Nedense insanların ya da insanlığın varlıklı oldukları dönemlerdeki bilgileri, algıları ve davranışları ile bunları kaybettikleri dönemlerdeki huy ve davranışları pek bir garip oluyor.
Bunu anlamak ve görmek için kişilere, olaylara ve süreçlere bu gözle bakmak gerekir.
Bir şeye bakarken, kafanızda bir obje, bir olay ya da süreç tanımlanmamış ise anlayacağınız, farkına varacağınız bir şey yoktur. Bu farkındalık ise eğitim ile olur.
Sosyal ve toplumsal olaylarda eğitimden söz ederken, sadece okul eğitiminden söz edemeyiz. Aile ve toplumun, okul dışı eğitimlerinin de insanların yaşamlarında çok önemli bir yere sahiptir.
Okul eğitimleri de böyle bir sürecin sonucunda bir gereksinimden doğar ve şekillenir. Toplum da bu sürecin sonucunda bir şekil alır.
Kişi kendisi ile ilgili bilgi edinmek isterse, kendisini gözler, analiz eder, dahası ailesi ve çevresinden gelen dönütlere bakar ve bir karar verir. Peki bunu toplum nasıl yapar ya da toplumun durumuna bakmak için ne yapmak gerekir. Kişi, kendisini aynasında görür de, toplum kendisini nerede görür, daha açıkcası toplumun bir ferdi olan kişi, içinde yaşadığı toplumu nasıl ve nerede görür.
Aslında bu, çok zor bir sorudur.
Bireylerin kurumsal bağlantıları ve birbirleriyle ilişkileri üzerinde uzlaşılmış belirli kurallar çerçevesinde yürüttükleri birlikteliktir toplum. Daha maddi temeller üzerine oturur.
Topluluklar ise daha feodal, üyelerinin ortak özellikleri çok daha fazla ve karşılıklı güven duygusu içindedirler. Toplumda ise bu durum daha resmi ve maddi çıkarlar doğrultusunda oluşur ve bu da toplum içindeki toplumsal yapıları belirler.
Her ikisinin de temeli, birey ve ailedir.
Bireyin niteliği, ailenin niteliği ve öncelikleri ile doğru orantılıdır.
Ülkemizde birey ve aile tanımları her geçen gün değişmekte, bu da hem topluluk yapısının hem de toplum yapısının bozulmasına sebep olmaktadır.
Özellikler 1970'ler, 1980'lerden sonra başlayan kırsal kesimden şehirlere göç, önce geleneksel aile yapılarını bozmuş, dağıtmış, sonra da kişilerde "bireysel özgürlük" adı altında başlayan değişim, hem ailede, hem de okullarda sağlıklı eğitimin verilmemesi sebebiyle, önce bireylerin, ardından ailelerin, ardından toplulukların en sonunda da toplumun bozulmasına, yozlaşmasına sebep olmuştur.
Kişileri, aileleri ve toplulukları kişisel yakın temas ve gözlemler ile gözlemek, izlemek olası iken, toplumu daha geniş veriler ile izlemek, gözlemek ve analiz etmek gerekir.
Çok da uzağa gitmeden gazete, dergi ve televizyonlar, bu konuda oldukça açık bilgiler ve veriler sunmaktadır.
Günlük gazetelerin haber ve köşe yazıları sahibinin sesi yazılar ile dolu, magazin haberleri verirken, televizyonlarda kadınlara ve evden çıkmayan toplum kesimlerine yönelik yemekten tutun da her türlü toplumsal bozulmuşluğu ifşa eden kavgalı, dövüşlü programlar ile toplumun bilinç altına yozlaşmayı aşılamaktadır.
Aile bozulmuş, kendine hayrı olmayan ebeveynlerin çocukları eğitmelerini beklemek pek safdillik olsa gerek.
Bu ebeveynlerin cehaleti ve toplumsal yozlaşması ile başlayan süreç, hem çocukların hem de ailelerin bozulmasına sebep olurken, ardında da topluluğun dağılmasına, en sonunda da toplumun kutsal sayılan değerlerinin yok olmasına ve toplumun önce çürümesine ardından da bozulmasına kadar gitmektedir.
Bireylerin, ailelerin, toplulukların ve en sonunda da toplumun bozulması, çürümesi ise, milletin değerlerini kaybetmesine, ülkenin beka sorununa kadar gitmektedir.
Toplumsal güven duygusunun kaybolması, bireylerin, ailelerin ve toplulukların dayanışma ve kaynaşmalarını engelleyecek ve bir ülkenin varlık sebebi olan yurttaşlık bilincinin yok olmasına sebep olacaktır.
Yurttaşlık bilincinin yok olması ise, 21 yüzyıl emperyal dünyasının ekmeğine yağ sürecek, ulus devletler parçalanmaya kadar gidecektir.
Bugün artık ortalıkta ülkenin bayrağına, kurucu değer ve liderlerine kadar uluorta yapılan hakaret ve küfürler neyin sonucu, neyin başlangıcı hiç düşündük mü?
Bir ülkede "toplumsal çürüme" ve yok olma daha nasıl başlayacak!..