İki hafta kadar sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100. yılını kutlayacağız. Bu tarih aynı zamanda Lozan Antlaşması ve Ankara’nın başkent oluşuyla da örtüşüyor. Birinci Büyük Savaş’ın galiplerinin bizimle ilgili paylaşım planları savaş henüz başlamadan hazırlanmıştı. Asırlardır Batı’ya Osmanlı adıyla sorun olan Türk varlığını direnemez duruma getirmekte kararlıydılar. Mondros Mütarekesi ve ardından İzmir‘in işgali bunun ilk adımlarıydı. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde yürütülen Milli Mücadele’nin zaferimizle sonuçlanması bu planın iflası anlamına geliyordu. Mondros’la birlikte bitkisel hayata girmiş bulunan Osmanlı, hem devlet hem de saltanat olarak zaten Sakarya zaferiyle birlikte tarihe karışmıştı. Ankara’da üç yıl önce toplanan TBMM ve hükümeti artık fiilen olduğu gibi hukuken de Türkiye’nin yegane meşru temsilcisiydi. Cumhuriyet’in ilanı bu siyasal, sosyal ve toplumsal gerçeğin doğal sonucudur.
Ancak bu sonuca ulaşmak kolay olmadı. Mondros Mütarekesi’nin ardından ülkemizin başta İstanbul olmak üzere en kritik yerlerini işgal eden, Yunanları taşeron olarak üzerimize salan emperyalist güçlere karşı her bakımdan son derece elverişsiz şartlar altında mücadele edildi. Anadolu’da yaşayan 12 milyona yakın nüfusun 9 milyonunu oluşturan Türk halkının büyük çoğunluğu çok yorgundu, yoksuldu, umutsuzdu; cephelerden sağ dönebilenlerin çoğu sakattı, üstelik kolera, verem v.b. salgın hastalıklar toplumu kasıp kavuruyordu. Eşkıyalık yaygındı. Mustafa Kemal’in ve aynı inancı, düşünceyi paylaşan çoğu asker bir grup arkadaşının başlattığı mücadelenin bütün zorlukları aşarak başarıya ulaşmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, bu milli devletin kısa bir süre önce amansız hasmı olan emperyalist Batı’lı devletler tarafından resmen tanınması milli bir mucizedir; Türk milletinin tarihi bir zaferidir.
Böylesine bir milli başarı hikayemizin yüzüncü yılı, anlamıyla orantılı tarzda anlatılıp kutlanıyor mu? 29 Ekim günü yapılacak sıradanlaşan çelenk koyma vb. ziyaretler, beyanatlar, gece külliyedeki geniş protokol katılımlı kabul töreni ile yetinilecek mi? MEB belli vakıf ve kuruluş mensuplarının okullarda manevi değerler üzerinde ders anlatmasını sağlayan girişimler, anlaşmalar yapıyor. Bakanlık başka bir program da yapamaz mıydı? Cumhuriyet’in kuruluş hikayelerinin anlatıldığı kompozisyon yarışmalar düzenlemek, bunların sunulduğu toplantılar yapmak, ödüllendirerek, överek teşvik etmek çok mu zordu? Bu konunun birinci derecede ilgilisi olması gereken Türk Tarih Kurumu gibi kurumlar neredeler? 207 üniversitenin çoğunda bulunan tarih bölümlerinin bu dönemde neden adı geçmiyor? Kolektif bir heyecan eksikliğinin sebeplerini araştırmak gerekmiyor mu?
Bu ortamda konunun özelliğini bilen, milli dikkat ve hassasiyetleri yüksek bazı kuruluşlarımızın ve şahısların kendi imkanlarıyla hazırlayıp yayımladıkları eserler bu boşluğu kısmen de olsa telafi ediyor, özellikle genç nesillerimize ve kültür dünyamıza önemli bir kaynak oluşturuyor.
ANKARA KİTABI
Bunlardan biri Türk Ocakları Genel Merkezi’nin Prof.Dr Filiz Ayşe Yavuz’un editörlüğünü yaptığı 880 sayfa hacmindeki ANKARA kitabı. Kitabın arka yüzünde de belirtildiği gibi “Ankara Anadolu’nun Türk Yurdu olmasından sonra hem siyasi hem de ekonomik açıdan Anadolu’nun en önemli kentlerinden biri; Tanpınar’ın ifadesiyle, tarih boyunca bütün Orta Anadolu’ya iç kale vazifesini görmüş, eteklerinde daima tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmış”. Ankara’nın başkent oluşunun ve Cumhuriyetin 100. yıldönümü vesilesiyle hazırlanan kitapta 66 yazar, 86 makale, 9 bölüm, 4 söyleşi olmak üzere 90 yazı,170 fotoğraf, 27 harita, 19 tablo, 10 grafik yer alıyor. Ankara’nın adı, bütün özellikleri, tarihi, kültürel ve ticari hayatı anlatılmaktadır. “Adeta Ankara Ansiklopedisi niteliğinde“ bir eser olmuş. Türk Ocakları Genel Merkezi gerçekten bu tarihin önemiyle orantılı bir eser sunuyor. Başta Prof. Dr. Filiz Ayşe Yavuz olmak üzere tüm emeği geçenleri kutluyoruz.
Mustafa Kemal Paşa ile YOLLARDA
Araştırmacı yazar, emekli öğretmen Türk Ocakları Sivas Şubesi’nin güzide Aksakal’ı Ahmet Necip Günaydın dostumuz, “Mustafa Kemal Paşa ile YOLLARDA“ isimli eserinde adeta Milli Mücadele’nin başladığı ilk dönemin kronolojik bir haritasını resmetmiş; İstanbul’dan 19 Mayıs’ta Samsun’a gelen Mustafa Kemal, buradan Sivas ve Erzurum’a kadarki yol boyunca uğradığı kent ve kasabalardaki temaslarında veya telgraf aracıyla temas sağladığı valiler, mutasarrıflar ve komutanlarla görüşmelerinde Milli Mücadele’nin zeminini oluşturmaya çalışır. Ancak hurda durumdaki otomobille yapılan uzun yolculukta büyük zorluklar yaşanır. İngilizler ve İstanbul Hükûmetinin ne yapmaya çalıştığını anlayarak dönmesi için yaptıkları çağrılara uymaz. Nihayet 8 Temmuz’da ipler kopar, askerlikten istifa eder, Fakat Rauf Bey, K. Karabekir A.Fuat ve Refet Paşalar O’nu lider olarak tanıdılar ve daima yanında durdular. Erzurum ve Sivas Kongrelerini takiben 108 gün boyunca kaldığı Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatıyla bir “hükûmet” gibi ülkeyi ve Milli Mücadeleyi yönetmesi, buradan yol boyunca önemli ziyaret ve temaslar yaparak Ankara’ya gelişi, büyük bir törenle karşılanması TBMM’nin toplanması kitapta tarih sırasıyla anlatılıyor.
Necip Günaydın’ın Milli Mücadele’nin başlatılmasını ana hatlarıyla “kuşbakışı” anlattığı bu eseri Milli Eğitim Bakanlığı mutlaka sahiplenmeli, Ortaokul ve liselerde yardımcı ders kitabı olarak okunması sağlanmalıdır. Milli tarih ve kültürümüzün anlatıldığı ders saatlerinin alt seviyelere indiği günümüzde, gençlerimizdeki bilgi boşluğunu dolduracak nitelikteki bu eserin okunması layıkıyla değerlendirilmesi gerekiyor.
TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET VAKFININ YAYINLARI
Şerafettin Yılmaz’ın başkanlığını yaptığı Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, 100. yılla ilgili çok kapsamlı bir programı başarıyla uyguluyor. Başta büyük bir eksikliği telafi eden Türk Tarihi Atlas’ı olmak üzere otuza yakın değerli eser yayımladı; bu sayıyı iki yıl zarfında yüze tamamlamaya çalışıyor. Özenle seçilen konular her biri farklı dallardan yüzden fazla akademisyen tarafından yazılıp incelenmesi yapılarak kitap haline getiriliyor. Kültür Bakanı iki yıl önce kendisine sunulan projeyi inceledikten sonra “aslında bunları bizim yapmamız gerekirdi“ diyerek desteklemeye karar veriyor ve dediğini yapıyor. Milli hassasiyetleri yüksek bazı iş adamlarımız da destek veriyor. Sonuçta 100. yılın anlamına uygun güzel bir proje elbirliğiyle hayata geçirilmiş oluyor. Şerafettin Yılmaz ve arkadaşlarını yürekten kutluyorum; yüksek kalitede her bakımdan örnek bir kültür faaliyeti gerçekleştiriyorlar.