Zor komşuluk...

Ülkeler komşularını seçemiyorlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’da topraklar, İngiltere-Fransa arasında iki diplomat Fransız Picot ile İngiliz Sykes tarafından harita başında adeta “olsa olsa” diye cetvelle çizilmiş paylaşılmıştı. Bu da bölgede “bütün barışlara” son veren ve şimdiki musibetlere, itilaflara yol açmıştır.
 
Komşumuz Suriye de işte bu zoraki nikahın nesebi belli ürünüdür. Ve bölgedeki yeni projelerin kaynağıdır. Mandaterliği Fransa’ya verilen Suriye konusundaki ilk itilaf Hatay konusunda olmuş ve 1937’de gene savaşın eşiğine gelinmişti.
 
Kurtuluş Savaşı’nda Fransa, bölgeye İskenderun-Suriye’ye, Sykes-Picot planı gereği ve Mondros Ateşkes Antlaşması’yla yerleşti ve Ayıntap ile Maraş’a buradan saldırdı.  Ancak İskenderun’da da Antep ve Maraş’ta olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştu. 20 Ekim 1921’de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.
 
Lozan Antlaşması’yla Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, maalesef sınırlarımızın dışında kalmıştır. 1936  yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi . Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında:  “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun- Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu. Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir
 
Atatürk dehasıyla İskenderun Hatay’ın, oradaki soydaşlarımızın yabancı esaretinden kurtarılması kadar, Türkiye için büyük bir stratejik önemi olduğunu o zaman görmüştü.
 
Fransa ile gerginlik had safhasında iken Atatürk, ölümünden önce hasta halinde sınıra gidip askeri birlikleri teftiş etmiş ve Hatay meselesini radikal olarak halletmekteki kararlılığını göstermişti. Hatay’da soydaşlarımızın esaretten kurtarılması kadar Türkiye’nin öz çıkarları söz konusuydu. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir.
 
Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece Bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.
 
İlk kriz Suriye’ye sığınan ve Suriye hükümetinin yardım ve desteği ile PKK’yı Şam’dan idare eden Abdullah Öcalan (Apo) konusunda çıktı. Hükümet o zamanki kararlılığıyla Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in sınırda güç gösterisi ile Suriye hükümeti Apo’yu sınır dışı etti.
 
VE ŞİMDİ DE UÇAK KRİZİ!
 
Tabii bu krizin arkasında; Fırat Dicle suları ve Atatürk Barajı, Suriye’nin PKK’ya yardımları vb.. Potansiyel ihtilaflar var! Keşke “Ne Şam’ın şekeri ne Arabın yüzü” diyebilsek...
 
KİŞİSEL BİR ANI
 
Hatay bunalımının had safhasında, 1937 başında 13 yaşımda iken bu konuda “Hatay Türktür/Türk esir olamaz” diye bir şiir, bir de nesir yazmıştım. Babam da daktilo ile yazdığım bu satırları “sofraya” götürmüş. Atatürk de o mübarek elleriyle yazılarımı tashih etmiş. 24/1/1937 diye tarih düşürmüş, altına da “Okay D.K.” yazmış. Bana Demir derdi. Çerçevelettiğim bu belge, en kıymetli hazinelerimden biri olarak evimin duvarında asılı...


 

Yayın Tarihi
03.07.2012
Bu makale 9631 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!