduğumuz kabulü ile hareket edildi.
Almanya’da reise büroların kapısından geri çevrilen, ya da nezaketen kabul edilip, birkaç dakika içinde ziyareti bitirmesi ima edilen otelciler/turizmciler gerçeği halı altına süpürüldü.
Allah korusun, Türkiye turizmi aslında – Avrupa’daki durum itibarıyla- o kaçınılmaz teşhisi duymaktan korkan bir kanser hastası idi. Sanki, o doktorun karşısına geçip acı gerçeği duymazsa o hastalık da olmayacakmış gibi, ısrarla muayene ve tahlillerden kaçtık. Gelinen noktada Almanya ve Hollanda’da yaşananlar, duymaktan korktuğumuz o teşhisin açık ve net bir şekilde faş edilmesidir.
Minik bir küskünlük değil
Geçtiğimiz günlerde yaşananlar Avrupa ile Türkiye arasında – geçici de olsa- kopuş paragrafının noktası oldu. Eğer, sürece hala 2017 sezonunun bittiği gibi, derinliği olmayan, dar bir teşhis koyarsak, yine geçmiş olsun. Bu teşhis Türkiye turizminin önünde yatan devasa buzdağının minicik bir parçasını görmekle eş değer bir ufuksuzluk olacaktır. Böyle bir teşhisin önereceği tedavi de yanlış ve ufuksuz olacaktır. Bu tür ufuksuz bir tedavi için harcanacak her kuruş da boşa israf edilmiş olur.
Minik birkaç jest ile gönül alabileceğimizi ve eski cicim aylarını yaşayabileceğimizi düşünmenin rahatlığı, bizi gelecek adına radikal çözümler üretmekten alıkoyar. Sıfır noktasına kadar gerilemiş ilişkileri yeniden ilmek ilmek örmek isteğimizi zayıflatır.
Mart ayı başında Berlin Fuarında karşılaşılan manzara bir mesaj vermiyor mu? Tıklım tıklım dolu İspanya, Yunanistan, Portekiz standlarına karşılık bomboş Türkiye standını nasıl açıklayacağız? Neden bu gerçeği itiraf etmekten korkuyoruz?
Side’de bir 5 yıldızlı otele 15 kez tatile gelmiş bir aile, artık Side bir tarafa, Türkiye’ye tatile gelmeyi düşünmeyecek kadar kopmuş ise, hala doğruyu konuşmaktan imtina mi edeceğiz?
Kör kör parmağım gözüne
Eğer bu yıl ve yakın gelecekte ısrarla b2b, b2c gibi demode kavramlar ile piyasaya çıkacaksanız hiç zahmet etmeyin. Kendinize ‘hakaret ettirmek’ ve kapıdan kovulmak için daha basit yollar vardır. Avrupalara kadar gitmek ve bir yığın para harcamak, bu sonuçları elde etmek için biraz fazla lüks kalır.
Paranızı saçmak için daha yakın çözümler bulabilirsiniz. İnsanlar bırakın tatile gitmeyi, artık ülkemizi de, insanımızı da sevmiyor. Reel politika denilen buz kütlesi insanların ve kültürlerin üzerine düştü ve ortalığı dağıttı.
Yıllardır Türkiye’den kopmayan sadık turist, özellikle birkaç gün önce yaşananlar ile tercihini değiştirmenin ve ‘yeni aşklara yelken açmanın’ vicdani gerekçesini de buldu. Tatil için daha güvenli ve daha sempatik bulduğu, yakın gördüğü ve ortak kültüre sahip olduğu destinasyonlara direksiyon kırdı. Gelin bu acı ama doğru gerçeği kabul edelim. 2017 ve sonraki 5 yıl için geçmiş olsun.
Ortak Geleceği Birlikte planlayalım
Buraya kadar kapkara bir tablo çizmiş gibi oldum, özür dilerim. Ama somut durumun somut tahlilini yapmaktan başka şansımız yok. Peki, gelecek adına umut var mı? Elbette. Avrupa’da ve Türkiye’de karşılıklı aşka inanan ve birbirini seven çok insan var. Side’de bir otele 20 yıldır tatile gelen, otelin her bir çalışanı ile muhteşem bir sevgi yumağı oluşturan, hepsinin ailelerini tanıyan, onları kendi ailesi gibi seven, sayan milyonlarca Avrupalının varlığı bana büyük bir umut veriyor. 60 yılda yaşananlar ve bunların hafızalara nakşolunan anılarını hiçbir siyasi/sosyal zımpara kazıyamaz. Çıkış noktası da bu olmalı zaten.
Genel hatları ile arz ediyorum;
Türkiye turizmi olarak bir süreliğine Avrupa insanına ticari mesajları bir tarafa bırakmalıyız. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, aradaki iletişimi sadece oda ve tur satmak seviyesinde sürdürmek muhtemel bir iyileşmeyi en az 5-10 yıl daha ileriye erteler. Sevgili Dostlar hiç olmazsa 2 yıl Avrupa’ya oda ve tur satmak için yaklaşmak yok! Zaten satamazsınız da!
Gözümüzün cüzdanlarda, kulağımızın para sesinde olmaması gerekiyor. Ellerimizi ellerine, kalplerimizi kalplerine, kulaklarımızı ağızlarına vermeliyiz. İletişim b2b ya da b2c kapanından kurtulmalı. Yeni motto h2h’dir. Human to human. İnsandan insana.
Önümüzdeki 5 yılı kapsayacak bir İletişim master planı hazırlamalıyız. Bakanlık, Otel Birlikleri, TÜRSAB, sektör ile ilgili STK’ların ortak emeği ile hazırlanacak 5 yıllık bir master plan basit bir başlık ve basit bir hedef koymalı;
Kalpleri Kazanma İletişim Planı
Bu planın hedef kitlesi ticari kuruluşlar olmamalı.
Peki kimler olabilir?
Sanatçılar- İşadamları- Sporcular- Çevreciler- Hayvan Hakları Savunucuları- LGBT- Engelliler- Yaşlılar- Din Adamları- Bilim insanları- Yazarlar- Karikatürcüler- Meslek odaları ve Dernekler- Avrupa’da başarılı Türkler- Antalya’da yaşayan Avrupalı hemşerilerimiz.
Ne yapmalı?
Bunun cevabını hemen vermek çok zor. Yapılacak olanlar ortak emeğin ve aklın imecesinin ürünü olmalı. Ama nerelerde yapılması gerektiğini söyleyebilirim;
Sanatta… Sporda… Kültürde… Çevreci projelerde… Hayvan hakları alanında… Her türlü ayrımcılık karşıtı platformlarda… Bilimde… Engelli dostu çalışmalarda… İş Dünyasında…
Özetle, hayatın ticaret kokmayan her alanında…
Bir sonraki yazıda somut öneriler paylaşacağım