ANKARA'DAN

KİM KİMDEN FARKLI

Bu Ülkenin insanı, artık olan biteni sorgulamak, biraz daha fazla sorumluluk almak zorundadır artık. Ülkenin aydını/münevveri için bile değersizleştirilmiş gibi sanılan basmakalıp şeyler insanların yaşamlarında kural halini almıştır.

Çağdaşlaşma ve uygarlaşma süreci, Osmanlı'nın son dönemleri başlayan ve Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de Atatürk Devrimleri denilen süreç ile bambaşka bir boyut alan bir süreçtir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarından başlayarak özellikle Atatürk'ün sağlığında çok hızlı bir süreç yaşayan "Çağdaşlaşma Süreci", 1950'lerden sonra sürse de, toplumun biraz daha geleneksel özüne paralel olarak sürdürülmüştür.

Toplumsal yaşamdaki bu süreç, devlet yönetimine de yansımış ve 27 Mayıs 1960 süreci bazılarına göre Askeri Darbe, bazılarına göre de Devrim sayma ayrımına kadar gitmiştir.

Dünya'da "Sanayi Devrimi" diye anılan ve hala süren süreç ise, 1760'lı yıllarda başlayıp, 1830'lara kadar devam ederek "ENDÜSTRİ 1.0" sürecini başlatmıştır.

Bu süreçte genel olarak üretim, insan işgücü el ve beden emeğinden, buharla çalışan makine gücüne doğru bir evrilmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde ise, başta 1929 Ekonomik krizi ile 1'inci ve 2'inci Dünya Şavaşlarıyla birçok ülkenin sınırları alt üst olmuş, sanayileşme ve teknolojik ilerleme önceki dönemlere kıyasla yavaşlamıştır.

Dünya'da ise 1950'li yıllarla birlikte, dijital teknoloji gelişmeye başlamış ve "3'üncü Sanayi Devrimi"nin temelleri atılmış, elektrikle çalışan hesap makinesinden, bilgisayara kadar uzanan dijital gelişmeler, sanayi üretimine yeni bir boyut kazandırmıştır.

Bu aynı zamanda eğitimli, nitelikli iş gücüne gereksinimi ortaya çıkarmış ve Dünya'da olduğu gibi Ülkemizde de 68 ve 78 Gençliğini ortaya çıkarmıştır.

Bu süreci iyi gözleyen CHP'nin 1959'lu yıllarındaki yönetici ve kurmayları, 14'üncü CHP Kurultayında, ülkenin ve yurttaşların gereksinim duyduğuna inandıkları, "İlk Hedefler Beyannamesi"ni adı verilen:

1. Eşit Muamele, 2. II. Meclis (TBMM ve Senato), 3. Anayasa Mahkemesi, 4. Seçimlerin Nisbi Temsil Usulü, 5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması, 6. Memurlar Kanunu (657, 14/7/1965), 7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması, 8. Özerk Üniversite, 9. Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması, 10. Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması, önerilmiştir.

Bu çalışma daha sonra, ülkenin bugüne kadar olan en özgürlükçü anayasası olacak 1961 Anayasası'nın da temelini oluşturacaktır. Bu süreç üniversitelerin, sivil toplumun ve sendikaların örgütlendiği en özgür dönem olacaktır.

Amerika, Sanayi Devrimleri ile başlayan bu süreçten, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de yaşanan özgürlükçü süreçten de rahatsız oluş ve 1980 askeri darbesini CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi olarak görev yapan Paul B. Henze, Amerika Başkanı Jimmy Carter'a "bizim çocuklar başardı" "our boys did it" şeklinde haber verdiği Mehmet Ali Birand'ın yapıtlarında açıklanmıştır.

Bu süreç ise 2000'li yıllar ile bambaşka bir yere evrilmiş ve bu günlere kadar da gelinmiştir.

Cumhuriyetin çağdaşlaşma sürecinden bu günlere gelinmesinin, bir toplumsal analizi yaparsak:

Toplumları "Geleneksel" ve "Modern" Toplumlar olarak ele almak gerekir. Günümüzün Modern İnsanı, elbette ki biçim olarak değişmedi ama düşünsel ve yaşam biçimi olarak farklı bir süreci yaşamaya başladı.

Katolik Kilisesinin etkisi ve baskısından dolayı Avrupa, 14.,15 ve 16. Yüzyılda Rönesans ve Reformları yaşadı ve ortaya "Hümanizm, Protestanlık ve Bilimsel Devrimler" taraftarı üç insan tipini çıkardı.

Avrupa'da Katolik inanç, tam olarak gelenek üzerine kurulu bir inanç yapısı iken, Protestanlık Modern Batı kültürünü yarattı ve Katolik inancın dayandığı temelleri "kaynağa dönüş" sloganıyla sarsarak, İncili Papazların elinden alıp, köylülerin ellerine verdi. Dahası Martin Luther, Ahit Aramicesi ile olan İncil'i Almanca yazarak, Latinceye olan geleneksel mukaddesleşme büyüsünü bozdu.

Geleneksel toplumlar sanayileşme, kentleşme, bireyleşme, akılcılık, piyasa ekonomisi gibi özelliklere sahip değildir, İnsan ilişkileri de duygusal, samimi ve yüz yüze, örgütsel uzmanlaşma zayıf ve Aile grup ilişkilerinde egemendir.

Hal böyle iken, günümüz Türkiyesi bir zamanlar "TV izlemek günah"tan, 24 saat tv izleten sürece gelmiştir.

Taşı gediğine Fransız filozof ve sosyolog Edgar Morin koymuştur: "Sorun, eğitim almamış olmanız değil. Sorun, size öğretilenlere inanacak kadar eğitim almış olmanız, ancak size anlatılan her şeyi sorgulayacak kadar eğitilmemiş olmanızdır" diyerek;

Eğitimin, bireylere baskın fikirleri ve değerleri sorgulamadan kabul ettirmeye yönelik bir toplumsal kontrol aracı olabileceğine dikkat çekmiştir.

Oysa çağdaşlaşma ve çağdaş eğitimin asıl amacının eleştirel düşünmeyi öğretmek, bireyleri kalıplaşmış fikirleri sorgulamaya teşvik etmek ve analitik düşünme becerilerini geliştirmek olmalıdır. Sadece öğretileni kabul etmek yerine, içinde yaşadığımız toplumu ve dünyayı yöneten mekanizmaları anlamaya çalışmak çağdaş insan olmanın en önemli özelliğidir.

Bu yüzden çağdaş dünyanın her türlü olanağını kullanarak, insanların ve ülkelerin sömürülmesine yardımcı olup, çanak tutanlara karşı, ülkenin çağdaş ve aydınlık yüzleri de bu sürecin içinde olarak farkındalık yaratmalılardır.

Tabi yurttaşlar da toplum olarak bu farkındalığa destek ve el vermelilerdir.

Yoksa, gerisi YOK!.. Yarın da!..

Yayın Tarihi
02.03.2025
Bu makale 100 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!