Hani bir türkü vardır, "İstanbul'dan Üsküdar'a yol gider/ Yol gider çavuş yol gider" diye, işte Türkiye'nin kurtuluşu için de, 16 Mayıs 1919'da, Samsun'a bir Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) gider.
Bugünler bir çok kişinin "ağa gibi" harcadığı bu tarihi süreci, bir kez daha ortaya koymakta yarar vardır; tabiki de en başta Atatürk'ün cebinden verdiği para ile kurulan Türk Tarih Kurumu ve Üniversitelerin umurlarında olur ise.
Tarihi olayların birçok tarafı vardır, elbette ki değerlendirirken gerçekçi ve tarafsız olmak, bir aydın sorumluluğudur, bu yüzden Kurtuluş Savaşı sürecini doğru değerlendirmek için Osmanlı Devleti'nden başlamak gerekir.
Evet doğrudur, Osmanlı Devleti güçlü olması ve polemik olmaması için isim vermeyeceğim ama bazıları hariç birçok ulusa ve inanca karşı adaletli davranması sayesinde 623 yıl ayakta kalmış ve dünya tarihinin şekillenmesine önemli katkı sağlamıştır.
Avrupa Rönesans ve Reformları yaşayıp, Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali ile aydınlama yaşarken, ne yazık ki Osmanlı 17'inci yüzyıldan itibaren bu yaşananları görememiş, bağnazlığın pençesinde yüzlerce yıl yönettiği devletler karşısında aciz kalıp, teslim olmuştur.
1829'da Yunan isyanı, 1831-1841 yılları arası Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Paşa isyanı gibi isyanlar ile yıkılıp yok olmanın eşiğine gelmiştir. Ne yazık ki Osmanlı Devleti bu zamana kadar yıkılmadıysa, bu Saray Devletinin başarısından değil, ülke topraklarını pay etmek isteyen güçlerin gerekli olan hazırlıkları yapmamış olmalarındandır.
Osmanlı Devleti, I.Dünya savaşın başlarında Çanakkale ve Irak'ta elde ettiği başarılarla millete bir süre ümit verdiyse de;
Kafkas, Kanal, Çanakkale, Suriye-Filistin, Hicaz-Yemen, Basra-Irak, Galiçya, Romanya, Makedonya cephelerinde savaşılması, savaşı yürütecek yeterince maddi olanakların da bulunmaması sebebiyle, ne yazık ki devlet kendi sonu hazırlanmıştır.
Savaş sonrası 30 Ekim 1918'de 25 maddelik Mondros Ateşkes Antlaşmasını, 10 Ağustos 1920'de Sultan Vahdettin ve 43 kişilik Saltanat Şurası'nın imzalayacağı 433 maddelik Sevr Antlaşması izleyecektir.
Dünyanın büyük çoğunluğuna sahip olan Galip Devletler (İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika) hasta adam olarak niteledikleri Osmanlı Devleti ile imzaladıkları Mondros Ateşkes Antlaşması ile Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kendi kontrolleri altına almışlardır.
Bu bir ateşkes/teslim antlaşmasına dayanarak Yunan savaş gemilerinin de içinde bulunduğu 61 parça İtilaf Devletleri filosu, 13 Kasım 1918'de İstanbul Limanı'na girer ve Boğaz'a demir atıp, toplarını Dolmabahçe Sarayı'na çevirir, karaya çıkarılan 3500 kişilik askeri birlik ile dee Boğaz denetimi altına alır; okullara, hastanelere ve askeri binalara yerleşirler.
Dağıtılan Osmanlı ordusunda 50 bin kişilik iç güvenlik birliği bırakılır.
İzleyen günlerde İzmir Yunanlılar, Adana Fransızlar, Antalya ve Konya İtalyanlar tarafından işgal edilir; Urfa, Maraş, Antep, Merzifon ve Samsun'a da İngiliz askerleri çıkarlar.
İstanbul Boğazıni ise İgiliz Kraliyet Donanması denetler.
Bütün bu yaşananlara tepki olarak Türkler tarafından Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti, Redd-i İlhak Cemiyeti gibi cemiyetler kurulur.
Mustafa Kemal Paşa, emir ve komuta ettiği ordular grubu dağıtıldığından 10 Kasım 1918'de İstanbul'a hareket eder, 13 Kasım 1918'de de İstanbul'a geldiğinde boğzada İtilaf Devletleri'nin donanmasını görür; yaveri Cevat Abbas'a (Gürer) "GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER", der!..
İstanbul'a gelen Mustafa Kemal Paşa, kendisi gibi orduları dağıtılmış Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Fethi Okyar, Fevzi Çakmak, İsmail Canpolat, Refet Bele, İsmet İnönü, Cafer Tayyar gibi komutanlarla günler, geceler boyu bilgi alışverişinde bulunur; Şişli'deki evinde toplantılar yapıp ve şu kararları alırlar:
1. Ordu'nun terhisini durdurmak,
2. Vatan savunmasında gerekli silah, cephane ve donanımı düşmana vermemek,
3. İstanbul'daki komutanları Anadolu'ya yollamak.
4. Milli direnişe taraftar idare amirlerinin yerlerinde kalmasını sağlamak,
5. Vilayetlerde particilik adına yapılan kardeş mücadelesine engel olmak,
6. Halkın moralini yükseltmek.
Bu süreçte de Osmanlı Mebusan Meclisindeki milletvekilleri ile de görüşülür. Maalesef Mebusan Meclisindeki bazı milletvekillerinin işgalin boyutundan bile haberleri yoktur, hatta Harbiye Nazırı Abdullah Paşa "İstanbul'a sadece 2-3 tabur asker gelmiştir, bunlara da şurada burada yer gösterilmiştir" diyerek, işgali yasal bir hareket olarak göstermeye çalışmıştır. Dahası dönemin Eğitim Bakanı Rıza Tevfik, "hüküm galibindir, işgal güçleri bazı yerleri işgal ederim derse, haklı sayılmalıdır" diyebilecek kadar, sorumsuzdur.
Osmanlı Devlet yöneticileri kendilerine güveni kaybetmişler, Sultan Vahdettin "The Times" gazetesi yazarı G.Ward Price'e "En fazla İngiliz milletinin hoşuma gitmesi ve ona hayranlığım, bana babamdan miras kalmıştır. Ermeni göçü konusunda suçlu olanlar yakında cezalandırılacaklardır..." diye demeç bile verecektir.
Ulusal bilinç iyice yok olmuş, İstanbul'da "Kürt Teali Cemiyeti", "Teali İslam Cemiyeti", "İngiliz Muhipleri Cemiyeti" ve Amerikan Mandası isteyen "Wilson Prensipleri Derneği" kurulmuştur.
İstanbul'da yayımlanan gazeteler ise, Türk basın tarihi açısından yüz karası sayılabilecek yayınlar yapıyordu.
Peyami Sabah gazetesi yazarı Ali Kemal, gazetenin 16 Kasım tarihli basımında, "Padişah'a sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen eşkıyaya haddini bildirecektir. İki vatanımız vardır biri asıl vatanımız, diğeri Fransa" diyecek kadar fütursuz olacaktır.
Bu yaşananlar karşısında, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçerek "milli mukavemet"i örgütlemek istemekte, bunun içinde ilişkilerini kullanmaktadır.
29 nisan 1919'da, çok önemli bir olay olur ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa Mustafa Kemal'i Harbiye Nazırlığı'na çağırıp, 9'uncu Ordu Müfettişliğine atandığını bildirir.
Mustafa Kemal'in İttihat ve Terakki partisi liderlerine, Enver Paşa ve Alman generallerine karşı olduğu bilinmektedir. 15 Aralık 1917'de Sultan Vahdettin ile gittiği Almanya'da, Suriye-Filistin cephesindeki savaşlarda orduyu yok olmaktan nasıl kurtardığını anlatır.
Bu sırada özellikle Karadeniz bölgesinde halk, İngiliz işgalinden, Saray ve İngilizler de bu durumdan rahatsızdır. Saray, İngilizleri rahatsız eden bu durumun bastırılması için, cephelerde ki başarısını bildikleri Mustafa Kemal Paşa'yı, biraz da onun kişisel kulisi ile 9'uncu Ordu Müfettişliğine atamıştır.
Bu görev yetki belgesini, önceden de tanıdığı Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım (İnanç) Paşa ile birlikte hazırlarlar. Yetki belgesi 9'uncu Ordu Müfettişliği görev alanındaki bütün askeri birlikler ve mülki amirler üzerinde yetkili olduğuna ilişkindir.
Bir de bu günler 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusunun İzmir'i işgal edince, Mustafa Kemal Paşa kendisine verilen görev amacı farklı olsa da, o kendi kafasındaki amacı gerçekleştirmek için yol alacaktır; vedalaşmak için Annesi ve Kardeşinin yaşadığı eve gider ve Kardeşi Makbule'ye "sizinle biraz dertleşmek istiyorum, buraların da Selanik gibi olma ihtimali var" diyerek kaygısını dile getirir.
Annesi Zübeyde Hanım, sabaha kadar oğlu ve ülkesi için Kuran okur ve dua eder. Uykusuz bir gecenin ardından, günün ilk ışıklarıyla, vedalaşırlar ve Mustafa Kemal kendisini götürecek "Bandırma Vapuru"na binmek üzere, Galata Rıhtımına gider.
Daha önceden görüştüğü Bandırma Vapurunun kaptanı İsmail Hakkı Bey'den yolculuk hakkında bilgiler almış ve yolculuk günü vapur, Sirkeci Garı açıklarında İngilizler tarafından aramaya ve kontrole tabi tutulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki 18 asker ile birlikte 16 Mayıs 1919 öğle üzeri İstanbul'dan Samsun'a gitmek üzere yola çıkar, başlangıçta bir İngiliz gemisi, Bandırma Vapurunu izlese de, Karadeniz'e açıldıktan sonra fırtınalı havada izlerini kaybeder.
Yolculuk boyunca olabilecek bir saldırı karşısında Mustafa Kemal, Kaptan İsmail Hakkı Bey'e karaya yakın bir rota izlemelerini ve düşman saldırısı olması durumunda gemiyi en yakın sahile oturtmasını emreder.
16 Mayıs'ta İstanbul'dan ayrılan gemi, dalgalı denizde yol alarak, 17 Mayıs günü saat 23.00 civarında İnebolu Limanına, 18 Mayıs öğle üzeri 12.00'de Sinop Limanına yanaşır; bu arada da Samsun Tümen Komutanlığına telgraf ile durum bildirilir.
16 Mayıs 1919'da başlayan ve Bandırma Vapuru ile tam üç gün süren yolculuk, 19 Mayıs 1919'da şafak sökerken Samsun Limanında son bulur.
Bütün bu çabalar ile başlayan bir Ulusal Kurtuluş Savaşı süreci ve mücadelesi verilmişken, "Lozan" gibi bir Barış belgesi imzalanmışken, hala hangi akıl ile "Yunan galip gelseydi", diyenlerin davulu çalınır ve "Lozan 100 yıllıktır" safsataları ile bir tarih yazılmaya çalışılır.