Bu aralar özel bir durumumdan dolayı biraz daha fazla evde, odamda, çalışma masamın başında zaman geçiriyorum. Kitaplığımdaki kitaplarımı gözden geçiriyor, internetten gazeteleri okuyor, yetmedi ara sıra da elime aldığım kumanda ile de halkımın kafasını soktuğu tv kanallarını ve programlarını izliyorum.
Sizce şaşkınlık ya da şaşırma nedir? İnsan neye şaşırır ya da neler insanda şaşkınlık yaratır. İşte ben bunları bir soru ile değil, bu zorunluluk sebebiyle bizzat yaşayarak öğrendim.
Geleneksel bir ailede yetişmiş, Cumhuriyetin okullarında, yine Cumhuriyet değerleri ile eğitim ve terbiye almış birisi olarak yaşamını kamuda ve sivil toplumda, bu ülke için yaşamış bir kişi olarak, değerlere ve olaylara da bu gözle bakıp değerlendiriyorsunuz.
Dün öğleye doğru ve akşam üstü ülkede en çok izlendiği söylenen kanallarında izlediğim programlar beni şok etti.
Baştan söyleyeyim, öncelerini bilemem ama bu izlediklerim için sunucu ve yapımcılarını kutluyorum ama programa konu ve konuk olan insanlardan da nefret ettim. İnsan değil, insanlık gitmiş, yok olmuş da haberleri yok.
Baştan söyleyeyim, çaresizlik yanlışların sebebi sayılamaz.
Bir genç kadın, 15-16 yaşlarında birisi ile arkadaş oluyor ve ilişkiye giriyor, hem de ülkenin göbeğindeki bir kasabada.
Bir aylık hamile, hemen bir başka zavallı genç ile nikahlanıp evleniyor. Çocuk doğuyor ve bu adamın nüfusuna kayıt oluyor. Çocuk dokuz ay, on günde doğarmış, geçiniz bunları bazıları altı yedi aylık da doğuryormuş!..
Aradan bir yıl geçer geçmez bu kez evlenilenden bir çocuk doğuyor, ekonomik sıkıntılar başlıyor. Hanım kız hemen teknolojiyi kullanıp, çektiği videolar ile fenomen oluyor, üstelik paralar kazanıyor ve kocasına da paralar veriyor.
Bu kez fenomen olan hanımefendi çolunu çocuğunu bırakıp bir başkası, bir başkası ile divanlarda uzanmış yatıvermiş, Orhan Veli misali pozlar veriyor ama yanlarında Orhan Veli'nin BELLLA'SI masum kalıyor.
Bir taşra kızı bir yıl içinde neredeyse bir elin parmaklarından fazla erkeği sıraya değil, yatağa diziyor. Koca "karısından" aldığı el harçlığından dolayı, kendisini günlerce terk eden karısını savunuyor öteki "suçlu" erkeklere karşı, sanki zorla taciz ve tecavüz etmişler gibi. Kadın sütten çıkmış ak kaşık, sunucu ve hukukçu hanımefendiler çıldırıyorlar, bunlar ayıp, terbiyesizlik diye isyan etseler de, koca boynuzlarından memnun, kadın ise o kadar sokaktaki adamı nereden bulduğuna bakmadan herkesi suçluyor.
Sorun, kimin kimin ile ne yaptığı değil, sorun bu toplumsal değerler ne oluyor. Elbette ki kişiler diledikleri yaşamı, diledikleri gibi yaşayabilir ama yaşadıkları toplumun da kurallarına ve karşılarındakilerinde onur ve şereflerine saygılı olmak koşulu ile.
İster bu yazıyı bu gün okuyun ve dediğim kanalları ve programlarını bugün izleyin ya da daha sonra tesadüfen okuduğunuz günün içinde izleyin değişen bir şeyin olmadığını göreceksinizdir.
Elbette ki kişiler diledikleri yaşamı, diledikleri gibi yaşamak haklarına sahiptirler, kimseye namus bekçiliği yapacak değiliz ama her şeyin de bir ölçüsü vardır.
Neyse.
Dedim ya internet ortamında gezinirken, orta Anadolu'da bir ilçenin Çocuk ve Aile ile ilgili bir kamu kurumu Müdürlüğünün sayfası denk geldi. Sayfada sadece yöneticilere methiyeler ve iki yıl önce yapılmış bir iftar yemeği haberi ve katılan müdüre methiyeler.
Bu methiyelerin arasında da haberin giriş tümcesi "ŞEYH EDEBALİ'NiN dediği gibi İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN"!..
Söz ne kadar doğru ama kamunun tek görevi böyle hoş etkinlikler düzenlemek yerine, sağda solda neler oluyor diye de bir bakmak da olsa, ne güzel olurdu.
Programları izleyen bazı adalet ve emniyet yetkilerini de kutlamak gerek, anında bazı şeylere müdahale ediyorlar. Sözüm, görevi bu olup, başka şeylere dertlenenlere.
Orta Çağ tarihçisi Prof Dr. Mikâil Bayram'ın "Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlânâ mücadelesi" yapıtını okurken, gözlerimin önüne Ahi Evren (Nasrettin Hoca) ve Mevlana, Şems, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devleti, Moğollar ve Anadolu için savaşanlar ile işbirlikçiler geldi, üzüldüm.
Bu toprakların insanlarının sağlığından ve temizliğinden tarih boyunca birileri hep yararlanmışlar, yurtseverleri de mücadelelerinden vaz geçmemişlerdir.
Örneğin Mevlana Moğollar ile içli dışlı iken, oğlu Alaeddin Çelebi Ahilere katılarak Ahi Evren'in yanında yer alır, öğrencisi ve öğretmeni olur.
Anadolu'ya Mecusiliği (ateşe tapan) yaymak ve Moğollara ajanlık yapmak için gelen Şems, aslında Tebriz'li bile değilken, Deylem'den Tebriz'e gelen bir Mecusi ailenin çocuğu olarak, saf müslümanları kandırmış ve bu halk da onun için bir türbe ve cami bile yapmıştır.
Umutsuz olmak istemiyorum ama bir televizyon programında "Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede" diyen birinin bile tepelere çıkarıldığını gördükçe, bu televizyon programlarında yaşananların bir rastlantı olmadığını düşünüyorum artık.
Herkesin oturup, başlarını ellerine alıp biraz düşünüp, Osmanoğlu Beyliğinin kurucusu Osman Bey'e Şeyh Edebali'nin Nasihati olan bu sözleri kulaklara küpe olsa iyi olur.
EY OĞUL, İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN!...
Evet, bu toprakların ve yaşayanlarının Türk yurdu ve insanı olması isteniyor ise, bu öğüt çok önemlidir, tabi kimin umurunda olursa!..