Bende bir kavak ürperir,
Nerde olsam sesi gelir.
Muhacirliğimden beri,
Her ağaç gibi kavak da,
Ömrünce durur ayakta,
Gözler durur bir şeyleri
Hey gidi kavak, hey gidi…*
Mevsim güzdü. Gündüz ovayı kavuran sıcak, geceleri dağ eteklerine yapılmış tek tük görgüsüz betonarme evleri ısıtmaya yetmiyor, güzelim çamur sıva ocaklıkları küçümseyip kondurulan asortik taştan “şömine”lerde kırık tahtalar, çıkıntı elma sandıkları yakılıyordu.
İnsanoğlu’nun Anadolu’nun bütün dağları gibi Akdağlar’a, Çığlıkara’ya yani tanrıların mekânlarına açtığı savaş henüz fısıltı halinde dolaşıyordu. Yükseğinde ulularımızı düşlediğimiz, sevdalarımızın sıcağında kışladığımız, kerestesini sabırla işlediğimiz yüce dağların başı, alıcı, ardıcı, taşı kadim sahiplerinden habersiz bölüşüleli daha dün bir bugün ikiydi...
Kaş’a bağlı Yayla Çukurbağ Köyü’ne halk kültürü araştırmasına gittiğimde Ramazan ayıydı. Gündüzleri oruç tutan köy halkı geceleri hatırı sayılır sayıda misafir davet ettikleri sofralarda rızıklarını paylaşıyorlardı. Köye vardığım ilk gün Münevver ve Mehmet ATALAY akşam evlerinde yapacakları şölen için binbir emek ve kocaman yürekleriyle helal lokmalarını hazırlarken evlerine konuk olduğum köy muhtarı İrfan AKAY beni köyün sıra dışı insanlarından semer ustası “Bayram Amca”ya götürdü.
Mevlâ'm çün yarattı Ahmed’i nurdan,
İnsan olan gelir nura çevrilir.
Böyle kurulmuştur bu çarh-ı devran,
Mansur olan gelir dâra çevrilir.
İlk dikkatimi çeken edeple kaçırdığı, insan olanın gelip nuruna çevrileceği, babamın gözleri gibi bilge, meneviş gözleriydi. Bir de yaptığı işin üstünü anaç kuş misali esirgeyen, yirmi yıl kadar önce geçirdiği kazada kırıldıktan sonra V şeklinde kalmış sağ orta parmağı. İçindeki gostak adam öyle büyüleyiciydi ki ne giydiğini anımsamıyorum. Geliş nedenimi anlatıp sorularıma başladığımda kısa, net yanıtlar verip disiplinle işine devam etti.
Gençliğinde çiftçilikten yapı ustalığına, avcılıktan beşik ve tüfek kundağına kadar herşeyi yapmış bu nitelikli insan şimdilerde semer ve deve havudu yapıyor, çeyiz hazırlayan genç kızları kıskandıran desen ve renkli iplerle deve çulları işliyordu.
Bayram UYSAL 86 yaşında ama eğri büğrü de olsa kullandığı hünerli parmakları, ıldır ıldır gözleriyle, üretme tutkusuyla gepgenç bir yaşam ustası. Küçük yaşta devecilik ve deve güreşleri ile uğraşan bir babanın yanında başlamış yaşama. İçine doğduğu deve kültürü ile yoğrulmuş, onlarla büyümüş, gocamış demeye dilim varmıyor ama bu yaşına rağmen hala vazgeçmemiş. Ahırında kışın üşümesin diye üstüne battaniyelerle perçinlenmiş işlemeli kara çullar örttüğü, içinin yangınını kendi elleri ile kesip getirdiği dikenlerle farıttığı, çocuk gibi sevdiği bir devesi var ve hala hem devesini yarıştırmak hem de güreşleri izlemek için Aydın’a kadar gidiyor. Bu tutkusunu;
“Ben ölesiye gaybetmem. Çok temiz mal, meymanatlı mal, zapdederim ölesiye. Ben öldükden sonra gayıbeden etsin” diye dile getiriyor.
Bilmek ve aşkla yapmakla övündüğü birçok zanaattan semer ve deve havudu yapımını kimden öğrendiği soruma ısrarla “kavadan” (kendi kendime) diye yanıt veriyor ama 15 yaşında iken, yani 71 yıl önce Demre’den gelen bir ustadan kopya çektiğini de gizlemiyor.
Hayvanın ölçüsü alınarak yapılıyor semer ki küçük olursa sığmaz, büyük olursa hayvanın boynuna geçer, arkasını yaralar diye. Hayvanın durumuna göre genişliği, arkası ve boyun kısmı 50 - 70 santim arası değişebilen ölçülerde yapılıyor.
Semerin hatabını (hayvanın sırtına geçen iskelet bölümü) semer ağacı, çıtlık, ceviz, pıynar, kavak, söğüt gibi ağaçlardan kestiği bumerang gibi parçaları keserle ve matematiksel hesaplarla işleyip birbirine geçirerek kuruyor. Bu binayı kamış ile doldurup sahtiyan veya çadır bezi ile kapladıktan sonra “gınnap” denen iplerle oyulgadığı (birleştirdiği) keçe ve boncuklarla donatıyor. Semerin eşekte sağlam durması, bir tarafa kaymaması için de ön tarafına “paldım” ya da “kuskun”, beline de “bel kolanı” geçiriyor. Ağacın dışarda kalan kısımlarını da yarılmasın diye yağlı boya ile boyuyor.
Gözler şose boylarını,
Sarı sıcak yaz gününde,
Anadolu köylerini,
Hey gidi kavak, hey gidi…
Bu sanatı öğrenmek ve yaşatmak için ömrünü veren, hâlâ da inanılmaz bir güçle çabalayan bu çalışkan bilge de bildiklerini öğrenmeye kimsenin talip olmadığından kırgın. Malzemelerini getirmek, bitirdiği eserleri teslim etmek için Tire, Elmalı, Aydın, Burdur ve Isparta’ya kadar giden bu emektar insandan bir hüner öğrenmeye gelen tek bir kişi bile yok. “Bu sanata bakan yok hindi, otellerde çalışıyollar. Genç bile yok bollarda. Paraya bakıyor herkes, paraya. Bununla uğraşır mı adam?” diyor.
Hayli zor bir iş olan eşek semerini sıkı bir çalışma ile iki günde bitiren Bayram Amca 150-200 lira arasında satıyor. İç uzunluğu 2 karış olan semerin altı katı büyüklüğünde yani 12 karış uzunluktaki, malzemesini genellikle Demre’li deve güreşi meraklılarının getirdiği deve havudunu ise yevmiye usulü çalışarak yapıyor ama tabi iş olursa.
Şahit ayıplarımıza,
Şahit kayıplarımıza.
Umudumuzun şahidi,
Hey gidi kavak, hey gidi…
“Yapıyoz, her zenaat var da değerlendirmiyoz. Değerlendirecek bi yeri yok yani. Eveli ben borda 15-20 semer yapardım senelik. Hindi hayvan yok. Hayvan yok hindi. Şu dağın Yörükleri, Fetiye’nin bütün bora gelirdi, hep burda yapardık.”
Geçen sene gittiğimde Ramazan’dı ve oruçluydu Bayram Amca. Bu kemal yaşına rağmen çok dinçti. Ancak geçen sene zona oldu. Ağrısının şiddetini anacığımdan bilen ben O’ndan çok üzüldüm, çareler aradım ama O çok vakurdu ve nihayet bu sene atlattığını gururla müjdeledi. Sağlığının sırrını gençliğinde yaptığı avcılığa bağlıyor. Neden avcılık yaptığını soruyorum;
“Gezmek üçün. Çok faydası var gezmenin. Benim yaşda adamlar yatağından kalkameyo.” diyor. Neler avladığını sorunca;
“Garatavık, maratavık vurulurdu evelden, diyor. Hindi yok, nesli kesildi deyona sene. Hindi donuz çok donuz.”
Zamanında geyik de avladığını öğrendiğimde Kendisine geyik, keklik ve güvercinin söylediği rivayet edilen;
“Etimi yiyen doymasın, arkama düşen onmasın” sözünü anımsatarak bu inancın kendilerinde de var olup olmadığını soruyorum. 30-40 yaşlarındayken şahit oldukları ibretlik bir olaydan sonra avcılığı nasıl aniden bıraktığını şöyle anlatıyor;
“2-3 tane varıdı borda, böle titirti dutdu keyik avlanları. Borda itiyar bi adam varıdı, borda oturudu börümde, yatamda benim, bora yaylalamaya gelirdi seyilden. Her gün 2-3 dene vurardı. Gederdi bu dağa. Hiş gedip de boş geldiğini bilmeyom. U da titirti buldu böle, çanakdan işdi çayı. Bardala kaldırmasına imkân yok, böle dökülüyodu. Öle olunca dindim ben de. Hindi önümde dakılı olsa vurmam. Böyle çok dinen oldu.”
Âdemoğlu bir acayip nesnedir,
Muhabbetle tatlı dile çevrilir.
Bunun dışında köylerde anlatılan batıl inançlara hiç pabuç bırakmayan son derece radikal bir insan Bayram Amca. Araştırmadan sonra fırsat buldukça yine gittim yanına ve artık kızıyım O’nun. Bana minyatür bir semer yapmış, evimde her gün bakıp O’nu anıyorum.
Kavaklarını övmekten,
Kuru kuru yas etmekten,
Ne çıkar ki memleketin,
Hey gidi kavak, hey gidi…
Bu kadar az konuşan bir insanın ağzından alabildiklerim bunlar ama yüreğinden duyduklarım tarife sığmaz. Torosların sağlam sesi, meşe, gürgen, çam kokusu, babayiğitlerin hası, hey gidi güzel gözlü Bayram Amca’m, mangal yüreğinden kırık parmağına dökülen hünerler “mış” olmadan senin gibi binlerce emektarın kemikleri üzerine amaçsız bilinçsizce oradan oraya savrulan biz Anadolu insanlarına uyanış dile, bilinç öğütle, çalışkanlık aşısı düşün.
Kara toprağa eğilip,
Alnımın terini silip,
Bir tek kavak dikemedim,
Hey gidi kavak, hey gidi…
Bayram UYSAL dallarında binlerce rüzgârın ıslık çaldığı, Anadolu’nun nerdeyse bir asırlık sırlarını fısıldadığı bir ulu kavaktır ve bütün ağaçlar ayakta ölür. Şahsında Bayram UYSAL’lara sevgi ve minnetle…
* Hey gidi kavak; Nazım Hikmet RAN