Akşam akşam böyle duyurdu yeğenimin eşi Taner;
“Ceyar öldü!!..”
"Neden?"
"Kalp krizinden. Hastanede hem de.."
Daha sabah iki satır kelamı gelmişti. Nereye giderdi?
Ceyar lakaplı Mehmet YILMAZ köylümüzdü. Akranımız, canımız.
Bizde "öldü" yerine "Hakk'a yürüdü" denirdi. Gençler Hakk'a yürür müydü, birileri ya da bişey kaktırır mıydı onları, kafam almazdı..
Kent hayatının kaybolmuşluğunda adı aslında “Boklu Dere” olup çağ atlayıp (!) ayıklanınca “Büklü Dere”ye çevrilen yerin kıyısında rastlaşmıştık bir-iki kez. Antalya’nın kuruyan (kurutulan) bütün arıkları gibi deresi olmayıp eskilerin “çocuk bülüğü kadar” dediği azıcık suyun akıtıldığı beton kanalın kehinde.
Gözleri ünlü dizideki ceberrut karaktere benzediği için “Ceyar” demişlerdi. Öyle bildiğimiz için zaman zaman gerçek adını bile hatırlayamadığımız canımızla yıllar sonra görüşmüşlüğümüz bir iki kuru hasbıhalla olmuştu. Böyüükk işler becerdiğimiz keşmekeşte dahaya da zamanımız yoktu..
Derken dün, öldüğü günün er sabahında köyümüzün simalarını yayınladığım sosyal medya hesabına bir sitem notu düşmüştü; “benim güzel anacığımın resmini niye koymadın? diye.. Bunu derken güzel anacığını daha o gün ağuya dağlayacağını bilir miydi acaba? Ben de bir cenazede bir araya gelen analarımızı fırsatı ganimet bilip çektiğimi, eğer güzel bir fotoğrafı var da gönderirse anacığını da yayınlayacağımla savunmuştum kendimi..
Bir taş gelip göğsüme oturdu. Acı türküler dizildi kursağıma. Anasının, yârinin dilinden özge..
Acı ölüm, genç ölüm,
Bu nasıl gitmek gülüm?
Kara haber tez gelir,
Kırdın kanadım- kolum..
Ya da..
Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler,
Yummayın, yummayın kirpiklerini.
Kim O’ndan daha çok hayatı özler?
Çağırır, çağırır sevdiklerini..
..
Besbelli üşütür soğuk topraklar,
Soymayın soymayın giydiklerini..
Ya da..
Neme ağlayayım da neme güleyim?
Ağlamak şanıma düştü neyleyim..
Elin gülü açmış da alınan yeşil,
Şu benim güllerim soldu neyleyim..
Habrin alayım da seher yelinden
Durnam galkar’mola da gendi gölünden?
Gorkum ayrılıkdan da fikrim ölümden,
Geldi, çattı, beni bulduneyleyim?..
Pir Sultan ABDAL’ım kırklar, yediler,
Bu yolu-erkanı Onlar kurdular.
Allah verdiğini almaz dediler,
Bana verdiğini aldı neyleyim..
Sadece bu kadar olsa keşke. Ne çok acı çekmiş bu halk ki yandıkça türkülerce, ağıtlarca tütmüş.
Ey erenler ben bir derde uğradım,
Başa gelmeyincez bilinmezimiş.
Babadan da öhsüz galan oğlanın,
Başında dövleti bulunmazımış..
Babacığından öksüzdü O. Şimdi kendi de iki çoccağını dövletsiz goyup getdi gönüllü-gönülsüz. "Paşa" derlerdi babasına. Gerçek adı bu muydu onu da bilmem. O da ailede birçok kişi gibi genç yaşında kalbine yenik düşmüştü..
Yine;
Kalenin kapısı daşdır yapılmaz,
Yünsek (yüksek) penceresi dosta bakılmaz,
Bir ben ölmeyince dünne (dünya) yıkılmaz,
Dostum ağlar düşman güler bir zaman, demişti yangın bir Tahtacı Ağıdı..
Dünne yıkılmazdı elbet de gel bir de sevdiklerinin dünnesine bak..
Bu yıllarda daha çoğaldı diye mi ölümler, gocadıkça daha mı zayıf olmaya durduk biz, bana başka kâr eder oldu? Her gün onlarca babayiğidin, taze çiğdemin insanlık dışı şekillerde solmasına, hunharca bozulup melekçe bedenimize zerkedilen zehir gıdalar ve tamamen ticaret odaklı tıp uygulamaları, gidişatın olumsuz içsel yankıları ile çığ gibi büyüyen ölümlere neden bu kadar susar olduk? Sustukça ölümler azdı..
Koca YUNUS;
Şu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Göğ ekini biçmiş gibi, demişti.
Son yıllarda madende, meydanlarda, doğa, canlı ve yaşam hakkı savunmasında kaç genç yitti. Bize dokunmayan yılan bin yaşadı.. Bizi böyle yanmaz, göyünmez eden neydi?
Yaşlandıkça daha mı olgun karşılar insan ölümü, yoksa belki bizden sonra öleceğini sandığımız taze fidanlar giderken hâlâ hayatta olmanın bencilliği midir bizi böyle kör, sağır, dilsiz eden? Nerde o cenazelerde;”Oyy ben öleydim..” diyenler ya da bugünlerde bunu ana-baba ve gardaşdan gayrı kim der?
Nerde;
Adem olan adem sever,
Adalete boyun eğer,
Kul hakkı dünyayı değer,
Biz cana kıyar değiliz, diyen Aşık Mahsuni’ler?
Biter mi ölümler, susar mı yaslar? Zaten ağıtlar söyledi sözü. Bundan geri bize ağlamak mı, daha yaşanılası bir dünya kurmak için haykırmak mı düşer?
Rahat uyu kardeşimiz Ceyar. Ölümün bunları düşürdü aklıma, çok konuştum kusura kalma. Her ölüm gibi erken oldu. Biz yakıştıramayız ya Takdir-i ilahi. Yalnız bir düşünsek; böyle gelmiş böyle gitsin mi..??