“Bu öyküm ne kurgu ne de senaryo; tümüyle yaşamımdan beslenmiş gerçek yaşam öyküsüdür.”
Doğum ve çocukluk yıllarım: 1953 yılında; İç Anadolu’nun kırsal bir ilçesinin varoşunda; kerpiç bir evde doğmuşum. Anne okuma yazması olmayan, baba da İlkokul terk mevsimlik işçi.
Yedi yaşımda tahsil ve iş hayatına atıldım. İlkokul yaz tatilleri ve hafta sonu tatillerinde ayakkabı boyacılığı yaparak hem aile bütçemize katkı hem de eğitim masraflarımı çıkardım.
Lise eğitimime kadar yaşamım hep çalışarak geçti. Bu yaşam sürecinde çok sayıda zorluklarla savaştım, karşı koydum, göğüs gerdim.
Bana ilkokulu Altı yılda bitirttiler:
Yıl 1965; İlkokul Beşinci sınıfta bitirme sınavlarındayız. O yıllarda ilkokul diplomasını hak edebilmek için yılsonunda bitirme sınavları yapılırdı. Bu sınavı başaramayanlar beşinci sınıfı tekrar okurdu. Sınavlarımız bitti.
Okuluma gittim sınav sonuç listelerinde tüm derslerden geçtiğimi gördüm ve dünyalar benim olmuştu. Tüm mezun arkadaşlarla birlikte artık Ortaokula hazırlık havasına girmiştik.
O yıllarda ortaokul öğrencileri subay ve polislerin giydiği şapkaya benzer bir şapka giyerlerdi. Allah’tan bu uygulama sonradan kaldırıldı. İçinin pamuğu dışına çıkan, güneşten rengi solmuş bu şapkalar erkek öğrencilerin karizmasını çizdirdiği gibi kötü bir görüntü yaratıyordu. Ben de az yıpranmış bir tane ikinci el şapkamı ve ikinci el ortaokul kitaplarımı bir hevesle erkenden aldım ve hazırladım.
Buraya kadar her şey benim için çok güzeldi. Ancak Ortaokula kayıt için mezuniyet belgemi almaya okuluma gittiğimde tüm hayallerim alt üst oldu. Mezuniyet Belgemi istediğimde “Evladım sen mezun değilsin ki” dediler. Olur mu? Dedim ben listelere baktım geçtim gelin bakalım dedim.
Bana listelerin kaldırıldığını ve yapacak bir şeyin de olmadığını söylediler. Ağlayarak evimize gittim. Zavallı anam, babam beni ne kadar teselli etseler de ben bunu içime bir türlü sindiremedim. Ben sınavdan geçtiğimi gözlerimle görmüştüm. O yıllarda haddinize mi yazılı imtihan kağıtlarına itiraz edeceksiniz.
Nihayet ben beşinci sınıfı Bir yıl daha tekrar okudum. Aklımdan atamadığım tek şey bunu bana yapılmasının bir nedeni olmalıydı. Hep bu soru ile yatıp bu soru ile kalktım ve çok geçmeden nedenini buldum.
Bitişik ev komşumuz öğretmenimizin akrabasıydı, Bu kadın mahallenin en arsız ve en kavgacı kadınıydı. Komşularla kavgasız günü geçmezdi. Bu bazen tavuk için, bazen de çocuk için olurdu. Kocası da tam tersi muhterem ve karısına karşı etkisiz bir adamdı.
Çok iyi hatırlıyorum bahçe sulama suyu yüzünden bizimle olan kavgası da tam bizim sınavlara denk gelmişti. Anlaşılan bu gitti benim öğretmenime beni şikâyet etti bu da halasını kırmadı. Zaten öğretmenim de öğrencilerine en acımasız fiili cezalar uygulamakla ünlüydü. Bu kulaklardan tutup havaya kaldırmaktan tutunda; ders boyunca tahtada tek ayak üzerinde durdurmaya varıncaya kadardı. O yıllarda her nedense okullar tam bir şikâyet merciiydi. İnsanlar birbirlerini şikâyet için karakol yerine okullara gelirdi.
Hiç unutmam bir arkadaşımız komşunun kümesinden yumurta çalmış ve komşusu da bu arkadaşımızı okula şikâyete gelmişti. O yıllarda komşu şikayetleri karakola gitmek yerine okula şikayete gelinirdi. Ders çıkışı; bu öğretmenim bu arkadaşımızı sınıfımızın kapısına dikti ve bizlere de çıkışta sıra ile yüzüne tükürmemizi söyledi. Ben hariç tüm sınıf arkadaşımızın yüzüne tükürdü. O arkadaşımın heykel gibi duruşu ve ıslak yüzü gözümün önüne geldikçe inanın içim halen sızlar.
Benim bu tükürmeye karşı çıkışımın maliyeti ise kulaklarımdan havaya kaldırmak oldu ama varsın olsun cezaya ortak olmadım ya. Allah’tan çok zayıf ve çelimsiz olduğumdan fazla acı hissetmedim. Yıllar sürdü bu arkadaşımı çok aradım ama bulamadım. Umarım yediği bu travma onu suç makinesi yapmamıştır.
Beni bir yıl daha beşinci sınıfta okumaya mahkûm eden öğretmenim bana bakın ne kayıplar yarattı:
*Ben yaz tatillerinde ayakkabı boyacılığı yaparak okuyordum ve aileme maddi kaynak sağlıyordum. O yılki kazandıklarım boşa gitti,
*Ben O yıl dönem arkadaşlarımdan koptum. Sevdiğim arkadaşlarım ve platonik aşkım Sema ile Ortaokulda aynı şubeye düşme hayallerimiz vardı olmadı,
*Bir yıl Ortaokula, Liseye, Üniversiteye geç başladım ve geç mezun oldum,
*Bir yıl geç, Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora yaptım. Hayatımda ne yaptımsa hep bir yıl gecikmeli ve maliyetli oldu.
Benim yaşadığım travma; bana o yaşlarda hayatımın ilk direniş eylemini yaptırdı. Ben maruz kaldığım bu haksızlığa karşı komşu kadından nasıl bir intikam alırım düşüncesiyle yatıp kalıktım.
Sonunda bir plan yaptım: Bir gece karanlığında sokağımızın uzağında bir yerden elime bir taş aldım komşunun evine bir taş fırlattım; amacım camını kırmaktı. Duvarları çok yüksek, hedefi görmüyorum bunlara rağmen tek taşla kırılan camın sesi gecenin sessizliğinde yankılandı.
Ben hemen evimize girdim. Anneme ve babama durumu anlattım.
Annem: “Oğlum keşke yapmasaydın; sen taş atana ekmek at.” dedi.
Tüm bu süreçte içimdeki isyanı bedduaya döktüm. Madem ki Tanrı duaları kabul ediyormuş; bedduaları da etmeliydi. Sonunda bedduam kabul olmuş olmalı ki; komşu kadınımızın uzun ve çok acı verici bir amansız hastalık sürecinden sonra öldüğünü duydum. Öğretmenime gelince; onun da amansız bir hastalığa yakalandığı ve yatağa bağlı, uzun bir hastalık sürecinden sonra öldüğünü öğrendim.
Lokantadan yaka, paça kovuldum:
Ayakkabı boyacılığı yaptığım dönemde; çok kazandığım bir gün şehrin en popüler lokantasında kendime bir ziyafet çekmeye karar verdim.
Bu lokantalara; boya sandığı ile zor girildiğini ve girdiğinizde de mutfak veya tuvalet yakınında müşterilerden uzak bir yere oturtturulduğunu boyacı arkadaşlarımdan duymuştum.
Tüm cesaretimi toplayıp lokantadan içeriye girdim. İlk gören garson beni tuvalet yanı küçük bir masaya yönlendirdi. Sandığımı masanın altına koydum. Mutfağa da yakın olduğumdan garsonların aşçıya söyledikleri şu sipariş sözleri çok dikkatimi çekti: “Hâkim Kemal beye bir tas kebabı, Müdürüm Avni hocaya bir karnıyarık, Av. Sinan abiye tek kıymalı” Anladım ki; bu sıfatlar porsiyon hacmiyle ilgili. Bunu da masalara giden siparişlerden görüyordum. Garson masama geldi bana aynen şu ifadeyle: “Sen ne istiyon lan?
Aynı siparişi ve ücreti vereceğim ama bana gelen sipariş unvanlılardan farklı geleceği duygusuna kapılarak biraz da gırgır olsun düşüncesiyle garsona: “Avukat İbrahim Baykan’a bir haşlama ve yanında bir pilav söyler misin?” dedim.
Garson; ben sözümü bitirir bitirmez: “Ulan şerefsiz benimle dalga mı geçiyorsun?” demekle de yetinmedi; yüzüme bir tokat patlattı ve beni yaka, paça dışarı attı. Daha sonra boya sandığımı atıldığım sokağa fırlattı. Meyve kasasından ürettiğim boyacı sandığım param parça oldu.
Lokantanın patronu tüm bu olup bitenleri izlemekle yetindi. Boya malzemelerimi bir poşete koyup oradan ağlayarak uzaklaştım. Bu yaşadığım acı olay benim isyan duygularımı ateşledi. Olayın ardından Dört yıl geçtikten sonra yaşım oldu 18. Aynı lokantaya şık bir halde müşteri olarak girdim. Siparişimi verdim karnımı bir güzel doyurdum ve sonunda bir kadayıf tatlısı istedim. Tatlıdan bir çatal aldım ve yediğim boşluğa önceden cebime hazırladığım saç kıllarını bıraktım.
Garsonu çağırdım ve herkesin duyacağı bir tonda; “Garson bey gelir misin bak bu kadayıfın içinden kıllar çıktı. Böyle bir işletmeye yakışmıyor.” Tüm müşteriler benim bu sözlerime pür dikkat kesildiler. Patron geldi garsonu çağırdı; “Götür bu tabağı delikanlıya yenisini getr; hesap da yazmayın”
Ben de; “Yok istemem kalsın, kadayıf hariç hesabımı getirin; bundan böyle benim buraya son gelişim oldu.” dedim ve oradan ayrıldım. İlçemiz küçük bir belde bu kulaktan kulağa duyulmuş olmalı ki her geçen gün lokantanın başta hatırlılar olmak üzere müşteri kaybının olduğundan olmalı ki; ticari ömrü çok sürmedi.
Yürek burkan bu acılarıma direnmiş olmam; beni cesaretlendirmesi yanında önemli yararlar da sağladı:
*ZORLUKLARLA SAVAŞMAYI ÖĞRENDİM,
*DİRENİŞİN YOLLARINI ÖĞRENDİM,
*KORKUNUN BİR YARARI OLMADIĞINI ÖĞRENDİM,
*SORGULAMANIN VE KARŞI ÇIKMANIN ÖNEMİNİ ÖĞRENDİM,
*TAŞ ATANA EKMEK ATILMAYACAĞINI ÖĞRENDİM.
*DUANIN YANINDA BEDDUANIN DA KABUL GÖRDÜĞÜNÜ ÖĞRENDİM.
Sevgi ve Saygılarımla