Türkiye’nin biri doğudan Bingöl üzerinden batıya Marmara’ya ve güneye Suriye'ye doğru acımasız bir ahtapotun kolları gibi uzanarak geniş bir alanı etkileyen, diğeri ülkenin farklı bölgelerinde, özellikle İzmir ve çevresinde kendini zaman zaman gösteren fay hatlarıyla deprem kuşağında bir ülke olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ahtapotun kollarını nerede ve ne zaman kıpırdatacağını zamanlama olarak tam bilinmese de bilimsel araştırmalarla gerçeğe yakın ihtimal hesapları yapmak mümkün olabiliyor. Nitekim beş yıl önce yaşanan ve özellikle Elazığ’ı vuran deprem üzerine, uzmanların yaptığı incelemelerde buradan güneye doğru inen Kahramanmaraş ve Hatay’dan geçip Suriye’ye uzanan fay hattının her an kırılıp 7 ve üzeri büyüklükte deprem üretebileceği belirlenmişti.
Bunun üzerine AFAD Kahramanmaraş’ta Pazarcık merkezli 7.5 büyüklüğünde bir deprem senaryosuyla bilim insanlarının, kamu ve Belediye görevlilerinin katıldığı genişçe bir toplantı düzenledi; ihtimaller masaya yatırıldı, alınması gerekli önlemler konuşuldu. Fakat bermutad konuşmaktan öte fiili ve ciddi bir adım atılmadı. Kısacası 6 Şubat depreminin olma ihtimalini herkes biliyordu. Dolayısıyla AFAD başkanının "bu kadar geniş olacağını beklemiyorduk” demesi gerçeği yansıtmıyor.
Sorumluluklarının gereğini yapmayan siyasetçi ve bürokrat kamu görevlilerinin, felaket günlerinde nelerin ve hangi acıların yaşandığını görmelerine rağmen, bugün hâlâ bunları tevile, üzerlerini örtmeye çalışmaları her bakımdan yanlıştır. Deprem tehlikesi başta İstanbul olmak üzere, her an kapımızda dururken, zamanla yarışırcasına acil önlemlerin alınması, bütün imkanlarımızın bu amaçla seferber edilmesi gerekirken konu güncel siyaset tartışmalarının arasına sıkıştırılıyor; siyasi hesapların çoktandır ağırlıkta oluşu, rantiye düzeninin sürdürülme isteği, bunların deprem sorununun bile önüne geçebilmesi kapıdan her an içeriye girmek üzere İstanbul’daki deprem korkusunu daha da artırıyor.
Üzerinden bir yıl geçen Kahramanmaraş merkezli depremin muhasebesi tam ve doğru yapıldı mı? Elli dört bine yakın insanın hayatını kaybetmesi, Hatay ve Kahramanmaraş başta olmak üzere bu derece büyük yıkımın yaşanmasında, en kritik 72 saat boyunca ve sonrasında gerekli yardımların ulaştırılmamasında, insanların hâlâ mesken ihtiyaçlarının çözümlenmemiş olmasında yönetimlerin başarısızlıklarının, beceriksizliklerinin rolünü sorgulamaktan neden kaçınılıyor? Şimdiye kadar tek bir kamu yöneticisi bile hakim karşısına çıkarılmadı. Haklarında işlem yapılmak istenilen birkaç kişi olduysa da soruşturma izni verilmedi.
Geçenlerde Yıldıray Oğur’un Malatya’da otuz sekiz kişinin Hakimbey apartmanıyla ilgili yazısı tabloyu mükemmel yansıtıyor. Bina dört yıl önceki Elazığ depreminde ciddi hasar görüyor. İnsanlar evlerine giremiyorlar. Oturanlardan bir kişi Çevre Şehircilik İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne dilekçe vererek, inceleme yapılmasını, hasarlı raporunun verilmesini talep ediyor. Aylarca cevap verilmiyor, şifahi olarak hasarın olmadığı söyleniyor ve nihayet “hasar yoktur“ diye rapor veriliyor. Binanın kapıcısı durumu gözleriyle gördüğünden oturduğu yeri boşaltıp yandaki binaya geçiyor. Aradan çok geçmeden 6 Şubat’ta hasarın olmadığı raporu verilen apartman 7 saniyede enkaz haline geliyor. Hayatını kaybedenler arasında inceleme yapılması dilekçesini veren kişi ve ablası da var. Ama düzen kurulu bir saat gibi çalışıyor; “hasar yoktur” raporunun altında imzası bulunan müdür terfi ederek Malatya İl Müdürü oluveriyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “birinci yıl" raporunda konuyla ilgili şu tespitler yer alıyor: “Standartların altındaki inşaat projelerine onay verildi. İmar afları uygulandı. Çürük binalara ilişkin önlem alınmadı. Buna rağmen tek bir yetkili yargılanmadı.“ Bu durum sadece geçen yılki depremden etkilenen 8 kentimizde değil, deprem kaygısını birinci derecede yaşamakta olan İstanbul‘da da fazlasıyla hüküm sürüyor. Fakat neye yarayacağını hâlâ bilemediğimiz mutasavver İstanbul Kanalı projesini bazıları bundan daha önemli olarak algılıyor, heyecan duyuyor.
6 Şubat felaketi millet oluşumuzu hazırlayan değerlerimizi bir kere daha bütün haşmetiyle yaşamamıza yol açtı. Çok sayıda insanımız ve pek çok kuruluş, belediye yarışırcasına bölgeye yardıma koştu. Yurtdışından da çok sayıda deneyimli kurtarma ekibi geldi. Açılan yardım kampanyalarında ve ek vergilerle felaketin yaralarının sarılması maksadıyla oluşturulan fonlarda rekor düzeyde rakamlara ulaşıldı. AFAD sadece kendi bünyesinde 129 milyar 949 milyon TL topladığını, bunun bir yılda 79 milyar 263 milyonunun harcandığını açıkladı. 319 bini bir yılda teslim edilmek üzere 650 bin konutun yapılacağı açıklanmıştı. Ancak yapılıp anahtarı teslim edilen konut sayısı ilk rakamın sekizde birini geçmedi. Özellikle en büyük yıkımın yaşandığı güzelim Hatay ilçelerinin çoğu birer harabeye döndü, Hatay adeta “öksüz kent” muamelesi gördü. Tüm bölgedeki ağır hasarlı binaların yüzde 42’sinin yıkıldığı Hatay’a TOKİ ihalelerinden düşen miktar sadece yüzde 8’de kaldı. Aslında cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta bu kentte yaptığı konuşmasında bu dengesizliğin nedenini açıkça belirtti: “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse dayanışma halinde olmazsa şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı."
20 yıl boyunca çıkarılan imar yasalarıyla mega kentin bozuk olan inşaat kalitesi daha da dibe vurdu. Vatandaş da Devlet de deprem tehlikesini önemsemedi. İnsanlar binalarına eklemeler yaparak, arsalarını inşaatçılara vererek ciddi bir denetim ve kontrol olmadan sağladıkları rantla mutlu, bu yolu açan siyasetçiye şükran duyarak destek verdi. Rasyonel getirisi düşük, bütçeye anormal yükler getiren gösterişli yollar, köprülere bakarken depremi düşünmek külfetine katlananların oranı hep düşük kaldı. Bu ortamı yaşayarak bu günlere geldik. Dilerim 6 Şubat depremi asrın felaketi konumuyla hafızalarda kalır, maazallah onu aşacak bir durum yaşanmaz.