Değirmenin Bendine Taş Dönmüyor, Dönmüyor…

         “Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?... Görülecek şeydir o... Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı... Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar... Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar...

 


        Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Hâlbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır...


        Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere?... Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgârı gibi uğuldar. Taşların kâh yükselen, kâh alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır... Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar, gıcırdar, gıcırdar...”
diye başlar Sabahattin Ali insanın gönlünde fırtınalar koparan, “Değirmen” adlı ölümsüz ve acıklı aşk öyküsüne.

 

 

   Değirmenin Bendine

   Taş dönmüyor, dönmüyor…

 

  Değirmenler uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ancak hakkını verememekten korktuğum –birçok Anadolu Sevdalısı gibi benim için de- kutsal varlıklar. Ama ne yazık ki bugün bu değerli varlıklarımızın çoğunu belki yerlerinde yeller bile esmemecesine yitirdik. Değirmenli zamanlara bir yolculuk yaparak onlarla birlikte neleri kaybettiğimizi anımsatmak, kalan son değirmenler için benzeri birçok konuda kaybetmeye başladığımız toplumsal duyarlılığımızı ve birçok mucize yaratıyı gerçekleştiren ortak aklımızı yardıma çağırmak istedim.

 

 

Antalya Kent Tarihçisi Hüseyin ÇİMRİN** en ilkel tiplerinin insanoğlunun toprağa bağlandığı ve ilk tarımsal faaliyetlerinin başladığı Neolitik (Cilalıtaş) Çağ’da görüldüğünü söylüyor. İki yassı taş arasında tahıl taneciklerini ezen ve bölgemizde “el daşı” denen bu ilk el değirmeni ile un elde etmeyi başaran insan zekâsı daha sonra suyu kıt bölgelerde insan ve hayvan,  akarsu bulunan yerlerde ise su gücü ile çalışan “Gara Değirmen”leri tasarlayıp yaşama sunar.

 

Değirmen Anadolu insanı için bütün dünyadan farklı olarak bir besin türü “ekmek”ten çok öte  “nimet”in ocağıdır. Suyun hayat verdiği taşlar ile öğütülen türlü tahıldan yaşama tat veren binbir nimete dönüşen un’un yaşam bulduğu “kaburga kemiğidir”. Anadolu İnsanı bu nedenle değirmenleri yediği nimetlerden çok öte baştacı etmiş, türküsüne, öyküsüne, inancına katmıştır.

 

Ancak değirmene kendisini katması ya da el atması ancak 1924’lerden sonra olmuştur. O zamana dek Anadolu’nun bütün değirmenleri Anadolu İnsanını “una basmak günahtır” ya da “değirmende hak “Hak’ça” alınmazsa hak geçer” diye kandıran Rumların elindedir. Onlar mübadele ile gittiklerinde gürül gürül akan sulara rağmen “suyu çekilmiş değirmen gibi” kalan taşlar ihtiyaçtan “el değiştirir”.

 

Anadolu’da yakın zamana kadar en yaygın öğütme aracı olarak su değirmenleri kullanılmıştır. Değirmenler konusunda derin teknik bilgiler vermekten çok konunun yaşamımızdaki yerine eğilmeyi uygun buldum. Ancak konunun bu yönünü merak edenler kaynakçadaki internet sitesinde(***) doyurucu bilgiler bulabilirler.

 

Güzün hasat sonunda, baharın da kışlık stoklar tükendiğinde kelimenin tam anlamıyla merasimle gidilen değirmen şenliği, içinde birçok geleneksel uygulamayı, inancı ve zenginliği de barındırır. Bir anlamda yazın yorgunluğundan çıkan insanların dinlencesidir un öğütme macerası. Güzün harmanın tozuna toprağına belenmiş zahireleri subaşlarında kendilerini yıkar gibi özenle yıkarlar. Buğdaya biraz da arpa katarlar, un “özlü” ya da “bişgin” olsun diye.

 

Değirmene genellikle orta yaş ve üstü ebeveynler gider. Başka ve uzak köylerde kurulu bu değirmene yaptıkları gezi ağır buğday, mısır, arpa çuvalları bir kez yüklendikten sonra kolay hatta görece tatil gibi gelir onlara. Önceleri kendilerine yükledikleri çuvalları at arabasının çıkması ile at ve eşeklerine çektirirler. Bazen günlerce sürer bu macera. Çünkü gidiş dönüşü bir yana kendileri gibi birçok yakın köylünün toplaştığı bu vakur değirmenlerde işler pek de suyun akgınına gittiği gibi tez bitmez. Ancak “tez gitmesin, uz gitsin” dercesine sabreder kalender büyüklerimiz, analarımız zaten uyarkızıdır.

 

Oraya varınca sıraya girer, beraberlerinde getirdiklerini yayınıp beklemeye başlarlar. Bazen birkaç gece yattıktan sonra sıra gelir. Bu sırada civar köylerden gelenlerle tanışılır, koyu sohbetler edilir. Anadolu insanının toplumsal ilişkilerinin, kutsal saydığı “ahretlik” gibi sanal akrabalıklarının da vesilesi olan değirmen tanışıklıkları “merak” duygusuna da birebirdir. O sene biten mahsulden çor çocuğa kadar herşey konuşulurken başka yaşamlar dikizlenir çaktırmadan.

 

Evin büyükleri için tebdil-i mekân, alışılmış yaşamlarına bakış nispeten ferah demek olan uzun değirmen gezileri gençler için sevdalarına güneş doğduğu nefes aralarıdır. Geleneksel Anadolu yaşamında böyle zamanları gözlemleyen, bu yönünü merak eden oldu mu bilinmez, bu düşüncemi muzip bulabilirsiniz ama bence “kavuşmalar” ve kaçmalar böyle zamanlarda çoğalmış olmalıdır.

 

 

Döner kendi kendine,

Hazal Gelin arabadan inmiyor…

 

Sıra gelene kadar genellikle sulak değirmen önlerinde ateşler yakılıp mayasız ekmekler bile yapılır. Onlar yan gelip beklerken en çok yorulan, yüzü gözü, üstü başı ağaran değirmencidir. İnleyen taşlarda öğünüp un ufak olan tahıllar O’nun iki güngörmüş parmağı arasında ovularak sınanır. Kararında ise döküldüğü un teknesinden küreklerle önceleri kıldan yapılıp sonraları yerini Amerikan Bezi, şimdilerde de gübre çuvallarının aldığı büyük keselere doldurulur. “İnsan malının bittiğini bir tek değirmende istermiş” sözünü söyleten öğütme işi bittikten sonra zaman bu kez tersine işler, unu, bulguru, tarhanayı yükleyip eve dönerler.

 

Su varlığının kıt olduğu köylerde bulunan değirmenler, su gündüz sulamada kullanıldığı için, akşam saat beşten sonra çalışır, gündüz dinlence saatlerinde de temizliği ve bakımı yapılırmış. En temel bakım işlemi unun kalınlaşmaya başladığı zamanlarda taşların dişenmesidir. Dişeme taşların demir bir keski ile yongalar koparılarak keskinleştirilmesidir ki onların bir vinçle kaldırılmasından sonra mümkün olan bu işi genellikle değirmenciler kendileri yaparlar.  Kimse taşlı olur diye yeni dişenen değirmende zahire öğütmek istemez ama piyango kime vurursa kaçışı yoktur. Bakımı için yapılması zorunlu bir diğer işlem de dişeme yapılan demir keser ve çapaların demircilerce biletilmesi demek olan “yüleme”dir. Yani; “El eli, el de yüzü yur (yıkar).”

 

 

Ay Ali’dir gün Muhammed
        Okunan seksen bin ayet
        Balıklar deryaya hasret
        Çarka döner göl içinde…

 

Pir Sultan Abdal’ın Tevhid’inde dediği gibi güzel Anadolu’muzda çarka dönen su değirmenleri çoktandır suya hasret, birer virane durumundalar.

 

Anadolu’nun en değerli hazinelerinden biri olan su değirmenlerinin çoğu hayli zamandır kapılarına kilit vurulduğu için artık “değirmene girenin yüzünü ak çıkar(a)”maz olmuş. Kapılarından ayak izlerinin silindiği, örümceklerin hüküm sürdüğü değirmenlerin yorgun taşları sonsuz bir uykuya yatmış. Zamana yenik düşmemekte direnenler de bugünlerde can çekişiyor. Su ile gelen bu kültür su varlığının önemli ölçüde azalması yanında gerek hızla gelişen teknoloji nedeniyle bugüne evrilen elektrikli değirmenlerden, gerekse insanların tahammülsüzlüğünden, kadir bilmezliğinden yok oluyor.

 

Değirmen üstü yeldir

Önü taşlık bir yoldur…

 

Ben değirmenlerin çilesi ve akibeti konusunda hüzünlü, Gömbe’den Uçarsu’ya çıkan yolda kurulu Yayla Çukurbağ Köyü’nde capcanlı bir su değirmeni gördüğüm için de mutluyum. Geçen güz Halk Kültürü Araştırmasına gittiğim Yayla Çukurbağ Köyü’nde gürül gürül akan hayat sularının küçük bir kısmı ile çalışan bu su değirmenine rastladım. Bu değirmen köyün biri yıkılan, diğeri üzerine lokanta yapıldığı için çalışamayıp dekor olarak kalan üç değirmeninden hayatta olanı. Önündeki üç pınardan tadına doyulmaz suların çağladığı, yemyeşil çayırlarla çevrili bu değirmen yüksekçe bir yerde kurulmuş. Bahçedeki elektrik direğinde “piknik yeri ücüretli” yazsa da inanmayın, yok öyle bişey. Kapısında “300 Yıllık Dorum Değirmeni” yazıyor. “Deve yavrusu” demek olan Dorum’un değirmenle alakası meçhul ama ben isim babasının buraya zahire taşıyan develer olduğunu düşündüm. 

 

 

Sahibi Nevzat ÇENGELOĞLU tam bir değirmenci. Çalışmaktan ipince, umutlu yüzü her zaman gülümseyen bir derviş. Sabır, kanaat ve “hak” ehli olmak ise bütün değirmencilerle paylaştığı ortak güzellikleri. Bu köylü ve aslında çiftçi olan Nevzat Amca 1979’da belki yirmi senedir çalışmayan, evinin yakınındaki bu değirmeni çalışıp para kazanmak amacıyla satın alıp onartmış. Bu onarımdan sonra uzun bir süre tıkır tıkır işleyen Dorum Değirmeni un fabrikaları çıkalı duraksamış. Bugünlerde ortalama 5-10 kile zahire öğütülen değirmene bazen günlerce gelen olmuyormuş. Öğüttüğü unlardan bir yükte bir kile hak alıyormuş, yani 90 kiloda 9 kilo, para olarak da 20 lira. Bir yük zahire de ortalama 2.5 saatte öğütülürmüş.

 

 Bu yöredeki değirmenlerde arkdan gelen suyun çevrilip toplandığı beton havuza (seyirttiği içi) “seyidim”, suyun aktığı sac borulara “omman”, suyun çarpıp döndürdüğü demir aksama “çark”, suyun çarkı döndürmek üzere bir kuvvet oluşturacak şekilde daralıp çıktığı deliğe ise “boyra” deniyor. Bu saydığımız ünitelerle gelen su çarkı, çark da bir mille bağlı olduğu taşları döndürüyor. Taşlar da üzerinden dökülen ve miktarı makaralarla ayarlanan zahireyi öğütüyor.

 

 

Bakracın suya daldır,

Hazal Gelin arabadan inmiyor…

 

Bütün su değirmenlerinde olduğu gibi burda öğütülen “has un” yumuşak ve kepekli olduğu, kolay hazmedildiği için mide- bağırsak rahatsızlıkları ve şeker hastalığına kalkan, bu dertlerden muzdarip olanlara da ilaç gibiymiş. Bunca yararına rağmen yöremizdeki bu şifa ocağı da ne yazık ki diğer birçok benzeri gibi kapanmak üzere. Nevzat Amca’nın deyimiyle zaten “masırafını gorumayan” değirmenin maliye, esnaf kefalet, muhasebeci, bakım ve onarım masrafları çoktan beri bıçağı kemiğe dayamış. Bu nedenle kapatmak istiyor değirmenini.

 

Doğal yaşama delice sarıldığımız, “uzman”lardan gelecek bitkisel deva reçeteleri için televizyon karşısına mıhlandığımız şu günlerde en temel besinimiz ekmeğin kalitelisini tüketmek amacıyla da hayli çaba harcıyoruz. Evlerimizin olmazsa olmazı haline gelen ekmek pişirme makinalarında pişirmek için “seçkin” marketlerde satılan “tam un”lara servet ödüyoruz. Diğer yandan -Elmalı Değirmenköy ve Gilevgi köylerinde, Kumluca Dereköy’de vb. kapanan onlarcası dışında- hala çalışan, unun en tamını, içine emeği, şifayı ve hak’ı katarak üreten değirmenler, habersizlikten, umursamazlıktan veya hayırsızlıktan ıpıssız. Bir diğer neden de; köylülerin harcı borcunu ödemediği için marketten almanın daha ucuza geldiği buğdayı, “hayvan hakları” nedeniyle avı yasak olan, köylülerin “hınzır” diye andığı domuz varlığımız rekor derecede arttığı için de mısırı ekemez duruma gelmeleri.

 

Konuyu bağlamak, efsane değirmenlerimizi bir yazıya hapsetmek çok güç ama iki bölüme sığdırmaya çalışıp ilk bölümü tamamlayayım:

 

Değirmenler küçük birer evrendir, durmaksızın dönerler dönerler. Dünya denen bu hata götürmez sistemde dönmesi gereken şeyler durmuşsa acilen bir çözüm bulunmalıdır. Elimizde kalan son değirmenlerin yeniden dönmesi, çarklarının işlemesi, en azından korunması konusunda devlet ve milletçe hepimize görev düşmektedir. Bu anlamda devletimiz tarafından yapılması gereken kanımca;

 

Değirmenlerin can damarları olan su kaynaklarının geri kazanımı ile kaybolan bu değeri diriltecek altyapıyı yeniden oluşturacak çözümler üretip hayata geçirmek,

 

Su ile gelip yine onunla giden, varlığına gönenip yokluğunda zarar görecek bu yurdun insanları olarak bize düşen de; kaybettiğimiz bu ve benzeri değerlerin bilincine varıp sahip çıkarak, yaşatmaktır.

 

Şimdi mevsim güz. Elmaların toplandığı, cevizlerin çırpıldığı, karyağdı armutların, kış keleklerinin ambardaki zahirenin koynuna yerleştiği bereketli zamanlar... Gelin kendimize bir iyilik yapalım dünyanın en güzel kenti Antalya’da isek çağlayan sular cenneti Gömbe ve Çukurbağ’da Nevzat Amca’ya, değilsek yakınımızdaki bir su değirmenine gidip kışlık unumuzu öğüterek hem şifa alalım, hem de can çekişen bu benzersiz döngüye “şifa” verelim. Bizi biz yapan paha biçilmez kültürel mirasımıza sahip çıkamadığımız sürece onlarla birlikte yokolmaktan başka çaremiz yok.

 

 İkinci bölümde biri bildiğim biri de bu konuda yazılan, söylenenlere kulak kabartırken öğrendiğim ve beni çok duygulandıran iki söylenceyi paylaşmak üzere, sağlıcakla…

 

 

 Kaynakça:

 

    *  Halk Türküsü (Kırıkkale/Keskin - Selman Çoker - Hacı Taşan - Muzaffer Sarısözen)

  **  Hüseyin ÇİMRİN Değirmenlerin Öyküsü

 ***  http://www.odevarsivi.com/dosya.asp?islem=gor&dosya_no=19153)

**** blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=160514 Milliyet Blok- Su Değirmeni-

        Gelenekler.

 

Yayın Tarihi
11.10.2010
Bu makale 22033 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
SAyın Tanal: severek ve beğenerek yazılarınızı okuyorum. Bende korkuteliliyim.Aynı duygu heyecenı zamanı da yaşadık sizin bu yazınızla o günleri bir daha hatırlattınız. Doğrusu yazınız ve araştırmalarınız çok güzel , canlı ve sürekleyici sizi birkez tebrik ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum

Ramazan TATLI 18.10.2010

Derdin ağlatmaksa tebrik ederim. Keşik beklediğim Delice'den beslenen Cakoğlu Değirmeninde bir daha üğüttün beni. Ya başka işin yok mu senin kapanmış yaralarımı kaşıyıp duruyon"  Saki bu gün sarhoş olamam artık/Dertlinin içtiği doludan getir/Sakın söz söyleme üzeri örtük/Yanıma ermişten uludan getir...... duygularımın düğümü çözüldü bulutlar başımdan çekilince kalanı yazarım. Sağolasın be gurbette sılamı yaşattın. Cümle canlar razılık dilesin hakkınızda.

yusuf özcan 18.10.2010

Off offf. O değirmenden bizim de vardı. Akar su olmadığı için iki ayrı depodaki su küçük su motoru ile devir-daimli çalışırdı. taşlar önemliydi ama kayış da aynıydı anam her öğlen babama sefertası ile yemek yollardı Karnım ağrıyor diye yatardım kaçışım yoktu KAŞ 'ın SARIBELEN köyündeydi değirmenimiz.Bembeyaz un olmuş pala bıyıklı babamı nem, un kokulu değirmeni, yemek getirdim diye verdiği sarı 25 lik ödülü hatırlattığın her şey için var ol Öznurum seni her hafta takip ediyorum.Eline sağlık sevgiyle kal.

nazmiye yılmaz 17.10.2010

Değirmenleri çok güzel anlatmışsınız.Yazınızı okuyunca çocukluğumda aklımda kalan özellikle bugdayların ekinden sonra kaynatılıp kurutulması mahalle deki komşularla 3 ya da 4 kişi bir araya gelip büyük kazanlarda bugdaylar çoşkuyla kaynatılıp kurutulur.biz çocuklar ise at arabalarına binip değirmene gitme gününü beklerdik.Çünkü o gün hayatımızda yılda bir değirmeni görmek ve yapılanları izlemek neden bilmem güzel duygulardı.Geçmiş o günleri hatırlattıgınız için teşekkürler .saygılarımla

Tamer Levent Gök 14.10.2010

İNSAN ŞEHRİNİ Seyrettim cihanda insan şehrini Gerçeği yerinde gören olunca İzledim dağların akan nehrini Gerçeği yerinde bilen olunca İlmi bilenler gider hak izinde Yanlışı olmaz verdiği sözünde Dost ile zikreder kendi özünde Gerçeğe hakkını veren olunca İnsanın binasın kurmak ar,imiş Evrende yaşanan herşey var imiş Hakikat şehrini görmez kör imiş Gerçeği yanıltır vuran olunca Özgürlük insanın kendi elinde Birleşir isen emeğin yolunda Ayrılma dogrunun haklı yanında. Gerçegin yerinde duran olunca Fezalim der hacim gücün kuvvetin Tanış sınıfınla göster kıymetin Mücadele etmek esas servetin Gerçege erişen yaren olunca EVRENİN FETHİ

Fezali Haci cırık 12.10.2010

Sevgili Öznur Tanal.Özlemle beklediğimiz bir Anadolu gerçekliğine el atacak yazını zevkle okuduk. Şimdi desemki bu benim akrabam, tanışım bazıları kıskanacak ama olsun. Mersin nire-Antalya nire diye. Olsun bütün tahtacılar akrabadır. Bana adı verilen dedem Bekçi Mehmet Mut’un Çukurbağ köyünün yakınında bulunan SOLAK DEĞİRMEN’de (ilginç çarkı sola dönermiş, kutsal addedip ırgınamış, aydaş çocukları fisinnik denen yerde çimdirirlermiş) çalışmış bir süre ve fisinnikten gelen soğuk yüzünden garibim erken yaşta hayata veda etmiş. Betimlediğin gibi değirmen köylünün sabandan sonra kullandığı ilk makinelerden biridir.Su kuvveti ,ile insan aklının birleştiği ve insanın temel gıdası unu ürettiği fabrikası.Şimdilerde TAM BUĞDAY EKMEĞİ diye fırınlarda aradığımız ancak PATİSERİ denen sosyetik mekanlarda bulduğumuz anamın bazlamasını,yufkasını özlettin bana ve onu yadettim sayende.Odun ateşinde Saçın üstünde pişen insanının burnunun direğini sızlatan kokusuyla yediğimiz börekler,sıkmalar,zeytinyağlı övelemeçler nerde kaldı acaba.Şimdi benim gibi herkes kilo derdinde.Sabahleyin sığırlarını köyün sürüsüne katmak için anasından ÜÇ DÜRÜM DÖRT EKMEK (bir dürüm dört ekmekten oluşur) yani 16 bazlamayı azık isteyen Cofili goca’nın kilosunun olmadığını biliyorum.Demekki işin sırrı unda,ekmekteymiş.Un değirmenleri,sıra yüzünden didişmeleri,akranların birbirleri ile şakalaşmaları, ekmeğin kutsallığı,AVRAT ÖFKELENİNCE UN ÇUVALINA SARILIR demeleri zahiresini üğüdüp çuvallara ve sandığa dolduran köylünün yüzündeki mutluluk artık yerini kepeği alınmış ,yufkası yırtılan ve tatsız tuzsuz HAS UN üreten fabrikalara ,köşe başlarında türemiş PATİSERİLERE bırakmış durumda.Teknolojiye,yeniliğe karşı değiliz ama köylünün temel üretim ilişkilerini bozan,sağlığıyla oynayan ve her şeyi paraya bağlayan sistemin adına yenilik demek zor oluyor işte.Bir çok şey değişmeli ama işin esası bozulmadan,tadı tuzu kaybolmadan olmalı değimli.Lafı uzattık.Binlerce teşekkür anadolunun yüreğinden gelen seslerine,emeklerine.Bu yolda durmak yok.DEĞİRMENDE SEN BİLİN DERSEN KAVGA OLMAZMIŞ örneği gibi SIRA YENİ bir konudadır eminim.Bekliyoruz özlemle.Sevgiler, Saygılar

mehmet şahin 12.10.2010

Eline, yüreğine sağlık, çocukluğuma doğru bir yolculuk yaptırdın, hem de en zevklisinden.

kamile yılmaz 11.10.2010

Merhabalar ben halk bilim 3. sınıfta okuyorum, öznur ablanın araştırmalarını takip ediyorum.. bize yol gösterdiği için ( araştırma metodları ve yazı dili)yazılarınıjn devamını bekliyorum..Mete TANDOĞAÇ

mete TANDOĞAÇ 11.10.2010

Öznur TANAL'ın Antalya yöresi halk kültürü ile ilgili güzel yazılarını büyük bir zevkle okuyor, ve tarih ,çinde yolculuk ediyoruz. kendisinin yaptığı araştırmalar ve bize verdiği bilgilerden dolayı çok da teşekkür ediyoruz... yazılarının devamını büyük bir merakla bekliyoruz, eline kalemine sağlıkk...çok güzell:)

Tanju OZANOĞLU 11.10.2010

Sayın Tanal; Kalkan-İslamlar köyünde bir adet aktif halde su değirmeni vardı. Umarım duruyordur. Şimdi aktif değilse bile müze gibi kalması da iyi bir şey olur.

Yrd.Doç.Dr.İbrahim baykan 11.10.2010

DÖNE DÖNE SUSAN DEĞİRMEN. muzafferersoy@garipmusa.com Bağcuğaz çayıyla, adını aldığı değirmen çayının birleştiği yerin iki yüz metre yukarısında. Değirmen, bu yörede yaşayan köylerin geçmişlerinin tarihi anılarını anlatan tek bir yol güzergahıdır. İşte bu değirmen bu gün kendi kendine susmuş, kendini bilmez biri tarafından bir kipritle yakılarak yok edilmiştir. Uçan duvarlarıyla bir harabe halini alan değirmen kendini tarihin kucağına bırakarak hızla yok olup izlerini kayıp etmeye kahredercesine hızla yol almaktadır. Yıllarca susmadan bentlerinden gelen suyun sesine kendi sesini katarak yalçın dağların derinliklerinde, kimbilir kaç tane sarı öküzlerin çektiği kağnı gıcırtılarının seslerinin yankılarına yanık türkülerin eşlik ettiğine kimler şahit olmamıştır ki. Öğütülmek için o iki dağın derinliklerine doğru çoruşların ho, ho sesleri tahmin edilmeyen o duygular bir kipritle susturulmuştur. O köyün ve çevre köylerin buğdaylarını un eden dönerken çıkardığı hırıl, hırl sesi ile o yöreye yaşam kaynağı olan, bu değirmenin kültürel sahibi Halil Arpa çektiği çileye zahmete karşı hiç bir ayrıcalık görmediği gibi değirmene gelen su bentlerinde bir ömür tüketmiş. Değirmen Arpa ailesinin gayretiyle dönmesine ve tüm yörenin anılarını o yöreye, o köye taşımasına rağmen hiç kimseden o kültür tarihine sadakat edecek kimseyi görmemiş. Değirmenin kültür sahibi o yörede yaşayanların hiç farkında olmadığı o yöre yadigarını yerelden, evrenselliğe taşıması için hiç değilse değirmen taşlarının gün yüzünde etrafları topraklardan arındırılmış olarak gelecek kuşaklara bırakılmasını kimseye anlatamamıştır. Bu değerleri bilmeyenler o yörenin aynı karaktere sahip olan insanları değil mi. Tüm o cıvardaki köyler yaşantılarını birbirinden kıskanmış utanmadan bir tarla bir harman yeri sınırları için birbirlerine bir hakaret bir küfür ile mahkemelere düşmüşler.Hala de mahkeme kapılarını birbirlerinin yüzüne baka, baka aşındırmaktadırlar.Geçmişini unutup değerlerini ayaklar altına aldıkları gibi bu fikirlerini de genç çocuklarına ne yazık ki aşılamaktan çekinmemişlerdir. Değirmenin bir kipritle yakılıp yok edilip kül olmasından hiç kimse burada benimde geçmişlerimin tarihi var deyip hicap duymamıştır. Anılarını tarihe gömmek üzere olan söz konusu değirmen, Halil Arpanın taşları susturmasıyla tamamen vijdanların eline geçmiş. Bu gün şahit olanların hayallerinde dönüyor olması bile o vijdanlara yeterli olmamıştır. Oysa o vijdanlar Halil Arpanın değirmenini değil o iki dağın arasını ıssız komayan yaban kuşları gibi bir birine sürtünerek dönen taşlarla, kendi tarihinden ve geçmişlerinden haberdarmıdır acaba? O köyün o yörenin bu gün doğan çocukları yarın senden, sizden buradaki değirmen hakkında edebi bir kanıt isterlerse orayı yakan ve umursamayanlar onlara nasıl bir kanıt göstereceklerdir. Gözleriyle gördüğünü geleceğe aktarmak için iki satır yazı bile yazıp köyünün geçmişine dair bir tarih, notu düşmeyen, geleceğine karşı suç işleyen, bir kipritle işlediği suçla bir anıya tarihe karşı kendini toplum içinde nasıl savunacaktır. Bir şeyin başlangıç tarihini bulmak kolay değildir. İşte insanlar doğduğu yerleri tek bu yüzden terk etmediler mi. İşte bu yüzden Halil arpanın olan bu değirmen ait olduğu köyün sanırım tek tarihi anısıdır. Ben o yöreyi gezip gördüğümde değirmenin anılarının yok oluşu bir toplumun geleceğine bir darbe değil de nedir. Kültür amaneti olarak Halil Arpanın değirmeni olan ancak manevi miras olarakta o köye ve çevresine ait olan bir kültür mirasını bir kipritle yakıp yok edenin kendini bilmemesi kadar acı bir şey olamaz. Kadirşinaz olmayan, bir insan için mersiyelerle iyi olduğunu söylemek; Kültürüne sadık birileri için de hakkında kötü konuşmak kadar büyük bir suç yoktur. Sayın Öznur Tanal Anılarımza sahip çıkanlar ne mutludur. Saygılarımla

muzafferersoy 11.10.2010

Mardin kapı şen olur/ Dibi değirmen olur( Buralardan yar seven/ Ölmezse verem olıur....Sen bllirsin, deyince değirmende kavga olazmış..... Değirmen gitmiş, şıkşıkısını arıyor, derler... ''Şıkşıkı'' taşın döndüğünü gösteren dil... Beni çocukluğuma götürdün, kağnı ile, eşek sırtında çuvallarla gittiğimiz, gecelediğimiz, günlerce sıra beklediğimiz su değirmenlerine... Beni en çok ürküten de, büyük benzin bidonlarınn birbirine eklenmesinden oluşan su taşıyıcı kalın boruydu. Değirmenleri, yaşlı değirmencilerle düşlerdim. Zalim babasının vermediği köydeki yavuklumu kaçırıp o değirmene sığınmayı, bir de değirmenci dayı koru bizi, demeyi...Ve de,değürmenci dayı, değirmenci dayı öğüt buğdayı şarkısını söylemeyi... Akla ziyan uçuk düşüncelere kapıldım yazını okurken. Eline, yüreğine sağlık Cane....

Ali Haydar Nergis 11.10.2010

eski su değirmeninde çok un bulgur üğüttüm iyi bilirim eski günlerimi yaşattınız bana teşekkür ederim

halilibrahimözcan 11.10.2010

Yüreğine sağlık ... Elbette Ülkemizde ve Dünyada tarihi ve küğltürel değerlere sahip çıkmak, korumak ve kollamak gerekiyor. değerlere sahip çıkılması gerektiğini insanlar ilk akıllarının yettiği zaman ailerinden, ileriki yaşlarda çevreden, okul' a başladıklarında da okulda öğrenmeliler. malesef ülkemizdeki ne aile eğitimi nede okullarda işlenen müfredat tarihi ve kültürel bilin aşılamaya yetiyor. Ancak sen ve senin gibi insanlar bu değerlere sahip çıkıp onları tanıtmak, onları anlatarak birkesime ulaştırabiliyor, Bizler ise sizin yazdıklarına destek olup önce kendimizi sonra çocuklarımızı ve yakınlarımızı duyarlı hale getirmeliyizki bu çarpık sistemde sesimizi duyurabileleim diye düşünüyorum. Sevgi ve Saygılarımla Her şey gönlünce olsun.....

Seyfi Turan 11.10.2010

Kutluyorum, gelişen teknoloji ile insanlık tarihinde çöp tenekesine atılan bri değerden söz etmişsiniz. Yaşım ve yaşadığım koşullar gereği değimen ve değirmenciliği iyi bilirim. Bir kültürün sona ermesi on ait kavramların, öykülerin ve kurguların da birlikte yok olmasıdır. Acımasızca dönen vahşi kapitalizmin değirmeni daha nice değerleri un ufak edip uygarlık çöplüğüne atacaktır. Bu gidişle bakmakla yetineceğiz. " Hasandağı Arpalıktır , eğer karı erirse, Her derede bir değirmen eğer suyu yürürse, Her tavuktan bir yumurta, eğer höylü verirse. Bu gidiş iyi ( kötü) gidiş eğer sonu gelirse!" Dörtlüğü ile sonlandırmak istedim.

Murat Şahin 11.10.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!