Ceviz ağacından Türküler yakmak

     Siz hiç ceviz ağacından Muhlis Akarsu gördünüz mü? Ya Pir Sultan, Aşık Veysel?... Yanıtınız hayır ise, siz de şairin dediği gibi ceviz ağacının farkında olmayanlardansınız. Laf aramızda O'nu tanıyana kadar ben de öyleydim. Yani ceviz ağacındaki “sırrı” yirmi yıl önce fark eden biriyle, Veli Demir’le tanışana kadar. Gelin siz de "tanış olun" O'nunla. Tabii ceviz ağacından daha neler yapıldığını da öğrenmiş olursunuz. Haydi o zaman Toroslar'a, Kızlarsivrisi'nin eteklerine doğru varalım...


    

   Veli DEMİR - Öznur TANAL   

Antalya'nın Elmalı İlçesi'nin, Akçaeniş Köyü'nde pek kimsenin bilmediği, toprak gibi üretken, alçakgönüllü bir insan yaşar. Adeta sessizliğe bir övgüdür onun yaşamı. Bunu kanıtlarcasına sade giysisi, yılların yoksulluğu ve yaşanmışlığının izlerini taşıyan, işlediği ağaçlara sevdiğinden daha çok dokunan iki hünerli eli, genellikle işe dalıp gittiği zamanlarda uzandığı sigara dışında kusuru olmayan on sihirli parmağı, çakmak çakmak gözleriyle dünyayı her sabah yeniden yontar Veli DEMİR.
     Gözünü açtığı gün içine doğduğu, akıl baliğ olur olmaz rengine boyandığı orman işçiliğine bir ömür vermiş Veli Amca. Bu yüzden geç başladığı öğrenim hayatını, 16 yaşına ve ancak ilkokul üçüncü sınıfa kadar sürdürebilmiş. Emektar karısıyla yıllar yılı o dağ senin bu koyak benim önceleri golastar ( bir tür el bıçkısı ), balta ve ip,  sonrasındaysa “Still” ağaç motoru ile devirdiği çamların, katranların canına karşılık kazandıkları üç kuruşla kuzularına can taşımış. 
   
    

Yayık yayan kızlar

 Nice yıldan sonra bu işlerin tadı kaçıp toprağa yerleşince bir süre daha kışın ormana yazın tarlaya yollanmış. Günlerden bir gün, böyle giderse "tekerin taşa çabuk dayanacağı"na kanaat getirip bir avuç toprağını artık baba olan oğluna bırakmış ve kendini emekli etmiş. Böyle insanlar köyde ya köşesine çekilir ya da köy kahvesine ucu açık uzun bir abonelikle "ekmeğini taştan çıkarır"mış. Ama o bunu becerememiş. Sigarasının dumanıyla yalnız kendini zehirlemekle yetinip yaslanıp arkasına, kapamış gözlerini. Hani film şeridi gibi derler ya, yaşadıklarını düşünüp yaşamadıklarını düşlemiş bir bir. Sonra da yüzlerce yıldır içine doğduğu dünyanın, gündelik yaşamın tek belirleyeni olan ağaca tutunmuş. Çünkü adlarına “Ağaçeri” veya "Tahtacı" denen bir geleneğin, dahası yaşama biçiminin bir halkası O.

     Bir eline ceviz ağacından bir parça, diğerine de keskin bir çakı almış ve başlamış yontmaya. Önceden hiç görmediği, belki de yalnızca televizyonda izlediği ağaç oymacılığı onun için dünyanın merkezi oluvermiş o an ve sonrasında.  Her insanın kayıp kıtasını keşfettiği bir an vardır ya, Veli Demir’in kayıp kıtası da ceviz ağacı işte. Yontarak ve kazıyarak şekil verdiği ağaçlara duyarlılığı O'nun düş gücüne de yansımış.
     Kendi tabiriyle "vakitlerini gatlamak" için bir yol bulmuş ve bu sert ağacı insan ve hayvan suretlerine çevirmeye uğraşmış. Zor olmasına zormuş şekil vermesi, hele bir de kuruyup sırlandı mı adeta taş kesilirmiş ama bir o kadar da uzun ömürlüymüş ceviz, tıpkı onca yoksulluğa rağmen benizleri çıra gibi yanan Tahtacılar gibi. Alışılmış işlerden yani senitten, oklavadan, beşikten başka şeylermiş düşlediği. Hayatın içinde yaşayanlar, yaşatanlar. Bir süre sonra hısım gibi oldukları, evlatlarıyla bir tuttukları "malları" hayvanlar, egemen idareye boyun eğmeyip kendini doruklara vuran Türkmen kocaları, yaşamın her alanında erkeğinin yanı başında duran buğday benizli bacılar, çoğu okul yüzü görmeyen, katırların üstünde dağdan dağa taşıdıkları kavruk yüzlü çocuklar, yağız delikanlılar, elma yanaklı genç kızlar. Kısacası koca bir gelenek, binlerce yıllık kültür, onun ellerinde hayat bulmuş yeniden. Sütbeyaz "mayaları", açık tenli anaları;  ceviz ağacının açık renkli yerinden, kara yağızlarını koyu tarafından yapmış. Üstelik öyle elektrikli aletlerle değil, sadece keskin bir bıçak, eğe, törpü ama illa gözlerinin feri, elleri, parmakları ve yüreğinin gücüyle.

    

     Bir yörük çadırı

Bu yolda da "elinden emekli" olacakmış ama bu kez sabır mayasıyla çoğaltılmış sevgi hamuruna hayal gücü ile şekil verip, gerçeğin ta kendisini üreterek. 20 yıl önce böyle başlamış Veli Demir’in ağaç yontma tutkusu. Ağaçlardan vücuda gelen varlıkların söz sahibi olduğu, kendini dış dünyanın velvelesinden çekip yarattığı kavruk yüzlü, çalışkan, sanatçı insan ve hayvan figürleriyle bezenmiş, oyuncuktan, masum bir dünya. 

     Bu dünyada neler, kimler yok ki? İlk önce bir öküz ve kağnı ile başlayıp işe, koyulmuş yola. Daha sonra yenileri katılmış kervana. Atlar, develer, katırlar…

     Ehil hayvan sahipsiz olur mu? Katırın yuları sırtına kolanlarla çocuğunu yüklenmiş bir Tahtacı kadının eline geçmiş. Üstüne senidi, oklağayı (oklava), sacayağını, bıkcıyı (bıçkı), beşiği, yatakların konduğu şeridi, baltayı, tahrayı (ince dalları kesmeye yarayan metal keski), sacı, çoturayı (çam ağacından oyulmuş su kabı) velhasıl "Tahtacılığa" veya "İşlemeye" giderken götürecekleri yaşama dair her şeyi yüklemişler, başlamış çekmeye. Katırın peşi sıra da kocası düşmüş, omzunda golastarla Ana Tanrıça Kültünü kutsar, anaerkil yaşamı yad eder gibi.

 
                                                            Tahtacı Göçü

     Altına da kendi yazdığı şu şiiri eklemiş:

Hızar yoğudu ilçelerde illerde,                             Sanat zor, insanı eder hurda,
Bütün yük kollarda, dizlerde,                              Nice kişileri düşürdü derde,
İşde böyle çalışdık dağlarda, köylerde,                 Dileğim o günler dönmesin yurda,
Bunu için "Tahtacı" denmiş bizlere.                      Yitirdi Kul Veli gençliğini kimbilir nerde?

Tahtacı olur da türküsüz, samahsız kalır mı? Muhlis Akarsu sazını kapıp gelmiş, sanki onlara değil de kendine yakmış ağıdını;

Ölse kimin umurunda,           
Kimsesi yok garip, garip.
Aynı benim durumumda,
Kimsesi yok garip, garip.

     Uzun ince bir yoldan Veysel uzanmış, çağlar ötesinden Pir Sultan gürlemiş, başından da dik, kararlı kaldırmış sazını.

     Daha bir kudretle kesmeye başlamış Ağaçerleri "Tez"e çektikleri latayı.
 
Canlar coşagelip, semaha durmuş;
"Yükümüzü bir katır taşır da,
keyfimizi kırk katır taşıyamaz" dercesine.
Yayık yayan bacılar yetişmiş imdatlarına boğazı kuruyan ozanların, muhabbete pervane canların, takati kesilen göçmenlerin. 
       
     Bir gelin bulgur yarmaya başlamış el taşında,  arpa unundan aş etmek için.
 
     Onları her ne kadar oyuncağını elden bırakmayan çocuk gibi gözünden sakınıyorsa da duyup gelenlerden almak isteyen olursa ağacı bulmakta güçlük çekmediği ve yalnız tutkalına para verdiği için uğraştığı gün sayısının düşük yevmiyesi karşılığı verebiliyor Veli Amca. Onlara oyuncak ya da bebek denmesine de gönlü razı olmuyor. O'nun gözünde hepsi sanki kendi yaşadıklarını hemen yanıbaşında evam ettiren, kendi yazdığı şiir ve demeleri duyan, yürekleri aynı türkülerde titreşen birer yetişkin.

     Dedik ya 15-20 yıl olmuş bu işi yapmaya başlayalı. Yakın bir zamana kadar insancıkların minyatür giysilerini eşi dikerken "gözleri almaz" olunca o işi de kendisi yapmaya başlamış, enteresine (üçetek), etekceğine (üçeteğin üstüne giyilen beli lastikli basma etek), düğmesine, çorabına ve çarığına kadar. Saçından saç, sakal yapmış onlara. Sonra da hayatı hep bu erdemli kahramanlarının masum gözlerinde izleyip, işinde gücünde hallerinin peşine takılmış.
Bir yaştan sonra farzmış gibi gidilen kahve köşelerinde çürüyen zamana değil kendini yeniden vareden büyülü bir evrenin değirmenine su taşımış ve taşımakta. Üstelik köyünde bırakın kendisinden öğrenmeye çalışmayı, bu işi yaptığını bilen, öğrenmek isteyen pek az kişi varken. 

     Gelin bir kova su da biz dökelim değirmene de O ve O'nun gibilerin kadri yaşarken bilinsin, yaratıları elden ele, Veli DEMİR'LER gönülden gönüle çoğalsın. O'nun binlerce yıllık tarihin ve kültürün özünden damıttığı masum oyuncaklarıyla dünyayı çocuk yüreği rengine boyayalım.
                                                                                                              

 

Yayın Tarihi
31.08.2009
Bu makale 10168 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Öznur, kalemine, yüreğine sağlık daha ne diyeyim... Veli DEMİR'deki bu sanat/zanaat aşkının tüm dışa vurumlarını/üretimini- gönül güzelliğini bizimle paylaştığın ve kayda geçirdiğin için sana kucak dolusu selam yolluyorum...

Hüseyin ŞAHİN 26.05.2014

Bir yaşam; bir hayat bu kadar akıcı ve güzel bir dil ile anlatılabilirdi.Veli amcanın anatomisi ceviz ağacın hikayesi.Gerçekten çok güzel bir yazı.Ellerinize yüreğinize sağlık.

HÜSNÜ AKSU 25.05.2014

Güzel bir yazı.Emeğinize sağlık...

Yunus ÇİNÇİN 21.02.2014

çok güzel yorumlamışsınız elinize yüreginize saglık.saygılar.

hasan vural 21.02.2014

Görmesekte Anadolu insanını hep yüreğimizde taşıyoruz.

01.11.2010

Öznur Hanım, Eline, yüreğine, kalemine sağlık... Çıkıp gidemesek de o dağlara gidip görmüş gibi oldum... Bu dünyada iyiyi de belayı, kötüyü de yapan biz insanlar değil miyiz? Yaşasın güzellik... Dünya sanatla güzel... İnsan sanatla insan...

gazanfer eryüksel 27.01.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!