Şehir Gezgini

       Doğruydu evet;yeşilin gölgesi azaldıkça,sıcağı artmış,sokaklardan şırıltılı akan arkların sesi çoktan susmuştu. Ben de yaşayan bir şahidiydim tüm bunların. Ama en çok; üzerinde taşıdığı derin,umutsuz hikayelerin artışının yorgunuydu bu kent. Daha sakin, daha dingin; azalmış olsa da kuş ve çocuk cıvıltılarının umutlu şarkılarını harmanlayan gölgeli, dar, eski sokakları seçmem bu yüzdendi.

          

      Kentimin merkezine, kalbinin tam girişi denilebilecek Kalekapısı’naydı seyrim…

 

       Oradaydı işte; "yapacak şeylerimiz var daha elbet" der gibi, dimdik ve inançlı izliyordu meydanın nabzını saat kulesi. Binyıllardır zamanın imbiğinden ölçüp geçirdiklerinin şahitliğine rağmen yılmamış görkemli duruşundan cesaretlenip, söyleşmeye giriştim onunla.

 

       "Eyy.. koca, zaman ve tarih bilgesi; dile gel de anlat bize, senden de öncesinden beri anlatıla, söylene sende birikenleri. Anlat; Yivli Minareden, Hadrianus girişinden ve daha kimbilir nerelerden işitip şahit olduklarını. Derin susmalardasın sen de... susup sadece izlemede... ve kimbilir..!  belki de meydanda olan biten her bir şeyi kaydetmektesin,sessizce... Bağışla ama bir sorum var ... acaba; sende her geçen gün, çevrende gittikçe kalabalıklaşarak gezinen  adımlarımız kadar yalnız mısın... ve kendine uzaklaşmakta mısın sığ söyleşmeler, aktarılamayan düşüncelerimiz kadar… neler anlatır, neler  söyler sana?!.. Binyıllardır karşında yükselen Yivli Minare bizlere dair?  Ya, nabzını sizin tuttuğunuz bu kentte on yıllardır yaşayıp ta,  bir kez girişinden geçmemiş insanlara ne duyar, ne düşünür Hadriyanus'un kapısı...? Ya Kaleiçi, Kesik Minare  ve Yatlimanı, Tekeli camii ve diğerleri... Tam bu kentin kalbinde nabzı atan, zaman şahitleri ne der!... Ne düşünürler? Kaldırımlarınızı eskitip geçen, yığınlar içinde gezindirdiğimiz şu ruh yalnızlıklarımıza..."

 

       Bir kentte yaşayıp ta, kalbinin nabzını tutamayanın, "kendi olma", "bütün olma" şansı olabilir mi?!.. Dile gelip söyleyin kalemimden; ey...  zamanı taş gövdelerinin imbiklerinde biriktirmiş, onurlu anıtları kentimin...

 

       Sahi, insan yalnız "kendi"olabilir mi?..

 

       Artık ve  bunca biz olmuşluktan sonra...

 

       Yalnızlaşabilir miyiz?..

 

      Anlatın bize; suskun geçmişimizin bilge zaman şahitleri..

 

     ...ve sahi; ötekinin sureti neden bu kadar gölgeli, hem de bu güneşin kentinde...

     ...ve de, neden?                             

 

     Nedir  aradığımız ya da bulduğumuz?!...                                                                                                                                  

     Hipermarketler, vitrin camı, iş koşuşturmacası, eğlenceler ve kaldırımları eskitip geçerken çoğalttığımız, öteki kendilerimizde... nedir bu  yalnız ve karanlık ruhlarımızla, birbirimizi seyirleri sevişimiz.

 

    Siz anlatın;

    İnsan bu kadar yalnızlaşabilir mi kendinden...

    Soluduğu hava, üstünde durduğu Dünya-coğrafya, Ülkesi, Şehri ve belki evini paylaştığı diğer her şey(!)den ... insan artık nereye kadar yalnızlaşabilir?

 

    Beyni buna şartlanıp, öğrenebilse de... kalbi ne kadar izin verir, ne kadar dayanabilir?!...

 

    Kendini saran 'bedeni' kalp, bedenini saran havayı paylaştığı diğer(!)lerinden  yalnızlaştıramayacağının sezgisel korkusuyla 'sevgiyi' geliştirmedi mi...? Aynı sezgi değil mi, sevginin ancak diğerinin kalbine ulaşmak, onu anlamakla oluşacağının bilgisini bize veren.

 

     ...Ve, bu sebep değil midir bize soluk olan havayı, o havanın barındırdığı her bir şeyi; öteki "ben"leri, böceği, çiçeği sevme kalbine ulaşma çabalarımızın asıl isteği.

 

       Ya, içinde 'kendimizi' biriktirdiklerimiz?!!.. Tarihimiz,kültürümüz, onbinlerce yıllarımızın ortak birikimlerini koruyup; devamı için varettiğimiz Ülkemizi, şehirlerimizi sevme gerekliliğimiz...

        Yaşadığımız kentin kalbine ulaşma ve onunla bütün olma bilgisinden, sezgisinden yoksunluk  yalnızlaşması ... nasıl bir 'varoluş' halidir...bizi nereye vardırır...

        Kalabalıklaştıkça, anlamaktan uzaklaşıp anlamlandıramadığımız içimizdeki yabancıyı bulma çabalarımız, görmekten bıkmayışımız birbirinin tekrarı suretlerimizi nerede işimize yarar..

 

      Eski kent kurucular; kalbin, bu sezgilerinin bilinciyle olmalı,kent merkezlerine kurdukları meydanlarda; halkı kentin nabzıyla bütün,bir tutabilmek ve oralı olma,ait olma duygularını canlı tutabilmek için yol-yöntemler düşünmüşler

 

        O; ince sezgili kent kurucular-yetkili sorumluların sezgili çabalarından bize kalan, birikimin şahitleri...!  bize imbiğinizden damıtılmış ışığın bilgisini sunun…

       Biz ;ne  zaman,neden kaçırdık , ince duyuşların içimizdeki" izi" ni kendimize neden hak gördük bu cezayı

       Ya yetkili yetişkinlerimiz?!! kurulmuş güzelim eski meydanları korumaya, neden bu denli  duyarsızlaştı

        Neden bilemediler, kentinin merkeziyle buluşamayan ,kalbinin nabzını yakalayamayanın , kendine bile uzak bir meczup, gölge bir suret olacağını...

 

        Sokaklarında hangi düşüncelerin gezindiğini,neler yaşandığını bilmekten uzak kaldığımız kentin aciz  ve yalnız düşkünleri olmayı kim ,neden  reva gördü...

 

        Neden bunca kalabalık içinde korkulu birer yalnızlık oluşumuz....

        Ana karnında ceninken bile bunca zavallı değildik...

        İz bulduk,yol bildik, kalbimizi izledik...yaşama doğmayı becerdik 

 

        Ama artık, kendi  benliğine ulaşmada rehberlik edecek ana-babasız çocuklar kadar,

        Hatta;"biz"liğin bilgisini ,sezgisini öğretecek,gösterecek öndersiz  bir gençlik olmakla cezalanmış "yalnız gölge suretler" yığınından bir yalnızız...

 

       "Birileri içimi sırra erdirip;doğa ananın kendi kalbimle bütün olmamda rehberlik ettiği  gibi ve kadar".... demiyorum ama...

      Birileri elimden tutup bütünün içindeki benliğimi ararken "bak çocuğum....."burası da içinde yaşadığımız kentin kalbi...diyerek  buluşturmalıydı sizlerle beni.....

     Ve hatta ...o birilerinin içinden seçilmiş, diğer birileri!...  kente ilk kez ve ziyaret için gelenleri bile, merkezi görmeden ,gitmek isteyeceği  diğer bir yere ulaştırmamayı düşünebilmeliydi.

    Sen de; "olmaz  bu iş" deme sevgili saat kulesi...

    "İyice daraldı meydan..artık  güzelim faytonlara bile yer kalmadığı  tartışılıyor , hatta atların nal tıkırtısı da özlenilen geçmişe karıştı..biz alıştık...biliyoruz olacakları"-mı diyorsun?

     Yani şimdi biz; otogardan veya havaalanından geleceklere,  kalekapısından kaleiçi ve limanı göstermeden, kendi asıl yönüne gitmesine geçiş vermeyen bir yöntem bulamaz mıyız?

      Zor mu?

      Raylı sistem teknolojisini yakalamanın coşkusundayız ama!.. 

     Bense;  "bizi" koruyamayan teknolojiye, teknoloji demek istemiyorum

     Kalekapısı’nı, fayton dışında tüm  araçlara  kapatabilip, kente giren her insana, kilit bir merkez olarak ilk kez orayı tanıtabilecek  güç ve sezgide olan teknolojiler düşlemeyi seviyorum...

     sen ne dersin?

     ...ve ne der diğerleri!...

    Bir dinle, sor bakalım benim için...

Yayın Tarihi
13.10.2008
Bu makale 6686 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!