LİBERAL

Yorgun Mayıs Kısrakları

Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Gönlünde o hep zanla beraber çoğaldı.

Bildim nedir, ufuktaki sonsuzluğun tadı (Yahya Kemal)

Anladım hayatmış mazinin adı

Yıllara karışan her şey ses verir

Hasretle doludur geçmişin yâdı

Mazinin elemi bile tatlıdır. (Nazım Hikmet )

Kısrakların zorla ahırlara konuluşunu hala içime sindirebilmiş değilim. Hürriyete susamış yelelerin nasıl savrulduğu gözlerimin önünden hiç gitmedi. Hürriyet tutkunluğumun ilk heyecanını o ovalarda şahlanan yorgun mayısın kısraklarından almıştım.”(Adnan Menderes)

YILMAZ KARAKOYUNLU/YORGUN MAYIS KISRAKLARI: Anı romanında; erken Cumhuriyet dönemi tarihimizde iz bırakmış seçkin şahsiyetlerin yaşadıkları dönemin siyasal ve kültürel olayları klişe-hamasi ve de en önemlisi ideolojik saplantılardan arı duru bilgelikle ve edebi bir yetkinlikle okurun haz alacağı bir dille anlatmıştır. “Tarih kitapları insanları akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar, felsefe eserleri derinleştirilir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağır başlı yapar.”

Yorgun Mayıs Kısrakları romanın içeriği; bu anlamda okura haz ile birlikte yakın tarihimizle ilgili belleğimizdeki bölük pörçük bilgilerimizi bir bütünlük içinde vuzuha kavuşturacaktır.

 Gazi Mustafa Kemal paşa ve istiklal harbinde Gazi Paşanın silah arkadaşlarıyla olan ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğunun son dönem aydınları arasında siyasette, iktisatta ve sosyokültürel alanda nüfuz etmiş şahsiyetlerin batılılaşma hareketindeki rolleri ve özelikle 20.yüzyıl Türkiye’sinin kalkınmasında verdikleri mücadelenin yakın tarihini roman tadında anlatıyor yazar. 1940 doğumlu neslin bizatihi yaşadığı ve hemen hemen herkesin hayatında romandaki kahramanlarla bir yerde bir kavşakta yollarının kesiştiği, yakın tarihimizin bir özetidir.

Yılmaz Karakoyunlu roman kahramanı olarak, yetkin ve elit üç insanı;  Adnan Menderes- Yahya Kemal ve Nazım hikmet üçlüsü… Aşkları, ihtirasları, Cumhuriyet devriminde Türk modernleşmesindeki rollerini anlatır.

Yılmaz Karakoyunlu aynı zamanda Büyük önder Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan ettikten sonra çalkantılı siyasi iktisadi ve yaşamsal kültürümüzde değişim ve dönüşümü de tatlı dilli bir üslup ile sunuyor. Bu kitabın metinler arası gezinmelerde zaman zaman kavşaklarda doğru yolu bulmada rehber olacak bir araştırma- inceleme kitabı ile okumak daha da kolaylaştırır zihinde anlamayı ve anlamlandırmayı.

MAHMUT ÇETİN/ BOĞAZ’DAKİ AŞİRET:  ‘Boğazdaki Aşiret’ başlığı ister istemez “Boğaz neresi ve Aşiret Kim?” sorularını akla getiriyor. Bildiğimiz Boğaziçi ve elit bir sınıfla ilintili olan dört büyük ailenin oluşturduğu bir büyük topluluk. İşte bu ailelerde biri olan Hasan Enver Paşa ve Leyla hanımdan olan çocukları:

Celile Hanım, kocası Hikmet bey, oğulları Nazım Hikmet, büyük baba Mehmed Nazım Paşa, Nazım’ın üvey Kardeşi Melda’nın kocası Refik Erduran, Nazımın üvey oğlu Mehmet Fuat, Nazım’ın dayıkızı Münevver, Nazım’ın öz oğlu ressam Mehmet, Münevver hanım üç evlilik yapmıştır. Samih Rıfat ile evliliğinde oğlu ünlü şair Oktay Rıfat… Liste uzar gider. Ali Fuat Cebesoy’dan Nazım Hikmet’e, Oktay Rıfat’tan Refik Erduran’a, Rasih Nuri İleri’den Ali Ekrem Bolayır’a, Zeki Baştımar’dan Sabahattin Ali’ye, Numan Menemencioğlu’ndan Abidin Dino’ya uzanan ilginç bir akrabalık zinciri… Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum Kökenli Osmanlı meşhurların, yerlilerle evliliklerinden Boğaziçi’nde ‘KAST’ oluşturan ve Türk Batılılaşma tarihinde oynadığı rolleri anlatan bir inceleme…”  Yorgun Mayıs Kısrakları romanın içerik sahnesinin oyuncularını artık tanıyalım.

“Felek her türlü esbabı cefasını toplasın gelsin.

Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.”

Mehmet Nazım Paşa Sultan Abdülhamid’in istibdadına başkaldıran bir hürriyet aşığıydı. Namık Kemal’in “Vatan Kasidesi” ni, bir hattat ustalığı ile güzel bir yazıyla çoğaltmış, sohbet grubundakilere dağıtıyor. Mehmet Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet yine bir Osmanlı paşası olan Hasan Enver Paşa’nın kızı olan Ayşe Celile hanımla evlidir. Nazım adında bir oğulları var. Paşanın sohbetlerinin müdavimlerinden biri de torunu Nazım ve annesi Celile Hanımdır. Celile Hanım kayın pederi Nazım Paşa ile felsefe, tasavvuf içerikli konularda konuşmayı çok severdi. Celile Hanım: Felsefe de tasavvuf da insanlık da, eğer ülkede hürriyet varsa mana kazanır. Çünkü bu değerleri, ruhumuzun ve zihnimizin zenginlikleriyle bütünleştirip yeni bir mücadele ahlakına ve azmine ancak hürriyet ve istiklal içinde kavuşturabiliriz.”  Nazımı doğurduğu sabah “Yarabbi! Oğlum, hürriyetin ve istiklalin nefesiyle büyüsün…”  duasıyla kucağına almıştı. Nazım Hikmet böyle bir aile terbiyesi ile büyüdü. Her gece hürriyet arzusuyla bilenmiş mücahitler meclisinde, hürriyeti varlığının en sağlam teminatı olarak aile ocağında öğrenmişti.

Celile Hanım Hikmet Beyden ayrılmıştır. Yıllar sonra bir Bektaşi dergâhında İstanbul cemiyet Hayatının el üstünde tuttuğu şairle tanışıyor.

Agâh Kemal Bey Paris’e gidince Ahmed Agâh ismini kullanmayı bırakmış, İstanbul’a döndükten sonra da isminin daha etkili ve kalıcı olması için “Yahya Kemal” ismini kullanmaya başlamıştı. Zengin konakların başmisafiri olmaktan pek memnundu. Hayatının tamamını Kıbrıslı Şevket’in yalısında geçirmekte bir sıkıntısı yoktu. Güzel ve genç İstanbul kadınlarının Fransız hayranlığı içinde dinlemek istedikleri şiirleri okumak hoşuna gidiyordu. Yalı sahipleri onun sevdiği ve istediği yemekleri hazırlıyor, içkiler tatlılar meyvelerle fecre kadar uzanan sohbet sofraların’ da, İstanbul’un itibarlı edebiyatçılarını bir araya gelmelerine vesile olmuştu. Genç Yakup Kadri Bey- Refik Halit Bey ile arkadaş olmuş onlar da üstat ile sohbet etmekten haz ve feyz almaktan memnundular.

Yahya Kemal Bey, zaman zaman Yakup Kadri Bey’i uzun fayton kafileleriyle almaya gelen hanımların beylerin nazik birkaç selam ve hatır sormasından sonra, adeta bir ibadet sessizliği içinde ayrılmalarını biraz kıskançlık biraz da merakla izliyordu. Yakup kadri Bey devam ettiği “Bektaşi dergâh” ta kazanılmış vasıflı bir terbiye mürşidinin tavırlarıyla hemen fark ediliyordu. Dergâh dönüşlerinde şımarıklıkları gemleniyor, yeni ve cesur duyguların heyecanları tazeleniyordu. Bu sevimli Yakup Kadri’de Fransız okullarında yetiştirilmiş varlıklı aile çocuklarının züppeliği yoktu.”

 Belki de Yakup Kadri’yi bu durumdan dolayı daha çok seviyordu. Ve onun üstadın bir Bektaşi Tekkesinden zevk alıp almayacağını bile düşünmeden Dergâh’ ın, özel bir gecesine davet etmişti. Yahya Kemal gülümseyip “ben hazırım Şeyhim” diye  latife ederek Yakup Kadrinin kolunda tekkenin kapısına vardılar. Kapıda uzun Faytonlardan bir kuyruk oluşmuştu.

Yahya Kemal Bey, ayin sırasında Şeyh’in omuzunu öperken zorlanmış, dergâh felsefesindeki öze aykırı biraz da zahmetli bulmuştu. Aynı törende görür görmez güzelliğine, edasına hayran kaldığı kadın ise şeyhin önüne gelir gelmez referans yapar gibi dizlerini hafif kırmış şeyhin omuz hizasına geldiğinde nazikçe şeyhin omuzunu öpmüştü.

Törenden sonra dergâhın bahçeye en yakın bir köşesinde hayranlıkla takip ettiği kadının kendisine doğru geldiğini görünce teşbihleri bol bir iltifat yerine asıl gerçeği söylemeyi tercih etti.  “Zarafetiniz, size kolaylık sağladı ki hanım efendi, eğilirken çektiğim ıstırabı tahmin edemezsiniz.” Diye söze girdi. Kadın üstadı gıyaben tanıyordu, kendine güveni tam bir hanımefendi tavrıyla sözü eğip bükmeden:

“Ayin boyunca sizi izledim; çok kibirli bir haliniz vardı. Hep böyle misiniz? Aslında gerçeği kavradığınızı fark ediyorum, ama bigâne kalışınızı anlamam mümkün değil” ve kırk yıllık dostmuş gibi, rahat emin bir tavırla Yahya beyin koluna girip bahçede bir yürüyüşü başlattı. Üstadı sohbete davet edercesine söze girdi.

-Aslında, bu gece davetli değildim. Sizin geleceğinizi düşündüm ve şartlarımı zorladım. Biliyor musunuz, ayinlerde o kadar insanın kendinden geçmiş gibi dinlediği ilahilerin, nefeslerin özünde hiç de aşikâr olmayan bir saadet özlemi var.”  Üstadın henüz adını bilmediği zarif kadının konuşmasını kesmek niyetinde değildi. Kadın da hayranı olduğu şairi, sohbetine iştirak etmesi için kışkırtıcı hamleyi yaptı.  “ Sizi izlerken dikkat ettim de Yunus okunurken durgunlaştınız. Şöhretinize ters bir manzaranız vardı.” Yahya Kemal suçüstü yakalanmış bir çocuk tavrıyla tam bir teslimiyet içinde ama hoşnut olarak güzel olduğu kadar da bilgi ve görgü sahibi hanımın konuşma üslubu ahengine bıraktı kendini. Açıkça artık bu kadından hoşlanmıştı ve sohbetin biteceğinden de korkuyordu. Ancak korkuları boşunaydı. Sohbet gittikçe koyulaşıyordu. Kadın ilk heyecanını kaybetmeden anlatıyordu. “Yunus’un dünyasında insanı mutlu eden bir teşebbüs göremezsiniz. O tespitlerini insan için yapar ama öğüt verici değil, kader paylaşıcı gibi değerlendirir. Görüntüsü dostçadır; biraz derinleşmek isterseniz karşınıza zahmetli yollar çıkarır. Önceden kazandığınız tecrübeniz yoksa bu zahmetli yollar, insana bir ömür külfeti yükler. O külfete tahammülü olmayanlar boş bir hayal gayyasında yok olurlar. Âlemle bütünleşme hükümden çıkar, maceraya döner.”

Yahya kemal mest olmuş dinliyordu. Sohbetin gittikçe derinlik kazandığının ve konuşma inisiyatifinin güzel kadının tamamen eline geçtiğini anlamıştı. Kendisinin de bilgilerini paylaşacağı bir ehil kişi bulduğu için törende duyduğu sıkıntıyı unutmuştu. Güzel kadın ise şairin şah damarını yakaladı ve sohbeti derinleştirdi. “-Âlem, insanla mana kazanır. İnsan varlığını yüceltir ve onun için mücadele eder. Bu mücadele bir yüceliktir. Bir kişinin hamlığı değil, bütün insanlığın varlığını ihtişama götürür. İnsan ancak bu muhteşem âlemin parçası olmakla değer kazanır. Yücelip Allah’ın varlığında bütünleşmesi budur. Vahdetin vücuduna ancak bu yoldan varılabilir. Var olmanın ya da yok olmanın diyalektiğinde insanoğluna can çekiştiririz. İnsanın yaşamını İnsanca sürdürebilmesi için ölümlü sona tevekkül etmesi yetmez. Onun mücadelesine katlanacak tahammül ve cesaret de gerekir. İnsanoğlu ölümlüdür, ama ölümlü oluşunu eğer sonsuzluğa ulaştırabilirse dost bahçesi dediğimiz bu dünyada bir cennet çadırı kurabilir.”

Sohbetin kıvam aldığı zamanda yanlarına Yakup Kadri Bey geldi. Yahya Bey’e Üstadım Celile Hanım efendiyle sohbetinize ben de katılayım.” Deyince Yahya Bey irkildi. İştirakiyuncu Paşazade Şefik Hüsnü’nün yakını Celile Hanımın o dönem İstanbul cemiyet haberlerinden, dost sohbetlerinden işitmişti. Doğrusu paşazadelerin komünistlik yapmalarını çok sevimsiz buluyordu. Celile Hanım Yahya Beyin bu tavrını görmezlikten gelerek sözü Yunus idrakinin kökleri ta Eflatun’a dayandırdığı bir sohbetin kapısını araladı. Sohbetin sonunu görüşmek üzere deyip “insan yaşarken mutlaka sevmeli ve sevilmelidir”  sözü ile tamamladı.

Günler haftalar aylar geçti. Şair tam bir teslimiyet içinde artık Celile hanımın esiriydi. Yahya Kemal: “Bektaşilerin, Mevlevilerin, Melamilerin, Halvetilerin müsamaha terkibinde bir güzel kadın tasavvufu yaratmış ve tek kelimeyle özetlenen bir tarif lezzetine ulaşmıştır: Canan aramızda bir adındı!...

Ve şair beynin bodrum katlarında Celile hanıma duyduğu derin duyguların dışa vurumu olan arzu istencini şiirin kendine has biçemiyle; varlıksal aşkı nasıl varoluşsal olarak yaşadığını “VUSLAT” şiiri dile getiriyor.

“Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,

Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,

Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,

Görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı….

Bir ruh o derin bahçede bir def’a yaşarsa,

Boynunda onun kolları, koynunda o varsa,

Dalmışsa, onun saçlarının rayihasıyla,

Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle,”

Büyük şair Celile hanımla yaşadığı aşkın hallerini; “Bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan.”  Cümlesiyle insanın Tanrı olan yakınlığını ancak yaratılana duyulan gerçek aşkla olur der gibidir………….

Nazım Bahriye Mektebinde öğrencidir. Annesi Celile’yi taparcasına sevmektedir. Yahya Kemal Bahriye Mektebinde Nazımın hocasıdır. Aynı zamanda ailenin de yakın dostu olmuştur. Nazımın şiirlerini değerlendirmiş Celile hanıma; “ Kadim şiirinin kapılarından yepyeni bir ufka koşuyor, bu delikanlı”

Nazım bu aşk meselesinden hoşnut değildir. “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak girmenize asla müsaade edemem” bir mektubu hocasının palto cebine koyar.

Gazi hazretleri geliyor nidasıyla Aydın şehrinin sokakları meydanları ve dahi ovası hareketlendi. Bey Cami’nin avlusunda kendisini karşılayanlarla çay içip sohbet ettikten sonra Türk Ocağı Binasını gitmek için Şehitler Abidesi’nin

bulunduğu meydanda yapılan park çalışmalarını gezmiş, parka açılan geniş caddenin ucunda kuleli bir beyaz ev dikkatini çekmiş, binanın kime ait olduğunu sordu. İbrahim Ethem Bey’e ait olan bu binanın ilhamı, Adnan Bey’in Çakır-beyli çiftliğinde inşa ettirdiği yeni çiftlik evinden alınmıştı. Adnan Bey “Serbest Fırka” nın kapatılmasından sonra Çakırbeyli’ye dönmüştü. Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nin ileri gelen eşraf ve memurların ısrarıyla CHF İl başkanı olmayı kabul etmişti.Gazi hazretleri her gittiği ilin önce valisini ziyaret eder, sonra CHF binasına geçerek halkla sohbetini bu binada yapardı. Aydına gelişinde valiyi ziyaret etmiş, herkesin CHF binasına gideceğini beklerken, gazi hazretleri sanki böyle bir bina yokmuş gibi kentin parklarını meydanlarını dolaşarak halkla sohbet etmeyi seçmişti. Üstelik yemekten sonra hemen Ankara’ya döneceğini söylüyordu. Vilayet konağını gezerken birden karşısında duran genç adama baktı. Genç adam kendini takdim etti. ”Ben CHF Aydın İl Başkanı Ali Adnan, partiyi teşriflerinizi bekliyordum. Uğramadan ayrılacağınızı söylediler. Buraya kadar geldim. Beni dinlemeden gitmemelisiniz.”

Gazi hazretleri işi uzatmadı. “Yemekten sonra kahveyi sizde içeceğim üç dört dakikalık zahmetim olacak…”

Aslında Adnan Bey; Gazi Hazretlerinin, genç Cumhuriyeti gerçek bir demokrasi ile taçlandırmak için Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçirme çalışmalarının kesintiye uğramasından rahatsızdı ve kırgındı.

“Türkiye ‘de çok partili siyasi hayata geçebilmek için ilk deneme sayılan

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kısa sürede kapanması üzerine, hem

Cumhuriyet Halk Fırkası ‘na, karşı giderek artan muhalefeti bir çatı altına

toplamak hem de batılıların Türkiye ‘deki tek parti iktidarına yönelik

eleştirilerine cevap verebilmek için Türk siyasi hayatının ikinci muhalefet

partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhurbaşkanı Atatürk ‘ün

talimatlarıyla O’nun yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından kurulmuştur. SCF,

özellikle Marmara ve Ege Bölgesi’nde geniş bir alana yayılma imkan

bulmuştur. Aydın ‘da geniş bir taban bulan SCF ‘nin , parti genel başkanı

olan Fethi Bey ‘in talimatları doğrultusunda Aydın il teşkilatı başkanlığını

Adnan Menderes yürütmüştür. Menderes’in siyasi hayatı da böylece

başlamış ve başbakanlığa kadar uzanmıştır.” (PDF- Yrd. Doç. Dr. Ayşe Aydın)

RAUF ORBAY/SİYASİ HATIRALAR: Kitabında ; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu üzerine, Halk Fırkasında aleyhimize koparılan kıyamette, bilhassa şahıslarımıza karşı yapılan aşırı derecedeki hücumlar, umumi efkar (kamu oyu) gibi matbuatta da derin tepkiler yaratmıştı. Bu suretle karşımızdakiler bizi kötülemek isterlerken, aksine kendilerini pek tuhaf ve acayip bir duruma sokmuşlardı. Bu hali belirten birçokları arasında mesela, Hüseyin Cahit Bey, bir başyazısında aynen şöyle diyordu: “Meğer bu Halk Fırkası ne müthiş bir fısk-ı fücur (fenalık) kaynağı imiş…” diye yazılar yazıyordu.

Bu kısır çekişmeler yüzünden Gazi Paşa Hazretlerinin varmak istediği çok partili siyasal sistem kesintiye uğramış, Serbest Fırkanın ömrü üç ay sürmüş,  Gazi’nin emriyle kurulan parti yine Gazi Hazretlerinin emriyle kendini feshetmişti. “Türkiye’nin demokrasi hareketi yeniden kesintiye uğramış ve yukarıdan verilen emirlerle kurulan partilerin ülkeye demokrasi getirmelerinin mümkün olmadığı artık anlaşılmıştı.”

Gazi hazretleri, Adnan Beyden etkilenmişti. Adnan Bey Cumhuriyetin geleceği hususunda klişe ve üç beş hamasi cümle yerine ekonomik hayatta alınması gerekli tedbirleri düşünmüş ve bir liste hazırlamıştı. Bunların günlük yaşantıda karşılaşılması muhtemel sonuçlarını ve sebebiyet verebileceği sosyal patlamaları da ele alıp değerlendirmişti. Dünya ekonomik buhranın sonuçlarını ve Türkiye’ye etkilerini analiz eden konuşmasında Cumhuriyet politikalarının ne olabileceğini, özellikle serbest piyasa ekonomisi, özel sektör ve yatırımlar hakkındaki radikal düşünceleri Gazi Hazretlerinin hoşuna gitmişti. Kazım Karabekir Paşa’nın kurmuş olduğu tasarruf cemiyetini yanlış bularak net olarak böyle Palyatif tedbirlerle ilerleme olmayacağını önce üretmek gerekir paşam. Üretimsiz tasarruf olmaz. Hükümetin yatırım politikalarıyla üretimi artıramayız. Gazi Hazretleri tebessüm ederek “İsmet Paşa bunu duymasın” diye latife etti. Gazi Hazretleri iki saati aşkın Adnan Bey’in memleket meseleleri üzerindeki görüşlerini dikkatle dinliyordu. “Amele cemiyetlerinin disiplin adı altında zorlanmasının doğru olmadığını söylüyor ve bu konuda eski İştirakiyuncuların tecrübelerinden yararlanmak gerektiğini” söylediği an, Gazi hazretleri bu konuda birden gerildi. Anadolu’da saman alevi gibi yayılan Bolşevik sempatisi oluşum halindeki Türkiye Komünist Partisi-  Popülist Sosyalist- Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve diğer solcuların Meclis’te ciddi bir güç vardı. Bu roman burada bitmiyor, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 1960 darbesine kadar tarihi dönemi Nazım Hikmet’in, Yahya Kemal’in, Adnan Menderes’in acılarını, sevinçlerini ve gerçek aşklarını iç içe harmanlayarak güzelim Türkçeyle anlatıyor. Ama bunun devamı başka bir yazı konusu.

KAYNAK:

1-YILMAZ KARAKOYUNLU/YORGUN MAYIS KIRAKLARI

Doğan Kitap. 3.Baskı-Eylül 2004

2-Abdullah ÖZKAN- Refik DURBAŞ/CUMHURİYETTEN GÜNÜMÜZE

TÜRK ŞİİRİ ANTOLOJİSİ: 526 Şair-1909 Şiir-Boyut Dosya yayınları- 1999

3-MAHMUT ÇETİN/BOĞAZ’DAKİ AŞİRET

Yayın Tarihi
06.05.2022
Bu makale 49386 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!