Etnik kimliği ile Türkmen, dinsel kimliği ile Alevi olan Tahtacılar ilimizin en özgün kültürel renklerinden biridir. Bugün elimizdeki çok ve farklı tarihsel bilgilerin üzerinde en çok uzlaşılılanına göre Tahtacılar Ortaasya'dan gelip Anadolu'ya yerleşen Oğuz Boyları'nın en eskilerinden biridir. Kültürleri, yaşayışları, müzikleri, samahları, anlatıları ve geleneklerinde temel değer önce "İnsan ve Doğa Sevgisi" olmak üzere, Türkmenlik ve Türkçedir. Bu nedenle Onlar "Türkçeyi en iyi koruyan ve yaşatan topluluk" olarak anılırlar. Bazı geleneklerinde antik dönemin izleri görülür ancak binlerce yıldır dağlarda ve egemen kültür etkisinden uzak yaşadıkları için dilde ve sözlü kültürde Arapça - Farsça etkisinde kalmamışlar, günlük dilinden duasına, samahından nefesine kadar bütün sözlü anlatılarını öz Türkçe ile yapmışlardır. Dualarına "Gülbenk" ya da "Hayırlı" denir ve günlük dille ifade edildiği için herkes tarafından anlaşılıp onaylanır, yaşanır. Örneğin sofralar kurulduktan sonra "Destur Gülbengi" denen kısa bir dua, lokmalar yendikten sonra da:
"Bismişah, Allah Allah. Nimet-i devlet ziyade ola. Er Hak bereketini vere. Yiyenlere nur ola. Yedirenlere delil ola. Nimet-i Celil, Bereket-i Halil. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin. Bir nimet-i nur ola. İçtiğimiz tahur ola. Ocaklarımız mamur, gönlümüz pirnur ola. Düşmanlarımız hor ve mahkur ola. Cömert lokma sahibi ve bilcümle bendeğeni Ali resul, cümlenin yüzümüz ak, gönlümüz pak, düşmanlarımız helak ola. Dertlere deva, hastalara şifa, borçlara eda ihsan eyleye. Hz. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli Efendimizin daim himmetleri, kerametleri, safa nazarları uzakan, yakınan, zahıran, batınan üzerimizde hazır ve nazır ola. Çağırdığımızda destigir olup imdadı rest ola. Üçler, beşler, yediler, onikiler, kırklar, üçyüzatmışaltılar, binbirler, yolundan, dergâhından ayırıp, şaşırıp, düşürmeye. Kutb-i Âlem, Zat-ı tamam, hayat-ı müdam, destigir-i oniki imam. Allah cömert lokma sahiplerinin kurbanlarını kabul eyleye, muratlarını hâsıl eyleye. Gerçek erenler, evliyalar demine Hu diyelim Hu, Mümine YA ALİ." diye dua edilir.
Tahtacı ozanlarından Âşık Mehmet Civaroğlu bu Türkçe sevdasını şöyle dile getirir:
Sayın hocam bana sual sorarsın, Neslin Türk soyundan lisanın Arap,
Arapça anlamam Türkçe sor bana. Mekke Medine'de Necef'te durak,
İnançlarım için gönlüm kırarsın, Allah bir Muhammed Ali dersen Hak,
Fesattan usandım, sevgi ver bana. Bunu görmez hala dersin "kör" bana.
Kuran doğru söyler yanlış gitmedim, Âşık Mehmet serin eser havası,
Doğa yol gösterdi gezdim yitmedim Toroslar Gökbel'e uzar yaylası.
Beş vakit kırk rekât inkâr etmedim Âşık da kelamı söyler böylesi,
Bunu göremeyen olmaz yar bana. Sevgi kılavuzum, erkân sır bana.
(Şiir tarafımca düzenlenmiştir)
Bu nedenle okumaya, öğrenmeye, bilime ve uygarlığa aşinadırlar. Okuma oranının yüksek olması onların dünyaya bakışları yanında duruşlarını da belirler. Bu konuyu "bilen-farkında olan" insanların yinelediği ünlü sözdür: "Aleviler Türkiye'nin Batı'ya bakan yüzü, demokrasinin ve laikliğin sigortasıdır."
Sadece dilde değil yaşamın her alanında sevginin bütün hallerini yaşar, yaşatır Tahtacılar. İnsan ve doğa sevgisini kendine rehber eder, yaşamın bütününe bu pencereden bakarlar. Bu inancı evrenin bütününden başlayarak Hz. Ali ve Ehli Beyt'ten Atatürk'e, Hacı Bektaş'tan Abdal Musa'ya doğaya yararlı hizmetlerde bulunmuş, bulunan ve bulunacak olan her canlıda somutlaştırabiliriz. Bütün varlıklara gösterdikleri sevgi ve özen yaşama bakışlarının da resmidir.
Onbinlerce yıldır gerek egemen otorite, gerekse karşıt düşüncedeki insanlar tarafından sayısız haksızlık ve kıyımlara uğramalarına rağmen hiçbir zaman aynı dille yanıt vermemeleri, taş atana gül atmaları onların engin hoşgörü ve umudundan başka hiçbir şeyle açıklanamaz.
Onlar insanlığa kavgadan, savaştan, cana kıymadan tamamen uzaklaşıp kendilerine bunlardan yalıtılmış bir dünya kurmuşlar, yerleşik düzene geçip insan içine karıştıkları 1950'lere kadar hiçbir sorunlarını devletin mahkemelerine taşımadan kendi içlerinde, uzlaşmacı yöntemlerle çözmüşlerdir. Bu nedenle Anadolu'nun dost canlısı, barışsever, güzel bir rengidirler. Yüzyıllardır egemen, yanlı kültüre itibar etmeden kendi değerleriyle bağımsız yaşamaları adeta Mustafa Kemal'in "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" sözüne kaynaklık eder gibidir. Onlar asıl savaşın insanlığa hizmet etmede yapılmasının gereğine inanırlar.
Göremiyor isem gerçek varlığı, İnsanlık giderken hep ileriye,
Sünniysem, Aleviysem ne çıkar. Bizler inadına kaldık geriye,
Sanat edindiysem sahtekârlığı, Gelmedikçe cehaletten beriye,
Sünniysem, Aleviysem ne çıkar? Sünniysem, Aleviysem ne çıkar?
Kemaletten hidayetim olmazsa,
Marifet suyundan kabım dolmazsa,
Benden insanlığa eser kalmazsa,
Sünniysem, Aleviysem ne çıkar?
Gayet inatçıysam gayet zorbalı, DAİMİ'yim nefse galip olmazsam,
Gündüz tespihliysem, gece kavgalı, İlme fazilete talip olmazsam,
Olmadıkça insanlığa faydalı, Ele, bele, dile sahip olmazsam
Sünniysem, Aleviysem ne çıkar. Sünniysem, Aleviysem ne çıkar.
İnsan sevgisi ve saygısı en çok ibadet ettikleri cemlerde hayat bulur. Tahtacılar diğer Alevilerde olduğu gibi ibadetlerinde bir kıbleye dönmek yerine yüzyüze kendi deyimleriyle "cemal cemale" ibadet ederler. Çünkü insan yaradanın yeryüzündeki yansımasıdır.
Yunus'a sormuşlar;
" - Kâbe'yi mi yıkarsın bir gönülü mü? Demiş ki;
" - Kâbe'yi yıkarım. Çünkü Kâbe Hazeroğlu İbrahim'in inşası bir taş duvar, gönül ise Hakkın tahtı. Hak gönüle baktı. Her kim ki gönül yıktı, Hakk’ın tahtını yıktı."
Hiçbir gönülün yıkılmadığı bir yaşam dileğiyle kalın sağlıcakla.