Bugün birçok masal ve mitin önemli bir ögesi, birçok türkünün esin kaynağı, birçok yiyecek ve içeceğin özü olan “sihirli” bir varlıktan söz etmek istiyorum: “Elma”dan.
Dinler tarihinin en başına kurulan, masalları parmağında oynatan, mitolojide altın olup üzerine “en güzele” diye yazılmış olanı tanrılar sofrasına atıldığında paylaşılamayınca dünyanın ilk güzellik yarışmasının yapılmasına neden olan, kızların yanaklarında türkülere, renk ve desenlerinde halı ve kilimlere, kokusuyla kızların el değmemiş koyunlarına, insanoğlunun ekmeğine, aşına, coşkusuna giren, ekşisiyle tatlısıyla yaşamın kendisi elma. Yeryüzündeki ilk günahın (?) da suç aleti! Onu yiyen Havva’yı Adem ile birlikte cennetten kovduran yasak (?) meyve.
Pamuk Prensesi aşksız, yavan bir hayatı reva görmeyip bir öpücükle taçlanan gerçek aşkı ve aşığı gelene kadar taptaze saklayan büyü.
Öz Türkçede "alma" diye bilinen adının, meyvenin rengi olan “al” (kırmızıdan) geldiği bilinmektedir. İngiliz bilim adamlarının savına göre anavatanı, Kazakistan dağlarındaki "Cennet Bahçeleri". Oxford Üniversitesi biyologları, son teknolojiyle elma DNA'sı üzerinde yaptıkları araştırmalara dayanarak, gezegende yenilebilir ilk tatlı elmanın Kazakistan'ın Çin sınırına yakın dağlarında iki bin metre yükseklikte yetiştiği görüşündeler. Günümüz elma türlerinin "atalarının" halen bu dağlarda doğal ortamda yabani halde yetiştiğini belirten "Elmanın Tarihi" kitabının yazarı Dr. Barrie Juniper, eski dönemde buranın farklı meyve ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplı olduğunu kaydetmiş. Oxford'lu bilim adamları, "Granny Smith" ve "Cox's Orange Pippin" gibi birçok İngiliz elma türünün de bilinenin aksine farklı meyvelerin hibriti değil, Kazak elmalarının "torunları" olduğunu belirtirken Juniper, elmanın gezegene önce tatlı ve sulu elmaları seven ayılar ve daha sonra da atlar vasıtasıyla yayıldığını söylemiş.
Anadolulu Elma
Anadolu’nun bilge insanları Anadolu topraklarında kökleri kendileri gibi Ortaasya’da olan torun elmaları çok hoş tutmuş, büyüyüp yayılması, güzelleşip serpilmesi için çok emek vermiş, onu da kendileri gibi Anadolu ile yoğurup Anadolulu yapmış. Helvasından dolmasına, hoşafından çerezine binbir dona bürüyüp sofrasına buyur, tatlı ya da ekşi suyunu ekmeğine katık etmiş. Gözalıcı renklerdeki şerbetlere bulayıp bir çöpe taktığı elmaşekeri ile çocuklarını sevindirmiş.
Bütün varlıklarda olduğunu bildiği tanrısal özün izlerini elmada da bulup onu yaşamına öyle katmışlar ki ninnisini söyleyip bebelerini uyutmuş, türküsünü çığırıp düğününde oynamış, ağıt yakıp ölüsüne onunla ağlamış. Her masalın sonunda gökten düşen 3 elmanın birini kendine, birini dinleyen(ler)e, birini de görüp duyduklarını anlatana üleştirmiş.
“Almanın irisine, ben yandım birisine.
Beni çoban etsinler, kızların sürüsüne”
Türk Halk Kültürü’nde, kızlarının çeyizlerinde ve saçlarında baştacı olmuş elma desenli iğne oyası yazmalar. Oyunlarında “elma dersem çık, armut dersem çıkma!” diyerek yüceltmiş, “Bir dalda iki elma, birin al, birin alma” diye öğüt veren türkü, mani söylemiş. Ancak; “Elmayı say da ye, armudu soy da ye.” diyerek herşey gibi onun fazlasından sakınmayı da ihmal etmemiş.
Yabanıl yaşamın ana besin kaynaklarından, yabanıl meyvelerinden biri olan ve kerametlerini çeyiz sandığında sır gibi sakladığı Gömbe Yaylaları’nda yetişen endemik türü “Geyik Elması”nı hastasına koklatarak şifa olmuş.
Besin değeri çok yüksek bir meyve olan elma, bağışıklık sisteminin düşmanı oksidanları engelleyerek hücreleri serbest radikallerin zararlarından yani kanserden korur. Kandaki kötü kolesterole, yüksek tansiyona ve bağırsak kanserine karşı doğal koruma sağlar.
Sağlığa ve güzelliğe sayısız yararları olan elma ısırarak yendiğinde ağızda hissedilen muhteşem tad ve genizde hissedilen hoş kokusu yanında en doğal şekilde dişlerimizi fırçalarken dişetlerimize masaj yapar. “Günde 1 elma doktoru evden uzak tutar” atasözü de yararlarının teminatı gibidir.
Dirisi kadar ölüsü de mucizedir elmanın. Tembellik edip çürüttüğümüzde bile küsmez, dünyanın en sihirli iksirlerinden birine dönüşür: Elma sirkesine. Ordan turşularımıza girer, salatalarımıza, en şifalı haliyle kanımıza, lezzetiyle yüreğimize yani.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde; “Malatya’da 7 çeşit elma yetiştirildiği, bunların İzmir’in Misket ve Frenk elmasından daha lezzetli ve sulu, hiçbir renge benzemeyen görünümde oldukları ve insanın dimağını bile güzel kokuya boyayacak kadar güzel koktukları” yazılıdır. Evliya Çelebi ayrıca Malatya’nın ileri gelenleri ve kibar hanımlarının bu elmalara ağacında ve dalında iken balmumu ile şiirler yazdıklarını aktarmaktadır. “Niceleri kâğıda uygun beyitleri makas ile oyup üzerine yapıştırırlar. O elmalar ağacında iken havasından tazelik bulup, ayın etkisinden renk ve parlaklık kazanarak olgunlaşınca sözü edilen kâğıt ve balmumlarının altından beyaz ve sarı yazı ile öyle güzel beyitler çıkar ki herbiri sanki birer sihir eseridir. Bu elmalar daha sonra vilayet vilayet ayan ve büyüklere ve bizzat padişaha hediye götürülürmüş.” der.
Dr. Günay Kut’un bir eserinde belirttiğine göre Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanesine kayıtlı bir yazma defterde bir bağda yetişen meyvelerin listesi verilmiş, sayfalar karelere bölünerek o meyvenin çeşitli cinslerinin nerelerden geldiği tek tek not edilmiştir. Bu listede 206 çeşit armut, 98 çeşit elma, 25 çeşit ayva… dan sözeder. Bunlardan bazıları Ankara Elması, Kebir Ferik Elması, Bolu Misket Elması, Tokat’ın Gömbe Elması, Osmancık’ın Mor Elması vb.dir.
Bugün ülkemizde o kadar çeşidi yetişmese de dünya ortalaması içinde hatırı sayılır miktar ve kalitede elma üretimi yapılmaktadır. Ancak bağında, bahçesinde yetiştiren, ilacı, gübresi, suyu ve hasadı için elinde avucunda ne varsa döken elma üreticimiz iş satış ve pazarlamaya geldiğinde ne yazık ki emeğini bile geri kazanamamaktadır. Bu durum son yıllarda iyiden iyiye kötülemiş olup elma üreticisi bitme aşamasındadır. Anadolu ile özdeş bu mucize meyvenin yolculuğu daha nasıl sürer, nerde biter bilmiyoruz ama bizi biz yapan birçok varlığımız gibi elmanın yokluğu da felaketimiz olur.
Tahtacılar Müsahiplik (sahip çıkma, edinme), Aşınalık (aşina olma, benzeşme), Peşinelik (peşinden gitme, yolunu izleme) ve Çingildaşlık (çakıl taneleri gibi çoğalma) diye adlandırılan 4 toplumsal bütünlük aşamasının sonuncusunda bir elmayı bölüşerek “kardeş” olurlar.
Türk mitolojisinde Türkler, özellikle Oğuz Türkleri için “Kızılelma” üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir.
Alevi Bektaşi Edebiyatındaki şekliyle “kızıl elma” kokusunu "Dost Bağı"ndan yani "Cennet"ten, "kırmızı amber" rengini bütün peygamberlerden, şeklini ise meleklerden alır ve Pir Sultan Abdal’ın bir deyişinde Hz. Ali’ye tercüman (dinsel adak) olarak gelir. Ali'ye sunulan bu elma, tasavvuftaki karşılığı ile ‘marifet’ yani ‘bilgi’dir.
Adem ile Havva mitinde “Cennet Elması”nı dünyevileştirdikleri için “Adem Elması” olarak boğazlarında bırakılan elma da “Bilinç”tir. Bilinç ise ilahlara göre insanın, özellikle de kadının asla sahip olmaması gereken özelliklerden biridir. Bu nedenle cennetten kovduran da elma değil bu bilinçtir. Eğer bu günahsa yeni cennetler yaratmak üzere cennetten (?) kovulmaya değmez mi?
Ben derim ki ne elmadan vazgeçin, ne de kendi bilincinizle yaratacağınız cennetinizden…
Sağlıcakla.
Kaynaklar:
1- Yemekname Kasım Sayısı
2- Dr. Günay KUT: “Meyve Bahçesi” Yemek ve Kültür Sayı:12 (2008) 48-81
3- İnternet Bilgisi (Elmanın Tarihi)
4- Elmanın Söylencelerde ve Alevi Tasavvufundaki Yeri, Murat ŞAHİN, Habercem.
* Öznur TANAL
Halk Kültürü Araştırmacısı