Geçen ay Ötüken yayınları arasında çıkan Münim Mustafa’nın “Kanlı Süngüler-Kafkas Cephesi Hatıratı” isimli kitabını duygulanarak okudum.1912 ‘de Balkan Savaşı yahut “faciasıyla” başlayan, 9 Eylül 1922’de emperyalistlerin taşeronu Yunan askerlerinin denize dökülmesiyle zaferle sonuçlanan ve on yıl kesintisiz devam eden Milli Mücadelemizle ilgili bu savaş döneminin etraflı şekilde anlatıldığı çok sayıda eser yayınlandı, hatırat anlatıldı. Ancak Münim Mustafa’nın 1916 yılının Şubat ayında başlayıp aynı yılın Ağustos ayında bitirilen hatıratının diğerlerinden farklı bir özelliği var. 136 sayfalık kitap, yedi aylık görev süresince bu cephedeki muharebeyi 24 saat boyunca her yönüyle bizzat içerisinde yaşayan bir askerin gününü gününe tuttuğu notları içeriyor. Bu yönüyle hatıratın ötesinde dönemin ekonomik, toplumsal, askeri şartlarının, insanların (sivil ve asker) psikolojilerinin bütün çıplaklığıyla yansıtıldığı tam bir belgesel niteliği kazanıyor. Hatıraları askeri tarih alanında uzman olan Ahmet Yurttakal’ın, ciddi bir arşiv çalışması yaparak kitap olarak yayına hazırlamış olması eserin bu niteliği kazanmasını kolaylaştırıyor.
Münim Mustafa Darülfünun öğrencisi, hukuk tahsili yapmak istiyor. 1914’de seferberlik ilan edilince yaşıtlarıyla birlikte yedek subay (ihtiyat zabit) olarak silah altına alınıyor. Eğitim döneminin ardından tayin edildiği 10.Tümen 30. Alay’la Filistin-Sina Cephesi’nde savaşa katılıyor. Çanakkale’de kara savaşları yoğunlaşınca Tümen takviye maksadıyla Temmuz ayında buraya intikal ediyor. Tümen emir zabiti ve tabur komutanı yaveri gibi sıfatlarıyla muharebelere içerisinden şahit olan Münim Mustafa, bu cephelerde yaşadıklarını hatıratının ilk cildi olarak daha önce yayımlamıştı. Ötüken‘in artık piyasada mevcudu tükenmiş olan birinci cildini yeniden basması yakın geçmişimiz açısından yararlı bir hizmet olacaktır.
Çanakkale’de görevini tamamlayan 10. Tümen 1916 yılına girilirken bu defa Kafkas Cephesi’ne, Erzurum’daki 3. Ordu emrine gönderilir. M. Mustafa alayın irtibat zabitidir. Son derece elverişsiz ağır kış şartlarında yapılmak istenen Sarıkamış taarruzu felaketle sonuçlanmış, görevlendirilen tümenlerin asker mevcudunun yarısından fazlası donarak şehid olmuştur, kurtulabilenler savaşacak durumda değildir. Cephenin acilen takviyesi gerekmektedir.
Ulukışla'ya kadar trenle gelmek zor olmamıştır. Verilen yürüyüş programında Tümen’in karayoluyla 43 günde Erzurum’a intikal etmesi istenmektedir. Tipi halinde yağmakta olan kar ve dondurucu soğukta çoğu yerde yol bile olmadığından dağ bayır yürüyerek bu planı uygulamak son derece zor olmuştur. Aynı yöne doğru askeri teçhizat taşımakta olan kağnıları yöneten köylü kadınlar bakacak kimseleri de olmadığından yanlarına çocuklarını da almışlardır. Çocuklar “soğuktan bir et yığını haline gelmiş, arabanın üzerinde sessiz sedasız oturuyor... yün tozluklara sarılmış çizme içindeki ayaklarımız üşür ve donarken nakliye kollarını süren kadın erkek ve çocukların kar üzerinde ve çarık içindeki ayaklarının nasıl donmadığına hayret ediyorduk .”
Çok çetin şartlarda haftalarca süren meşakkatli yolculuk sırasında geçtikleri köy ve kasabalarda çalışma çağındaki erkekler askere alındığından sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardır; her yerde hazin bir yoksulluk, sefalet hüküm sürmektedir; rastladıkları insanların gözlerinde çaresizlik ve umutsuzluk okunmaktadır. Ama bu tablonun çok daha vahimini yolun Sivas’tan sonraki bölümlerinde göreceklerdir:
“Aman ya Rabbi o ne hal, ne felaket ne sefaletti. Çoluk çocuk, ihtiyar, kadın ve erkekten mürekkep yüzleri sararmış, vücutları incelmiş hasta yaralı insanlar kar kış kıyamette şu şose üzerine dökülerek Sivas’a gidiyorlar. İstilaya uğrayan şehirler, köyler halkından kaçabilen büyük bir kitle açlık ve hastalıktan iskeletleri çıkan ve yalnız teneffüs edebilecek kadar takati kalan insanlar hayvanlarını kurtarabilmek için iki tarafa sendeleyerek yürüyorlar .. cansız iki öküzün çektiği köhne kağnı arabası, içinde bir kat yorgan ile kirli bir yatak ve testi var. Elleri morarmış çocuklarını kolundan tutup sürükleyenler, inleyenler, ağlayanlar feryat edenler… Çıplak ayakla karda yürüyenlerden el ve ayağı donan, tırnakları dökülen insanlar o kadar çoktu ki…. Bunlar bize bağırıyorlardı: “aman ileriye çabuk gidin, çoluk çocuğumuzu ezdirmeyin, yoldaki yaralıları hastaları kurtarın.”
30.Alay Mart ayının ilk haftasında nihayet bin bir zorlukla Kop dağlarına ulaşır, Çoruh Bayburt cephesindeki görev yerine yerleşir. M. Mustafa bundan sonraki sayfalarda her geçen gün yoğunlaşan Rus saldırılarına karşı askerlerimizin her türlü olumsuz şartlara rağmen canlarını ortaya koyarak nasıl kahramanca karşı koyduğunu anlatıyor. Ruslar asker sayısı ve silah olarak üstündür, geriden rahatlıkla takviye almaktadır. Bizim ise cepheye gönderilen asker sayımız sınırlıdır. Sarıkamış felaketinin ordumuzda yol açtığı boşluk bütün çabalara rağmen doldurulamamıştır. Bazen ekmek ve zeytin bile ulaştırılamadığından zaten yorgunluktan takatsiz düşen askerimiz günlerce aç kalmaktadır.
M. Mustafa 1916 ‘nın Temmuz atında defterine şunları yazıyor : “Yine günümüz harple geçti … Tümenin bütün kuvvetleri toplanmıştı. Kelkit ovasında cephede açılan boşluğu kapatmak için düşman üzerine bir taarruz hareketi yapılacaktır, alaya tümenin pişdarı görevi verilmişti. Güneş batarken istenilen noktaya gelmiştik fakat düşmana rastlamamıştık. Birden karşıdaki tepeden bize doğru gelmekte olan küçük bir hayvan kafilesi gördük. Bunlar mutlaka bize ekmek getiren iaşe hayvanlardır diye sevindik. Biraz doyabilirsek açlığımızı takatsizliğimizi düşünmeden harp edebilir, huzuru kalple son nefesimizi verebilirdik. Günlerdir harp eden askere mekkareler ekmek ve zeytin getiriyor diye düşünen asker orasını bayram yerine çevirmişti. Ama hayvanlar geldikten sonra anlaşıldı ki ekmeğin miktarı ancak herkese birkaç lokma düşebilecek kadar az, üstelik o kadar saman, taş parçaları karışarak beraber pişmiş ki ağzımızda çiğnemeye başladığımız vakit büyücek taş kırıntılarının dişler arasında çatırtılarla ezildiğini işitebiliyorsunuz. Ekmek diyemeyeceğimiz bu karışım kimsenin açlığını giderememişti. Yalnız herkes bol bol geviş getiriyordu.
Bir yandan Rus askerleriyle yapılmakta olan savaş ve işgaller diğer yandan sivil ve asker herkesi tehdit eden tifüs ve uyuz salgını, özellikle Suriye tarafında yaygın olan kolera hem ordumuzu hem de halkımızı sadece Doğu’da değil yurdun her yerinde yorgun düşürmüştü. Bolşevikler iktidara gelince işgal ettikleri yerlerden çekildilerse de bu defa bu bölgelerde Ermeni ve Pontus’çular eyleme başladılar. Mondros Mütarekesi’nin ardından İngiltere, Fransa ve İtalya ile taşeronları Yunanlılar İstanbul, İzmir, Trakya ve Güney vilayetlerimizi işgale koyuldular. Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’ da Samsun’a çıktığı günlerde Türklüğün geleceği her bakımdan ümitsiz ve karanlık görünüyordu. Milli Mücadele’nin hangi şartlarda yapıldığı, yurt sathında çöreklenen karanlık bulutların nasıl dağıtıldığı ayrı bir yazı konusu.
Bu yazıda Münim Mustafa’nın savaşın içerisinden usta bir fotoğraf sanatçısı gibi tespit ettiği gerçekleri yansıtan bu eseri, milli şuur sahibi her aydınımızın mutlaka okuması dileğiyle duyurmak istedim. Ötüken Yayınevi çıkardığı “Kafkas Cephesi Hatıratı” kitabıyla milli kültürümüze yaptığı hizmetlere yeni birini daha eklemiş oldu.
Aziz dostlarım, değerli kardeşlerim, Kurban Bayramınızı kalbi duygularla tebrik ediyorum. Cenab-ı Hakk bütün inananlara, Türk ve İslam alemine bu mübarek günler hürmetine rahmetini, ihsanını lütfettiği nimetlerini daim eylesin, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin huzur içerisinde ibadetlerini yapacakları, esaretten, zulümden kurtulacakları günlere ulaşmalarını nasip etsin. Depremde büyük acılar, sıkıntılar yaşayan vilayetlerdeki kardeşlerimizin sabırlarını, metanetlerini daha da artırsın diyerek Rabbime dua ediyorum.