Lizbon’dan Asya’nın en doğu ucundaki Vladivostok’a kadar olan coğrafya Jeopolitik’te Avrasya olarak tanımlanır. Politik, ekonomik, kültürel ilişkilerin bu derece karmaşık ve iç içe geçtiği bu Asya-Avrupa kütlesi jeostratejistler tarafından tek bir kıta olarak algılanır.
Avrasya zor bir coğrafyadır. Bu coğrafyada masaya briç oynamak için oturulur, birkaç saniyede pişpirik kuralları geçerli hale gelir. Satranç oynamak için oturanlar, birkaç hamle sonra, oyunu, pulların havada uçuştuğu köy kahvesi tavlasına dönüştürürler. Tarafların, bir zaman önce birbirlerinin kafalarında kırdıkları ıstakalar ile bir anda bilardo maçına başladıklarını gözlemleyebilir, Avrasya’nın binlerce yıllık Bizans entrikalarından habersiz iseniz, şaşkınlıktan ne yapacağınızı bilemeyebilirsiniz.
Bir zamanların ABD Başkan Danışmanlarından, ünlü jeostratejist Zbigniew Brzezinsky, çok okunan kitabı Avrasya – Satranç Tahtası’nda Dünya hakimiyetinin Avrasya’ya hakim olmaktan geçtiğini vurgulamıştır. Gerçekten de yerküreye biçim veren bütün irili ufaklı darbelerin sıklet merkezi Avrasya’dır.
Avrasya’nın en zor bölgesi ise Türkiye’dir. En başta jeopolitik konumundan ötürü böyledir. Coğrafyacılar Türkiye’yi Batı ile Doğu’nun birleşme noktası olarak tarif ederler ve bu birleşmeye çoğu zaman insani/kutsal bir anlam da yüklerler. Ama tarihe ve siyasete diyalektiğin şaşmaz analiz yöntemlerini uygulayanlar, bu birleşmenin arka planındaki riskleri de kolayca fark ederler. Türkiye, aynı zamanda, Batı ile Doğu’nun birbirine çok yakın siperlerde her an kapışmaya hazır oldukları bir cephe ülkesidir de. Ne coğrafyanız, ne tarihi emperyal mirasınız size böyle bir cepheleşmede tarafsız kalma lüksü tanımaz.
Kaldı ki, son on yılda Türkiye’nin komşuları ile olan mevzii sorunlarını hızla çözdüğüne, iç çelişkiler dışında birçok gerginliği usta diplomatik manevralarla yumuşattığına da tanık oluyoruz. Ama çok sancılı, çok ustaca hamleler gerektiren bir süreçtir de yaşanan.
Bedeller ödenmektedir.
Bu gerginliklerin devamından yana olan küresel aktörlerin ellerindeki röntgenlerde, Türkiye’nin yumuşak karnının bütün fay hatları olanca netliği ile görülmektedir. Bu fay hatlarına, belirli periyodlar ile uygulanan güç denemeleri, zaman zaman, Türkiye’yi, sorunlarını kendi dinamikleri ile çözme çabalarında zafiyete düşürebilmektedir.
Bu köşenin yazarı ve yazar gibi düşünenler, çok uzak olmayan bir gelecekte, Türkiye’nin, bu dış müdaheleleri de aşacağına ve çağdaş, demokratik, laik, güçlü Türkiye Cumhuriyetinin, Küresel senaryolarda baş aktörlerden birisi olacağına sonsuz bir inanç beslemektedirler. Zamanın, onbinlerce yıllık kodlara sahip değirmenlerinin, kendisini dev aynasında gören Roma İmparatorluğu özentilerini de, eski eserler müzesinde seyirlik kalıntılara dönüştürmesi bir doğa yasasıdır.
Tarihsel hinterlandı ile ağabey/kardeş hukukunu tesis etmekte olan Türkiye, bir yandan da, Avrasya kavgalarında, ister istemez bir küresel aktör misyonunu da üstlenmektedir. Batı ile Suriye’nin tekrar hemhal olma sürecine girişinin mimarlarından birisi Türkiye’dir. Kavgasız bir Ortadoğu’nun kendi geleceği ve istikrarı için önemini kavramış olan Türkiye, bir yandan da Arap-İsrail kutuplaşmasında etkileri hissedilir bir arabuluculuğu aktif olarak sahnelemektedir. İran – ABD gerginliğinin sıcak savaşa doğru sürüklenmemesinin arka planında da Türkiye’nin, hem Batı Bloku üyeliğinin avantajlarını, hem de İran ile çok eskiye dayanan komşuluk hukukunun ağırlığını kullanarak devrede olmasının etkisi bilinmekte.
Gelgelelim, Türkiye’nin kendi dinamikleri ile parçası olmaya çalıştığı yumuşama sürecinden kısa zamanda bir bölgesel barışı ummak da hayalcilik olur. Batı-Doğu ayrışmasının kökenleri oldukça eskiye dayanır ve tarihsel, dinsel, kültürel, sosyal, ekonomik boyutları vardır. Bu alanlarda tarafların kısa vadede bir özeleştiri kültürünü benimsemeleri ve şeffaf bir görüşme takvimini başlatmaları diyalektiğin doğasına aykırıdır.
Bu cephenin iki tarafında, temeli ekonomi olan, ama aynı zamanda inanç sistemlerinde, kültürde, sporda, siyasette, bilimde de savaş potansiyeli barındıran topyekun bir kapışma hazırlığını gözlemlemek mümkündür. Türkiye maalesef böyle bir cepheleşmenin odak noktasıdır. Hem de kendi barışçıl iradesine rağmen
Türkiye’de yaşamak zordur. Türkiye’nin jeopolitik konumunun Ülke içine yaydığı gerginlik ve sorunlar ile bir arada yaşamayı öğrenmek zordur.
Türkiye’de yatırımcı olmak da zordur. Çünkü Türkiye’de yatırımcıların Batı’lı rakipleri karşısında çok önemli bir dezavantajları vardır.
Değişken politik ve ekonomik gündem, yatırımcılara uzun vadeli düşünme, stratejik kararlar alma ve bunlara odaklanma fırsatı tanımaz. Batı’lı rakipler 5-10-20 hatta 30 yıllık geleceğe yatırımlar yapma avantajını sonuna kadar kullanır. Kurlar, rekolteler, politik senaryolar, iklim gibi önemli faktörlerde, yanılma payı çok düşük öngörüler üretebilirler. Bu öngörülere dayanarak üzün vadeli politikalar oluşturabilirler. Türkiye’de, bir ay sonrası için tahmin yapmak bile, en başarılı ekonomipolitika falcılarının zorlanacağı bir işlemdir.
Türkiye’de turizm yatırımcısı olmak zordur. Gerek Devlet politikaları, gerekse Bölgesel istikrarsızlık açısından bakıldığında en zor yatırım alanı olarak turizmi tespit etmek mümkündür.
Türkiye turizminin, hayat karşısında, bir kelebek hassasiyetinde olduğunu düşünmek oldukça gerçekçi olur. Zira, turizmin dev çarklarının dönüşünü başlatan ilk hareket insanların seyahat arzusudur. Bu arzu, en kolay ertelenebilecek, hatta iptal edilebilecek insan aktivitelerinin başında gelir.
Ekonomik belirsizlikler, terör, savaş, salgın hastalıklar, iklim dengesizlikleri, biyolojik terör, Ülke içi istikrarsızlık tatilcileri bir anda destinasyon değiştirmeye zorlar. Hatta tatil iptal edilebilir.
Türkiye turizminin, değil birkaç yıl, birkaç ay sonrası için vaziyet alabilmek gibi bir şansı dün yoktu, bugün yok, uzun bir süre de olmayacak gibi görünüyor. Jeopolitik konumu nedeniyle turizmdeki rakiplerimiz bizim elimizi rahatça izler ve ona göre hamle planlarken, biz kendi elimizdeki kartları bile doğru tanıyamayacak bir haldeyiz. Ne blöf çekebiliyoruz, ne resti görebiliyoruz.
Bu gamlı baykuş girişinden sonra, politika oluşturan, karar alan, yatırım yapan meslektaşlarımı bir bilge savaşçı ile tanıştırmak isterim.
SUN TZU.
2500 yıl öncesinin bilge savaşçı generali. Bıraktığı eser sadece muharebe alanlarındaki çarpışmalarda değil, hayatın her alanında yüz yüze olduğumuz kapışmalarda da rehberlik edecek bir teorik derinliğe ve her zaman taze kalacak bir güncelliğe sahip.
Türkiye’de turizmcilik bir savaş ise.
Türkiye’de turizm hem bölgesel hem de küresel rakiplerle göze göz dişe diş bir kavgayı gerektiren ölümcül bir rekabet ortamında sürüyorsa.
Türkiye’de, turizmcilerin içinde oldukları rekabet, dostane bir görüntünün ardında Roma arenalarına rahmet okutacak bir vahşet ile sürüyorsa.
SUN TZU’yu anlamak, kavramak ve bilgece önerilerini küresel kavgamıza uyarlamak zorundayız.
Bu köşede bundan böyle bazı haftalar Bilge Sun Tzu’nun savaş önerilerini ele alacak ve turizm sektörünün geleceği açısından yorumlayacağız.
“ Belirli bir teşebbüs ruhu geliştirmeden savaşlarını kazanmaya ve saldırılarında başarılı olmaya çalışan kişinin kaderi kötüdür. Sonuç zaman kaybı ve genel durgunluktur. Savaşlarında ve saldırılarında başarıyı garantilemek isteyenler uygun anlar geldiğinde görüp değerlendirebilmeli ve kahramanca eylemlerden ürkmemelidirler. Yani ateşle, su ile ve benzeri araçlarla saldırı yöntemlerine başvurmalıdırlar. Yapmamaları gereken şey, ki bunun kendileri için zararlı olacağını göreceklerdir, sessizce bekleyip sadece sahip oldukları avantajlara güvenmektir”
İzin verirseniz bir kurumsal yönetim danışmanı olarak yukarıdaki paragrafı kendi işletme ve yatırım anlayışıma göre bugüne uyarlayayım;
“ Bir girişim ruhu olmadan, genel yatırım rüzgarı öyle esiyor diye bir yatırıma girişen sermayedar başarısız olmaya mahkumdur. Kazmayı vurduğu andan itibaren bir strateji belirlemeden, kısa ve orta vadede sektörün başına gelebilecek kazaları öngörmeden ve bu öngörülere göre hazırlıklar yapmadan yapılan bir girişim ilk darbede yara alacaktır. Yatırım düşüncelerinde ve rekabet dünyasında başarıyı garantilemek isteyenler uygun zaman ve şartlar geldiğinde bunu değerlendirebilmeli ve cesur kararlar alabilmelidir. Yani, kaliteyi daha da arttırarak, agresif tanıtım ve satış programlarını hayata geçirerek rakiplerine saldırmalıdırlar. Fırsat zamanları geldiğinde, avantaj gibi görünen konumlarına güvenerek, edilgen bir bekleyişi tercih etmek rekabette geride kalmak anlamına gelecektir.
Sun Tzu Usta ile devam edelim;
“ Düşmanın durumunu öğrenmelisiniz ”
Yani?
“ Rakiplerinizin hücrelerine kadar girip bütün işleyişi, bütün programlarını öğrenmelisiniz. Rakipler, genellemesi ile turizmde Bölgesel rakiplerinizi, sektörün devlerini ve bu devlerin arkasına Devlet iradesini koyan hükümetleri kastediyorum. Böylesi bir ekonomik/politik istihbarat çalışması ise turizm şirketlerinin arkasında bütünü ile bir Devlet iradesini de gerektirir.
“ Askerlerinin durumunu bilmelisin”
Yani,
Rakiplerinin saldırıya hazırlıksız olduğunu biliyorken, yetişmiş kadrolarının, personelinin saldırıya geçecek durumda olmadığından haberiniz yok ise, başarıya giden yolun yarısındasınız. Ülke ya da Bölge ölçeğinde geliştireceğin bir dizi hamleye başlamadan önce bu hamlelerde kilit rol oynayacak kadrolarının moral, fiziksel, ekonomik şartlarını bilmiyorsan, başarı zorlaşır.
“Savaşacağın arazinin şartlarını incelemelisin”
Yani,
Yatırım ya da tanıtım/pazarlama atağı başlatacağın pazarların demografik, ekonomik, kültürel, politik koşullarını biliyor olman gerekir. Çölde kum işletmesi, kutuplarda buz fabrikası üretmenin trajikomik neticesi ile karşılaşman mümkündür. Pazarın beklentileri, tercihleri ile örtüşmeyen ürünler ve bu ürünlerin tanıtımı ters teper. Daha spesifik bir örnek vermek gerekirse, kendisi de bir Sağlık Turizmi arz merkezi olan Hindistan’a, tedavi merkezlerin üzerine bina edilmiş bir satış/pazarlama programı ile gidersen, arkana zil takıp oynatmadıklarına dua etmen gerekebilir. Çin’de, spa işletmelerindeki uzak doğu terapileri üzerine bir senaryo ile hareket edersen, nezaketleri gereği gülmezler, ama gülmekten beter ederler.
“Şartlar oluştuğunda hiç durma, ilerle”
Bu nedenle deneyimli yatırımcı, uzman, girişimci bir kez harekete geçtiği zaman asla şaşırmaz; bir kez kampını bozduğu zaman asla kayba uğramaz. Kampını bozmak kavramını ekonomiye uyarlarsak, atıl pozisyondan atak pozisyona geçmek, duran kaynaklarını devreye sokmak, yatırım hamlesine girişmek diyebiliriz. Rakiplerinizi ve kendinizi tanırsanız başarınız kesinleşir. Ortamı, sosyal manzarayı, politik havayı doğru tanımlarsanız, zafere yolculuğunuzu kimse ve hiçbir şey engelleyemez.
* Siyah font ile yazılı cümleler Bilge Savaşçı Sun Tzu’nun 2500 yıl önce kaleme aldığı Savaş Sanatı kitabından alıntılanmıştır.