Öğretmenler gününde hiç böyle ahlı ve vahlı yazı mı olurmuş? Demeyin. Bakın ateşin düştüğü yerde nasıl oluyormuş:
İlkokul beşinci sınıfta bitirme sınavlarındayız. O yıllarda ilkokul diplomasını hak edebilmek için yılsonunda bitirme sınavları yapılırdı. Bu sınavı başaramayanlar beşinci sınıfı tekrar okurdu. Sınavlarımız bitti. Okuluma gittim sınav sonuç listelerinde tüm derslerden geçtiğimi gördüm. Tüm mezun arkadaşlarım gibi ben de Ortaokula hazırlık havasına girmiştim.
O yıllarda ortaokul öğrencileri subay ve polislerin giydiği şapkaya benzer bir şapka giyerlerdi. Allah’tan bu uygulama sonradan kaldırıldı. İçinin pamuğu dışına çıkan, güneşten rengi solmuş bu şapkalar erkek öğrencilerin karizmasını çizdirdiği gibi; görüntü kirliliği de yaratıyordu. Ben de az yıpranmış bir tane ikinci el şapkamı ve ikinci el ortaokul kitaplarımı bir hevesle erkenden hazırladım.
Buraya kadar her şey benim için çok güzeldi. Ancak Ortaokula kayıt için mezuniyet belgemi almaya Okuluma gittiğimde tüm hayallerim alt üst oldu. Mezuniyet Belgemi istediğimde “Evladım sen mezun değilsin ki” Dediler. Olur mu? Dedim; ben listelere baktım geçtim gelin bakalım dedim. Bana listelerin kaldırıldığını ve yapacak bir şeyin de olmadığını söylediler.
Daha fazla itiraz etmek mümkün değildi. Bize verilen terbiye ve eğitimde sorgulamamı vardı? Öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde asker gibi selama durur; hacı yatmaz gibi başımızı öne eğer ve bir değil birkaç kez selam verirdik. Hatta öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde kaçacak delik arardık. Benim açımdan durum böyleydi. Ailem açısından ise mümkün mü okula gelecekler? ”Beyler siz kimin hakkını yiyorsunuz; olur mu böyle saçma şey?” diyecekler.
Nihayet ben bir yıl daha beşinci sınıfı okudum. Aklımdan atamadığım tek soru; bunun bana neden yapıldığı idi. Yıllarca bu soru ile yatıp kalktım ve nihayet nedenini buldum. Bitişik ev komşumuz öğretmenimizin akrabasıydı, Bu kadın mahallenin en arsız ve en kavgacı kadınıydı. Komşularla kavgasız günü geçmezdi. Bu bazen tavuk için, bazen de çocuk için olurdu. Çok iyi hatırlıyorum; bahçe sulama suyu yüzünden bizimle de sık, sık kavga ederdi. Anlaşılan bu gitti benim öğretmenime beni şikâyet etti.
O yıllarda her nedense okullar tam bir şikâyet merciiydi. İnsanlar; şikâyet için karakol ve mahkeme yerine okullara gelirdi. Hiç unutmam bir arkadaşımız; komşunun kümesinden yumurta çalmış ve komşusu da bu arkadaşımızı okula şikâyete gelmişti. Ders çıkışı; aynı zamanda Müdürlük görevini de yürüten öğretmenim bu arkadaşımızı kapıya dikti ve bizlere de çıkışta sıra ile yüzüne tükürmemizi söyledi. Bizde tüm sınıf olarak bu arkadaşımızın yüzüne tükürdük.
O arkadaşımın yağmurdan ıslanmış bir heykel gibi duruşu; gözümün önüne geldikçe inanın içim sızlar. Allah’tan beni böyle bir cezaya çarptırmamış. Hayatımın herhalde en büyük travması olurdu. Beni bir yıl daha beşinci sınıfta okumaya mahkûm ettiler.
Bakın O bir yıl bana nelere mal oldu:
*Ailem yoksuldu; ben yaz tatillerinde ayakkabı boyacılığı yaparak okuyanlardandım. O yılki kazandıklarım boşa gitti,
*Ben; O yıl dönem arkadaşlarımdan koptum. Sevdiğim arkadaşlarım ve platonik aşkım Sema ile Ortaokulda aynı sınıfta olma hayallerimiz suya düştü,
*Bir yıl Ortaokula geç başladım ve geç mezun oldum,
*Bir yıl Liseye geç gittim ve geç mezun oldum,
*Bir yıl üniversiteye geç başladım ve geç mezun oldum,
*Bir yıl geç; Yüksek Lisans ve Doktora yaptım,
*Bir yıl geç hayata atıldım.
Özetle hayatımda ne yaptımsa hep bir yıl gecikmeli ve maliyetli oldu. Peki; onlara ne oldu? Komşu kadınımızın; uzun ve çok acı verici bir amansız hastalık sürecinden sonra öldüğünü duydum. Allah affetsin diyemeyeceğim; bu Allah’ın bileceği bir konu.
Öğretmenime gelince; onun da zor ve uzun bir sağlık sorunu sonucu öldüğünü öğrendim. Onu da bu olanlardan dolayı fazla suçlayamıyorum. O zamanlar sistem böyle çalışıyordu ve kendisi de böyle bir disiplinle eğitilmiş ve yetiştirilmişti.
Sevgili Öğretmenler siz, siz olun sakın böyle bir vebal altına girmeyin. Bu vesileyle gününüzü kutlar; hepinize sağlıklı, onurlu ve gururlu bir iş yaşamı dilerim.
Sevgi ve Saygılarımla