“Taşlar” Gider Pirim Abdal Musa'dan...

Antalya’ya bağlı Elmalı Ovası olayları, insanları ve fikirleri başkalarından çok önce, adeta üçüncü bir gözle görüp çözerek halkın anlayacağı dile çeviren, yaşamının amacı topluma ışık tutup onları yansıtmak, dertlerine derman olmaya çalışmak olan yüzlerce bilge insanın yurdudur. Bunların çoğu da bu çetin yolda mucizeler yaşayıp yaşatan Allahın sevgili kulları evliyalardır. Bu nedenle yöre “evliyalar diyarı” olarak da anılır. Bu hikmet deryasının erenlerinden biri de 14. yy’da Tekke Köyü’nde yaşamış, ömrünü en temel ve zor işe, insanı eğitmeye harcamış Abdal Musa’dır.

 

Bursa’nın fethine katılmış, yıllarca Anadolu’nun Türkleşmesi için çalışmış bu tahta kılıçlı Urum Abdalı daha sonraları gelip yerleştiği bu coğrafyada kurduğu eğitim ocaklarında ilim, irfan ve erdem dağıtmıştır. Bektaşilikteki 12 posttan 11.si olan “Ayakçı” veya sonraki adıyla “Abdal Musa” postunun sahibinin yaşamının büyük bölümünü geçirip marifet ve mucizeler gösterdiği Tekke Köyü’ndeki dergâhı aynı zamanda ebedi istirahatgâhı olmuştur.

 

Anadolu’nun her yerinde Alevi-Bektaşilerce adına kurbanlar kesilip Ayin-i Cemlerde ibadet edilen Abdal Musa Sultan, türbesinde her yıl Haziran ayı sonunda düzenlenen anma törenleri ile anılarak binlerce seveni tarafından ziyaret edilmektedir. Şüphesiz bu salt bir mezar ya da eren-evliya ziyareti değildir. Yaşadığı yüzyılda kurduğu dergâhı bir yandan derviş ve gönül erlerine dini ve ilmi eğitim verilirken yıllar yıllar açların doyurulduğu, susuzları kandırıldığı, çıplakların giydirildiği, yoksulların barındırıldığı bir merkez olmuştur. Burada aldıkları öğreti ile aynı kazanda pişen lokmaları hakça paylaşan, yârin yanağından gayrı her yerde, her şeyde hep beraber yaşayan bu güruh çoklukta birliği görüp hayata geçirmişlerdir. Dergâhı ziyarete gelenler bu öğretinin ışığında, bilimi, doğayı ve sevgiyi rehber edinmenin, hakça bir yaşamın yaşayan izlerini ararlar. Herkes kendince birşeyler buluyor olmalı ki 700 yıldır kayıtsız şartsız, 27 yıldır da törenler zamanında bir organizasyon kapsamında gelip, gönüllerini cem etmektedirler.

 

Ancak yüzyıllardır yüzlerce ozanlar gibi KAMBERİ’nin diliyle de;

 

        Pir aşkına çerağları yandıran,
        Değirmeni sağdan sola döndüren,
        Gidişatı Kerbela’yı andıran,

        Ehlibeyti gönüllere düşüren,
        Uçarsuyu yüce dağdan aşıran,
        Kaygusuzu dergâhında pişiren,
        Erenler serdarı Pir Abdal Musa…

 

       diye anılırken nicedir O’nun yüce kişiliğine gölge düşüren, dergahının üst başında sıralanan 7 kutsal tepeden birinde, aşkıyla yürürken durdurduğuna inanılan Dur Dağı’nda açılan taş ocağı ile anılır olmuştur. Oturak Dağı, Akçaeniş Deresi, Deliktaş Deresi, Çataldere, Gocaboğaz, Kurban Deresi ve Garamık Burnu gibi 7 kutsal alanın çevrelediği Dur Dağı’nda yalnız kutsal dağlara değil Anadolu insanının bahtında onulmaz bir yara gibi açılan taş ocaklarının bilmem kaç milyonuncusu yürekleri dağlamaktadır. Alevi inancının kadim merkezlerinden biri olan dergâhın birinin eline batan iğneden yalnız parmağı değil yüreği kanayan bendelerince can kabul edilip üzerine titrenen taşı toprağı insafsızca örselenmektedir.

 

Bu alanda açılan davalar, gösterilen tepkiler uzun zamandır sürerken geçen ay Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün Kültür ve Turizm Bakanlığı, Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğüne yaptığı bölgedeki inanç merkezleri ile ilgili araştırma talebi kapsamında iki uzman ile Abdal Musa Dergâhına gittik. Orada görüştüğümüz Abdal Musa Dergâhı Halife Babası Hüseyin ERİŞ’in yaptığı açıklamaları duyunca bana hak vereceksiniz;

 

“Abdal Musa’da kurulan taşocağı türbenin ardında sıralanan 7 tepeyi ve bizi incitmiştir. Buranın dağı, taşı, ağacı, böceği kuşu bizim için kutsaldır. Yüzyıllardır bu tepelerde tüfek patlamaz, kuşlar küser…”

 

Bu tepelerden bir dal koparılmaz, hiçbirimiz bu dağlardan yakacak odun getirmemişizdir. Yanılıp şaşıp getirenlerin başına da hırlı işler gelmemiştir. Abdal Musa Türbesi’nin dibinde tarlası olan çiftçinin birinin bir gün sabanı kırılır. Türbeden aldığı bir mıh ile sabanı onarır. Tam çift sürmeye boyanacağında goca öküz boylu boyunca yere yatıp sonsuza dek gözlerini yumar. Burada bulunan katreden kütleye herşey kimsenin şahsi malı değil, ortak varlığımızdır…”

 

“Zararı yalnız kutsal dağlarımızı dinamitleyip gözümüzden sakındığımız ulu ağaçlarımızı kesmekle kalmayan, sularımız kirletip yetiştirdiğimiz her mahsulü tozla kaplayan bu taş ocağı köyümüz için çok tehlikelidir. Bu duruma karşı verdiğimiz hiçbir mücadele sonuç vermedi, çığlığımızı duyan olmadı. Şimdi yüzyıllardan beri olduğu gibi yalnız bu toprakların piri Abdal Musa’nın, Dergâhı ilahi gözlerle gözleyip gözeten Oturak Baba’nın, dergâhta odun bitince ayaklarını ateşin altına uzatan aşçısı Budala Sultan’ın, öldüğü halde dört yöne giderken görülen fırıncısı Mestan Baba’nın hayır himmetine sığınıyoruz.”

 

Bir de o tepelerden ağrı bütün ovada duyarlı yüreklerin nidaları uğulduyordu;

Anadolu’nun binlerce yıllık sırlarını saklayan, atalarımızın dibinde doğduğu, gölgesinde doğadan helallik isterken kurban kesip semah döndüğü ve bazılarına sonsuz mekân olup onları cennete götürdüğüne, koynumuzda taşıdığımız bir kıpçınızla (dal parçası) kötülük ve uğursuzlukların uzaklaştığına inandığımız evliya sedirler, Şah ardıçlar, iğde ve kavaklar sizin gibi bizim de ciğerimiz yanıyor. Aslında birer birer devrilen sizler değil bizleriz çünkü siz bizsiniz, biz siziz, biz biriz…

 

 

Dönerken Elmalı’da ziyaret ettiğimiz arkeolog Sayın Ünsal ÖZÇAKIR’da nedense taş ve maden ocağı ruhsatlarının çoğunlukla antik yerleşimlerin yakınlarından verildiğine, sadece Lmyra Antik Kentinde birçok antik zeytinyağı işliğinin bu yüzden tahrip edildiğine dikkat çekti. Kutsal yerlerin bu ülkede yaşayan herkesin ruhu olduğunu, buralarda 10.000 yıldır süren bu gelenekte antik dönemdeki Kybele tapınımından Hıristiyan, İslam ve tasavvuf inancının izlerinin olduğunu anlattı. Gelen hiç kimsenin eli boş gönderilmediği, ihtiyacı olabileceği düşüncesiyle yastığının altına para konduğu bu topraklarda yüzyıllardır süren bir ağırlama geleneğinin varlığından sözeden ÖZÇAKIR bir yerde bir değer varsa bunda ilk hakkın (önceliğin) orada yaşayan insanlar, bu ortak değerlere sahip çıkmanın da herkesin boynunun borcu olduğunu belirtti.

 

1500 yaşındaki ardıçlara, 2500-3000 yaşındaki sedirlere kıyan zihniyetin yalnız doğamızı değil değerlerimizi, inançlarımızı ve geleceğimizi tahrip ettiğini, Atlantis uygarlığının da tıpkı bu şekilde ruhu çalındıktan sonra yokolduğunu vurguladı.

 

Her gelenin iyilikten, güzellikten yana birşeyler getirip götürdüğü, dileklerin dilenip muradların hâsıl bulduğu, Abdal Musa’nın durdurmak için sırtını verdiği, şimdi gelenlerin aynı inançla sırtladığı dergâhın kutsal dağında yaşanan acılar ve kıyım koruma kurulu kısmi red kararına rağmen sürse de güneşin ülkesinde yüreklerin sığındığı yüce bir umut daha vardır. Şimdi gelin bir söylenceye kulak uzatıp gönül verelim;

 

Vaktiyle Kalenderiyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderilik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir. Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

 

-Vur usturayı berber efendi, der.

 

Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

 

- Kalk bakalım kabak, kalk da traşımızı olalım, diye kükrer.

 

Dervişlik bu; sövene dilsiz, vurana elsiz gerekmiş ya. Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahçup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar. Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı.’

 

Nihayet traş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz bir kaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayrı ihtiyari sorar:

   

- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki bu kabağın da bir sahibi var, O gücenmiş olmalı!...

 

Antik dönemdeki bin tanrılı Anadolu’dan tek tanrılı Anadolu’ya bu ulu erenlerine makam olan dağlar, tepeler birkaç yıldır hoyrat şaplaklarla paramparçadır. Ey kabak gibi taşın-toprağın, doğada kurduğun mükemmel döngüde senin gözetiminde yaşayan kurdun-kuşun, ağacın-çiçeğin sahibi, sana aşkla bağlanan meczup bir gönüle bu kadar özenen güzel Allahım, Anadolu’nun gerçek sahibi binlerce can senin yüce varlığına gönül bağlayıp imdada çağırıyor. Yaratıp yöre insanını kucağında var ettiğin bu toprakların binlerce yıldır sevdalarımızı saldığımız dağlarını delik deşik ediyorlar. Bütün varlıklarımıza kıyıp hayatımızı “temize çekmeye” çalışanlar yarattıklarına “Allah yarattı” demeden kıyıyorlar. Yaptıklarına Anadolu insanının dediği gibi; cavırın canı acır. Ama gel gör ki bırak cavırı bu toprakların milyarlarca “inançlı” insanının bile kılı kıpırdamıyor. Ancak bazen halimizi bilip yaramızı saracak hiçbir kimse kalmadığını düşünüp umutsuzluğa kapıldığımız zamanlar olsa da senden umudumuzu hiç kesmeyeceğiz ya hû!

 

 “Zalim dediğine yaşarken saygıda kusur etmez insanoğlu. Ama zalimin ölüsüne dua okumaz, mezarına tükürür gayrı. Yapan kadar bilip de susan da zalimdir…” (Ulak Filminden)

 

 

Taşlarımız, madenlerimiz, yer altı yerüstü zenginliklerimiz ham halde ecnebi memleketlere taşınırken onları işlenmiş halde Çinden, şurdan burdan getiren her geminin bir fabrika kapattığını ülkemizde atalarımızın binlerce yıllık emeği gibi çocuklarımızın geleceğinin de elimizden kayıp gittiğini kaçımız düşünüyoruz?

 

Akdeniz yakası - Aydın ellerinden kuşların geldiği, cemalin görünce yürüyerek taşların geldiği Abdal Musa’ya gelen, gelecek olan canlar;

 

Bizler her gün doluştuğumuz sırça köşklerimizde başımızı kuma gömmeye devam ededuralım yalnız Dur Dağı değil, Anadolu’nun bütün dağları, dereleri hayli zamandır kan ağlıyor. Şimdi taşlar hikmetle değil çıkar odaklarınca “yürütülmekte”, “değerini daha iyi bileceklere” teslim edilmek istenmektedir. Hiç şüphesiz bugün dağın böğrünü oyan el, yarın bizim görmeyen gözümüzü hepten oyacak, magazin programlarına ve çıkarlarımıza delik kulaklarımıza Anadolu’nun paha biçilmez kurşunlarını akıtacaktır…

 

Ey bu kutsal yaratıların emanetçileri bütün bu olanlara sessiz kalarak emanete hıyanet ediyor, gâhî bilir, gahi bilmez suça ortak oluyoruz. Evet; “şeriata göre şu senin bu benim, tarikata göre hem senin hem benim olan varlıklarımız hakikatte olduğu gibi ne senin ne benim olmak üzere ancak bu elbette bu gidişle ilahi minvalde değil, başka bir planda yaşam bulacaktır. Abdal Musa’dan veya yurdun dörtbir yanında açılan sayısız taş-maden ocaklarından götürülen sadece taş, canına kıyılan sadece doğa değil ortak ruhumuz, bütünlüğümüz ve geleceğimizdir.

 

Ancak bilinmelidir ki sahibi bile çileden çıkaran bu tufan sadece şaplak vurulanları değil hepimizi önüne katacaktır. Tufana kapılıp gitmeden varlığımız ve birliğimiz uğruna candan bir duvar örmek zorundayız. Başka da yolumuz yok…

 

Kadim muhabbetiyle Abdal Musa aşkına, güzel günlere umutla Allah Eyvallah…

 

Yayın Tarihi
23.06.2011
Bu makale 20138 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Yazınız kadar düğünde gösterdiğiniz o candan misafirperverliğinizden dolayıda teşekkür ederim ben adnanın eşiyim

Songül Özbulut 05.09.2015

Herseyin degerlisi zor olandir.Siz en zorunu ve süphesiz en iyisini yazmisiniz bu degerler icin söylenecek sözü siz en ayrintisiyla alatmisiniz.tebrikler Adnan özbulut almanya

Adnan Özbulut 09.07.2011

Kaleminize ve yüreğinize sağlık Başarılarınızın devamını dilerim

Abdullah Yalçın 04.07.2011

Abdal Musa ve Dur Dağı ve çevreye duyarlı olmak. inancın ve doğanın bir birine aşk ile sarılması. geçen hafta Ksaman'a Abdallar Şenliğine katıldım. Kaman müzesini gezdim. Japonlar bir tümülüs de kazı yapmışlar. bulunan kültür varlıklarını müze yapıp sergilemişler. yanına da güzel bir yeişilim alan yaratmışlar. hemen yanında taşlık , çakıllık, kayalık arazi. onun yanında cennet yaratılmış. Jağonya^'nın tarihe kültüre bakışı. biz de tarihi dokuların, kültür varlıklarının , doğa güzelliklerinin yanına altın, mermer, taş ocakları açmak. güzelliklerin ortasına nükleer santral yapmak. işte güzellik iler çirkinlikler yaşanıyor. güzelliklerin daim olması dileğiyle. 

celal necati üçyıldız 27.06.2011

Lanet olsun ki bu doğa katliamcılarına. Durmadılar. Hes derken baraj derken bitirdiler memleketi.... Garamık deyince buğday tanesi küçüklüğünde mayhoş tadı ile renkli taneleri topladığımız günler aklıma geldi... Ve dervişin hikayes. en üzücüsü Abdul Musa Dergahının muhatap olduğu densizlik.... Yüreğim mücadelenizle. Dualarım sizlerle.. Kalemine yüreğine sağlık...

hakan yıldırım 27.06.2011

bu uygulama ülkedeki yönetici bazında insanların yeterliliklerini tüm gerçekleriyle ortaya koymuştur...yazılar..şikayetler..yürüyüşler..imzalar falan filan...belkide bu uygulama tüm bu girişimler sonucunda iptal de olabilir..bu bir kesim başarısı olarakta algılanabilir ve birileri bundanda faydalanabilir...bunlar olabilcek sonuçlar ama hepside kesin sonuçlar olamayacaklardır..kesin olan tek şey SAYGI dır ama bilierek saygıdır..aleviller için çok saygınlık kazanmış birisini vede yıllardır çevre alevilerin orada toplanmaları neticesinde özel bie konuma sahip olan bu bölgenin birileri tarafından farklı bir uygulamaya açılmasını düşünmekle uygulamak arasında bir fark yoktur bence ...asıl önemli olan bu kafaları değiştirmek.....bu kafalar değişmediği sürece bu işler bugün antalyada yarın başka bir ilde devam edecektir...kendi inançlarına saygı duyulmasını istiyorsak bizlerinde başka inançlara saygımızın olması gerekmektedir...unutmayalım kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri bizlerde başkasına yapmamalıyız...işte o zaman hayat daha güzel ve anlamlı olur....

mustafa öner 27.06.2011

Eline, yüreğine sağlık.Yazınızı biir solukta okudum.Çok güzel yazmış, nakış nakış işlemişsiniz.Gerçekte dünyanın en güzel yerindenyiz.Tarihiyle,doğasıyla,kültürüyle bir cennete sahibiz.Ne yazık ki taşlar birer birer sökülüyor.Bu güzelliklerle birlikte geleceğimizde yok oluyor; ancak bugün sizin gibi duyarlı, kalemi güçlü bireylerimize daha çok gereksinimizin olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan sizi kutluyorum Öznur Hanım.Kaleminizden damlayan güzel yazılarınızı bekliyor,saygılar sunuyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Nebi AKKIN/İSTANBUL

Nebi AKKIN 25.06.2011

Elinize, yüreğinize sağlık. Yetkililerimizin gerekli duyarlılığı göstereceklerine inancım tamdır.

Mehmet Gürkan 24.06.2011

Yüreğine sağlık Öznur can... Kalemin keskin olsun... Hali ve ahvali anlatmışsın... Sesine ses veren olacaktır elbet... Türk milletini parçalamak isteyen dahili ve harici mihraklar bildiklerini okumaya devam ediyorlar... Ya Türk milleti? Birlik ve dirlik zamanıdır... saygılarımla...

gazanfer eryüksel 24.06.2011

hanımefendi öncelikle yazınız için size teşekkürler etmek istiyorum bir misyon üstlenmişsiniz bunu layıkı ile yapıyorsunuz.bu bir aşk sizdeki insana yapılan hizmet gönül insanı olamak eren olmak kültürlü olmak sizde bunu fazlasına sahipsiniz ben de araştırmacı bir ruhla sizi ve yazılarınızı buldum yürekten geçen bazen kalemde dillenip kağıta geçemez gönül gözü açık dedeler anlar herşeyden öce sevgi ve saygı esastır..arınmak dergaha yüz sürmek onu seveni sevmek kan can bağı kurmak sizi seviyorum gönül ey dostlarım cancansınız kansınız toprak biziz biz Yaratıcının yansıması canız mekana makama saygı kültüre saygı inanca saygı insana saygı ibadettir.o ralar güzeldir özeldir oralardan haber getiren oraları tanıtan siz özel bir insansınız bu size verilmiş bir görev gibi el almış cansınız sizin yüreğinizi fikirlerinizi seviyoruz kalemin daim olsun güzellikleri bize ulaştırın biz gidemesek bile siz varsınız iyiki varsınız sevgilerimle saygılarımla kalbimizdesiniz sağolun var olun sekan sağlam halkinsesi1@hotmail.com dostcan

SERKAN SAĞLAM 24.06.2011

DEGERLİ DOSTUM YÜREGİNE KALEMİNE SAGLIK.BİLGİLENDİRİCİ BİR KÖŞE YAZISI OLMUŞ.İNANÇSAL BOYUTU ILEDE TAŞLAR GİDER BAŞLIGI ILEDE BİR MEASJ VERMİŞSIN TAŞOCAGI KONUSUNA TAM DA ABDALMUSA ANMA ETKİNLİKLERİ ÖNCESİ BANA BU YAZIDA IŞIK TUTACAK BU AKŞAM PİRE GELİYORUM.ÇEKİMLERİMDE DE BU KONUYU İŞLERİM.SAYGILARIMLA

İSMAİL SAÇLI 24.06.2011

Gönül dağından akan azgın sellerin ovaya yayıldıktan sonraki sakin ve huzur veren tadında bir güzellik olmuş.TAŞ OCAKLARINA HAYIR mitinglerine Yazır köyü olarak sonuna kadar destek vermenin sevincini yaşayamadık ama tepkimiz daim olacak başarılı yazılarının devamı dileğiyle

Atile ÜNLÜ 24.06.2011

Öznur Hanım, akıcı ve güzel bir dille kaleme aldığınız yazıyı büyük bir keyifle okudum. Sizi kutluyor, benzer güzellikteki yazılarınızı heyecanla bekliyorum. Selam, sevgi ve başarı dileklerimle. Murat Şahin

Murat Şahin 24.06.2011

Öznur hanım,yazdığınız konu,geçmişi ve bugünü ile çok değerli,çok kutsal ve hepimizin konusu,bu kadar derin ve sürükleyici bir üslupla,sıkmadan,öğreterek yazıyor olmanız,artık bizim okuyucu olarak da kendimizi geliştirmek zorundalığımız noktasına geliyoruz ki ben,okumayı sevmeyen bir toplumun bireyi olma zayıflığından duyduğum hicab ile,sizin bize kazandırdığınız bu ivmeden kendi adıma gelişim olarak algılıyor ve gurur duyuyorum.Yaşadığımız zamanı ve mekanı daha iyi anlamamıza,öğrenmemize ve gelişmemize,ki bu çok önemli,her ne kadar sayıca az isek de bu yönü ile de toplumsal huzurumuza da olumlu katkı koymanız yönüyle de size takdir ve saygılarımı sunuyorum.

Mehmet Keza KUNDAKÇI 24.06.2011

Dilerim bu yürek yangını yazıyı (hangi partiye mensup olursa olsun) mazbatasını alıp Ankara yollarına düşen Antalya milletvekilleri okur. Okur da, kanayan yüreklere ses vereceklerin kim olduğunu öğreniriz.

ŞAHİN AKÇAP 24.06.2011

Her zaman olduğu gibi yine tekarar tekrar okudum yazınızı. Doğa katliamı aldı başını gidiyor.Başka taş çıkarılacak mekanlar/yerler yok mu? Ormanlar, köyler ve halkın büyük bir saygıyla bağlandığı inanç makamları da bu doğa katliamı içinde yok ediliyor. Üzülüyorum ve unanıyorum da...

Hüseyin ŞAHİN 24.06.2011

Gidenler, gerçekte sadece taşlar değildir. Bu taşlarla birlikte memleketin, tabii güzellikleri, zenginlikleri, kültürü ve hepsinden önemlisi ülkemizin istikbali gitmektedir. Dünyanın en zor işinin eğitimcilik olduğunu makalenizde siz de belirtmişsiniz. Zoru başarmanın en emin yolu sabırlı olmaktır. Bu sabır suskunluğun, nemelazımcılığın değil, gerçek bir mücadelenin anahtarı olmalıdır. Bir ülkede, insanlar sorumlu vatandaşlık görevlerini yerine getirmiyorlarsa, bunun sorumlusu kayıtsız şartsız görevlerini gereği gibi yapmayan öğretmenlerdir. Zira; öğretmenler eğitim-öğretimden başka her işle, en önemlisi de önyargılı siyasetle -maşa olarak, belirleyici değil- uğraşmaktadırlar. Halbuki öğrencilere milli tarihimizin maddi ve manevi güzellikleri anlatılmalıdır. Abdal Musa'nın prensipleri ile yaşamak için onu anlamak dileği ile güzel yazınızdan dolayı şahsınızı kutlar; saygılar sunarım. Nazif ÇATALKAYA-Elmalı/ANTALYA

Nazif ÇATALKAYA 24.06.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!