ANKA KUŞU, ZÜMRÜD-Ü ANKA, HUMA KUŞU, DEVLET KUŞU, SİMURG
Anadolu belleğinde kuşlarla ilgili anlatıların en önemlilerinden biri de Zümrüd-ü Anka Kuşu ile ilgili olanlarıdır. Bu bölümde birçok kaynakta neredeyse içinden çıkılmaz şekilde iç içe geçmiş söylenceleri özetlemeye çalışacağım;
Simurg veya bir diğer ismiyle Zümrüdü Anka efsanevi bir kuştur. Pers mitolojisi kaynaklı olsa da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de yer edinmiştir. Arapların Anka, İranlıların Simurg adını verdikleri kuş, Türkçede her iki şekliyle birlikte Zümrüd- ü Anka veya sadece Anka Kuşu diye adlandırılır.
Bir fili bile havaya kaldırabilecek güç ve büyüklükte, güneşle özdeşleştirilebilecek güzellikteki bu efsanevi kuş Eski Mısır ve Yunan Mitolojisindeki, Arabistan çöllerinde yaşadığı farzedilen ölümsüzlük sembolü güzel kuş Phoenix’le benzerlik gösterir. Anka Kuşunun 1700 yıllık ömrün ardından yeniden dirilmek için kendini ateşe atıp yanarak öldüğü, daha sonra da kendi küllerinden yeniden doğduğuna inanılır. Masal kahramanlarını kanatları üzerinde taşıyan Anka Kuşu’na ait öykülere Mesnevi ve Şehname’de rastlanmaktadır.
"Simurg" Türk kavimlerinin tarihi geçmişinde, kültüründe destan ve masallarında apayrı bir yere ve öneme sahiptir. Simurg’un kaynağını Kırgızların kutsal saydığı Alp Kara Kuş'a, Altayların Kerede'sine Hint mitolojisinin gövdesi, kol ve bacakları insan görünümünde, bir kartalın gagası, pençeleri ve başına sahip mitolojik varlığı "Garuda"ya kadar götürmek mümkündür. Aynı şekilde İran Mitolojisinde Gaokerena Ağacı’nın tepesinde yaşayan Saena kuşu da sonradan Senmurw, Simurg veya Sireng olarak anılmıştır. Öte yandan devlet kuşu olarak kabul edilen Hüma'nın Yakut Türklerinde Umay veya İmi şekliyle “Talih Kuşu” olarak geçtiği görülür.
Huma kuşu yükseklerden seslenir,
Yar koynunda bir çift suna beslenir.
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır,
Ben ağlim ki belki gönül uslanır…
Köktürkler de Hüma Kuşu’nun gökyüzünde yaşadığına, dilediği her yere ulaştığına, cesaretin, gücün, kudretin, egemenliğin, bahtın, devletin, bolluk - bereketin, güvenin mutluluğun ve huzurun sembolü olduğuna inandıkları için onu "ongun" olarak kullanmışlar, Kül Tigin'e ait heykel başında da bu onguna yer vermişlerdir. Hüma Kuşunun sonraki dönemlerde boyların, hanların, katunların ongunu olarak kullanılmasının, Özbekistan Cumhuriyeti'nin devlet armasında yer almasının temelinde de aynı inanış yatmaktadır.
Hüma kuşu (Farsça: هما / Homā), çoğu kez, yükseklerde dinlenmeksizin uçan, asla yere değmeyen -bazı kaynaklarda ayakları olmadığı da nakledilir- cennet kuşu olarak düşünülür. Başına konduğu kimseye mutluluk getirdiğine inanılması sebebi ile talih kuşu veya devlet kuşu olarak da isimlendirilir. Bunun kaynağı da eskiden bir hükümdar ölünce halkın bir meydanda toplandığı ve Hüma'nın başına konduğu ya da gölgesinin üzerine düştüğü kişinin hükümdar olduğuna dair halk inancıdır. Hümayun kelimesinin hükümdar, padişah anlamlarını alması ve Hüma'ya devlet kuşu denmesi Hüma’nın gölgesi ile ilgili bu inançlar sebebi iledir. Hüma'nın canlısının asla yakalanamayacağı ve onu bilerek öldüren kişinin kırk gün içinde öleceği de yaygın inançlar arasındadır.
Hüma, Oğuz boylarından Çepniler ile Oğuz Hakanının hanımına da ongun olmuştur. Orta Asya Türkleri arasında iyi cins av kuşlarına da "Kumay" denmiştir. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinde konuya dair şunları söylüyor:
"Önasya mitolojisinde Arapların "Anka" dedikleri efsanevi kuş vardır ki, biz Türkler bu kuşun Farsça ve Arapça adlarını birleştirerek Zümrüd-ü Anka deriz. Efsanelerde Kaf veya Elburz dağlarında yaşadığı söylenen bu kuşun tüyünü ele geçirenlerin en büyük sırra ve ölümsüzlüğe erecekleri iddia ediliyordu.”
Türk mitolojisinde bir eşi de Tuğrul Kuşu'dur. Tuğrul (تغرل) ise Divânu Lügati't-Türk'te togrıl ya da Dumrul olarak bilinen gündüz yırtıcı kuşları (Falconiformes) takımında yer alan atmacagiller (Accipitridae) familyasından bir kuştur. Türk mitolojisinde Zümrüdü Anka olarak da bilinen Simurg, Alp Karakuş (kartal), Akbaba veya Kerkenez ile Akdoğan anlamındaki Sungur gibi isimlerle de karşımıza çıkar. Selçuklu sanatında doğunun ve batının hükümdarı anlamındaki çift başlı kartal tasvirlerinden bazılarının boyunlarında halka olması sebebi ile Anka'ya benzetilmesi bu iki efsanevi kuşun birleştiğini düşündürmektedir. Bazı kaynaklarda İbibik (Upupa epops), Çavuşkuşu adı ile de bilinen Hüthüt veya hüdhüd (Arapça: هدهد / hudhud) diye de anılmıştır.
Mistik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak, zaman zaman da köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak resmedilmiş, bazen insan yüzü ile de resmedildiği de olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevler kaplayana kadar 1700 yıl yaşadığı, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.
İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca çok şey öğrenip tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur. Sasani Persler Simurg'un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena'da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir.
Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır, gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederlerdi. Simurg'un tüylerinin bakır renginde olduğuna, Onun iyiliksever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.Cennette yaşadığı, çok yükseklerde uçup yedi kat göğün üzerindeki felekler ve burçlar arasında dolaştığı ve hatta Tanrı’ya kadar gidip gelen bir kuş olduğu inancı nedeniyle Hüma kuşu, Osmanlı, Türk, Fars ve Urdu edebiyatında sıklıkla başvurulan motiflerden biridir. Bunlar arasında Hüma ve Hümayun mesnevileri ile kuşlar arasındaki konuşmalara dayalı alegorik eserler başı çeker. XII. yüzyılda yazılan Gazali'nin Risaletü't-tayr'ında, Ferîdüddîn-i Attâr'ın bu eserden yararlanarak yazdığı Mantık-al Tayr'da ve Ali Şîr Nevaî'nin Attar'ın eserine nazire olarak kaleme aldığı Lisânü't-Tayr'da sıklıkla geçmektedir.
Eşine olan bağlılığı, eşi ölünce yeni bir eş aramaması, yaşlandıklarında anne ve babasının yiyeceklerini temin etmesi, annesi öldüğünde uygun bir yer buluncaya kadar onu başında taşıması özellikleri bulunan hüthüt hakkında, İslami gelenekte başındaki tepeliğin anne-babasına karşı olan bu hürmetkârlığı sonucu verildiği inancı görülür. Çok uzaklardaki suyu havadan görebilme ve keşfedebilme yeteneği ile Süleyman Peygambere ve ordusuna kılavuzluk ettiğine inanılan hüthüdün ‘hüd hüd’ şeklinde ötmesi gizli şeyleri göstermek için "orada orada" demesinden ibaret olduğu da rivayet edilir. Rüyada bu kuşun görülmesi suya kavuşma, sıkıntıdan kurtulma, uzaktan haber alma, misafir gelmesi, emniyette olmak şeklinde yorumlanmıştır.
Mürg-i Süleyman adı ile de bilinen Hüthüt, Kuran'da kendisine kuşdilinin öğretildiği ifade edilen Süleyman Peygambere Saba Melikesi Belkıs hakkında haber getiren ve Süleyman'ın irşat mektubunu Belkıs'a ulaştıran kuş olarak anılmaktadır. Hadis kaynaklarına göre Hz. Süleyman’a elçilik edip su bulan hüthüt gibi Göçeğen Kuşu (sarı ve yeşil renkli ağaçkakan kuşu), karınca ve arının öldürülmesi yasaklanmıştır.
Hüdhüd gibi bînâ gerek anı arayanlar,
Vîrâneye bûm olmağıla genc bulunmaz. (Nedim)
(Hazine bulmak için hüthüt gibi görebilmek gerek,
Onu arayanlar; viranede baykuş olmakla (hazine) bulunmaz...)
Hüdhüd, Feridüddin Attar'ın Mantık-ut Tayr adlı vahdet-i vücud felsefisine dayanan tasavvuf eserinde mürşid-i kâmil’i simgeleyen rehber kuştur. Bu esere göre, kendilerine padişah arayan kuşlar içlerinde en bilge görülen Hüdhüd öncülüğünde Simurg’u bulmak için Kaf Dağı'na doğru yola çıkarlar. Yolda karşılaşılan engelleri aşabilen otuz kuş kalır ve kuşlar "otuz kuş" demek olan Simurg'un kendileri olduğunu anlarlar. Daha sonra hepsi güneşte kaybolarak fenafillâha ulaşır ve bekabillahı yaşamaya başlarlar. 29 Mayıs 2008 tarihinde İsrail'de askerler ve öğrencilerin katılımıyla yapılan oylamada, ülkenin ulusal kuşu seçilmiştir.
Firdevsi'nin destansı eseri Şahname'de (Şahların Kitabı) Simurg en tanınmış halini almıştır. Şahname'de Simurg'un Prens Zal ile olan ilişkisi yer alır. Şahname'ye göre Kral Sam'ın oğlu Zal albino olarak doğmuştur. Kral Sam albino oğlunu görünce, çocuğun şeytanların tohumu olduğunu düşünüp çocuğu bir dağa terk etmiştir. Çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg'dan hikmet almış birçok şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına girmek ister. Simurg çok üzülse de, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin vermiştir. Eğer Zal, Simurg'un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır.
Krallığına döndüğünde Zal güzel Rudaba'ya âşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir oğula hamile kalır fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Zal karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve tam Rudabah ölüme yakınken Zal Simurg'u çağırmaya karar verir. Ortaya çıkan Simurg Zal'ın bir tür sezaryan benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem'dir.
Birçok gelenek ve mitolojide değişik ad ve şekillerde yer bulan bu efsanevi kuşların ortak özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda genellikle bir yanma motifi bulunur. Örneğin, Kerkes, Herodot ve Plütark’ın değindiği Feniks’te de görüldüğü gibi, öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yakan ve kendisinden yeniden doğan bir kuştur. Anka ya da Zümrüd-ü Anka Orta doğu inancına göre, Kaf Dağı’nda yaşar. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyon olarak açıklanır. Feniks sembolizminde kuşun yanması cehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir.
Bütün kaynaklar ışığında bu türden mitolojik kuşların varlığına birçok ulus ve inançta rastlandığı görülmektedir. Tıpkı kendileri gibi bu efsanevi kuşlar hakkında ortaya atılan söylenceler de ayrışmaz bir biçimde birbirine karışmıştır. Bunlardan bir seçki yapmak zihnimizde canlandırmamıza yardımcı olabilir;
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg - Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş…
Kuşlar Simurg’ a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce bülbül güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş, papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış), kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını, balıkçıl kuşu bataklığını özlemiş… Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş” ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki Simurg; “Otuz Kuş” demekmiş. Onların her biri birer Simurg’ muş. Simurg veya Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır…
Simurg ya da bizim dilimizdeki Zümrüd-ü Anka en güzel anlatımını bence Orhan HANÇERLİOĞLU’nun Feridüddin ATTAR’ın Mantık-at Tayr (Kuşdili) adlı eserini yorumladığı Düşünce Tarihi adlı kitabında bulur;
Kuşlar kendilerine bir kral seçmek isterler. Krallığa da Kafdağı’nın ardında yaşayan Simurg’u (Anka Kuşu) uygun bulup hep birlikte yola koyulurlar. Kafdağı’na ulaşmak kolay bir iş değildir. Yolda kuşların yarısı ölür. Amaçlarına ulaşabilmeleri için daha aylarca uçmaları gerekmektedir. Yedi ay içinde bir o kadar daha kuş ölür. Sonunda milyonlarca kuştan sadece otuz kuş kalmıştır. Otuz kuş bitkin halde Kafdağı’na varınca ulaştıkları Simurg kendilerinden başka bir şey değildir. (Simurg Farsça “otuz kuş” demektir.)
Hikâyeden çıkan tasavvufun gerçeği şudur;
Gerçeği arayan sonunda kendisini bulur…
Sözü sevgili babamdan öğrendiğim bir söylence ile bağlayayım;
Cümle mahlûkatın, özellikle kuşların dilini bilen Hz. Süleyman bir toplantıda bir gün Mağrık Padişahı’nın (?) oğlu ile Maşrık Padişahı’nın kızının olacağını ve vakti-zamanı geldiğinde evleneceklerini söyledi. Bunu duyan Zümrüd-ü Anka Kuşu gözlerini esrarengiz şekilde kısıp içinden konuşarak nedense;
“-Ben de Zümrüd-ü Anka’ysam bu işe taş koyacağım!” dedi. Gün geldi, devran döndü, çocuklar doğdu. Doğdu doğmasına ya ikisi de gökten geliveren, cırnağı büyük bir evren (alıcı kuş) tarafından kapıp kaçırıldılar. Oğlanı bir tahta üstünde ırmağa bırakan koca Zümrüd-ü Anka kızı da bir ulu yarın başında ulu ağaçların altına götürdü. Küçük kız yarın başında kalırken babası(!) avlanmak için gidip gelir, yavruyu kuş sütü ile beslerdi. O’nu baba belleyen kız günden güne büyüdü, serpildi, güzelleşti. Baba kuşun ava bir gün aşağılardan akan suda, ayva sarısı bir oğlan gördü, O da güzel mi güzel kızı… Aşkın ilahi dili olunca söze ne hacet, gönül gözü ile sözleşip işaretle anlaşmaya başladılar. Kız Ona;
“Yukarı gel!” diye işmar ederken gelen alıcı kuşu görüp kayanın kovuğuna gidiverdi. Kız gelen babasına;
“Baba ben burda çok üşüyorum, bana bir yuva yapsan!” dedi. Baba da avlayıp yediği dev bir filin iskeletini getirip kondurdu yarın başına. Bütün bunlar olup biterken oğlan kızın suya attığı taşa hayli zaman dek bekledi, bekledi. Babanın yine ava çıktığı bu ara oğlan yukarı tırmandı ve kızın gösterdiği iskeletin en kuytu yerine gizlendi. Orada kurdukları gizli dünyada güzel anları bölüştüler. Gel zaman git zaman Zümrüd-ü Anka’ya bir haber ve davet geldi;
“Mağrık Padişahı’nın (?) oğlu ile Maşrık Padişahı’nın kızı evleniyor, cümle mahlûkat davetlidir!” Bunun üzerine kız babasına; “Baba, doğduğum günden beri buradan başka yer, senden başka mahlûkat görmedim, no’lur beni de düğüne götür!” diye yalvardı. Zümrüd-ü Anka kıza hak verdi, lakin “Seni nasıl götüreyim?” diye de kara kara düşündü. “E baba, benim yuvam, senin de dev pençelerin var ya, iskelete tak, beni evimle bir götür!” Yine haklıydı, düğünden bir gün evvel kızının mabedini tırnağına takıp yola çıktı. Düğün yerine varsa ki ortada ne kız ne de oğlan var, yadırgadı;
“Bu nasıl düğün! dedi. Gelini yok, damadı yok!”
“Eee sen getirdin ya!” dediler. Bu hikâyenin sonunda gökten üç elma değil üç kıssa düştü. Birinde; Hz. Süleyman ;“Allahın işine karışıp boy ölçüşmem!”, diğerinde; “Takdirde yazılan hiçbir tedbirle bozulmaz!” dedi. Ama en önemlisi;
“Sevgi hiçbir engel tanımaz, sevenlerin karşısında Zümrüd-ü Anka olsan kâr etmez” idi.